Follow Us @bedelencu

18 Aralık 2016 Pazar

Bir İktidarın Anatomisi

Aralık 18, 2016 0 Yorum

Vicdanlı ve dürüst olmak,“Hesaplı” olmaktan iyidir. “Hesap” insanı makam sahibi yapar “VİCDAN” ise İnsanı insan yapar! Demiş bir düşünen bilge kişi.

Gözlerimi kapatıyorum hesaplı ve vicdanlı olmanın getirdikleri ve götürdüklerini analiz ediyorum... gördüğüm siyasi konjonktürü düşünüyorum kim nasıl  nereden bu günlere. hangi mücadeleleri vererek, ya da hangi tür hesaplar yaparak geldi.

Cemil Meriç ideolojiler insanlara giydirilmiş deli gömlekleridir,’ der. Bu gömlekler bazen geniş gelir, bazen de dar olur giyen kişinin üzerine. burada 14 yılı aşkındır siyaset gündemimizi ve tabii ki toplumsal, sosyal, günlük  gündemimizi ve hayatımızı işgal eden hükumeti ele alırsak; ilk gömlek sözünü bu gün dünya lideri olarak anılan partinin liderinden duymuştum mili görüş gömleğini çıkardık sözünü. o zamanlar çokta idrak edememiştim bu gömlek değişimi sözünü, meğer bu söz ve bu değişim 14 yıldır içinde bulunduğumuz Türkiye ve dünya gündeminde yer edinen koca bir kelime imiş.

Oysaki bizde ilk uyanış olduğu zaman toplumsal ve sosyal sorunlara yönelik. Erbakan ve milli görüşü tanımıştık yada ailemiz ce tanıtılmıştı. ötekileştiren halkları Kürt, Arap, fars, alevi, vd diye ayırt etmeden, İslam ve ümmet birliği adı altında birleştirmek isteyen siyasi bir güç meydanlarda esip gürlüyordu.

slogan vari konuşmalar, ümmet birliğine davet çağrısı yapan Allahu Ekber nidaları çınlatıyordu gökleri ve yerleri. Heyecan heyecan deniyordu. Heyecan olsun ki genç insanların o enerjileri ile büyüyüp gelişelim ve İslam birliğini kurup gelişmiş ve barışı sağlamış bir Orta doğu ve ümmet birliğine dayanan koca bir dünya toplumu kuralım diye,

Bu nidalar bununla da bitmiyordu elbette radyolarda başı örtülü Zeyneplere yapılan ezgiler, ağlama Zeyneb im bahar gelecek nidaları, daha hayatının baharındaki Zeynep leriFatma ları Ahmet leri Hasan ları daha düşünce bilinci oluşmadan meydanlarda slogan atmaya davet ediliyordu. o dönemlerde pekte anlam veremediğim inandırıcı gelmeyen, şimdilerde ise emin olduğum siyasal İslam söylemlerinin doğruluğunun ispatı gibi bir imgelemdi tüm bu yaşananlar.

Doğru bir tespit idi gençler heyecan doludur onlara ya gaz verip meydanlara salacaksınyada (paratonerlik) yapıp gazını alacaksın, biliniyordu ki genç insanlar düşünceden önce eylemi severler, bu madalyonun bir yüzüydü,

Diğer yüzünde ise irtica, mürteci, yobaz vurgusu yapan, kendini bu ülke topraklarının tek sahibi olarak gören tek tipçi irticayı terörden daha tehlikeli olarak gören Türkiye'nin burjuvasına hitap eden kokoş ve kodamanların siyasi hareketi vardı. Türkiye laiktir laik kalacak diye sloganlar atan, tam bir kutuplaşma hali yaşanıyordu ülkede.

Tanımadan nefret ediliyordu karşılıklı olarak, doğarken çırılçıplak doğan insanoğlu kendini var etme sürecinde öğrendiği yada öğretilen ideolojileri üzerine alarak bir tarafın dostu diğer tarafın düşmanı olmuştu. Genç beyinler daha hayatlarının baharında dava adamı yapılmışlardı, alt yapısız, ilim ve bilimden habersiz okumadan, sadece duydukları ile yetinen meydanlarda söylenen sloganlara tempo tutarak gündem oluşturuluyordu.

Diğer taraftan ise gömlek değiştirdiğini söyleyen kendini genç kanat olarak nitelendiren bir grup bulundukları ve davam dedikleri partilerini düşüncelerine uymadığı gerekçesiyle terk etmişlerdi, buna ihanet denirdi, o davayı savunan ya da o davanın öğretilerine inanan binlerce insana da ihanet ederek çıkmışlardı, adaleti ve kalkınmayı getireceklerdi ülkeye, hocam dedikleri zatı argo tabirle yaşlı ve eski kafalı görüyorlardı, şu anda yaşlı olan o dönemin sözde genç kanadı.

Her değişim ya da her olay içinde hayır ve şerleri barındırır. Bu ayrılmada bizlere 13 yıl içindeki hayrın ve şerrin ne olduğunu gösterdi. Yeni bir uyanış yeni bir bilinç oluşturdu. Öğretilen düşünmeden içselleştirdiğimiz bu ideolojilerinde o kadar has bir şey olmadığını görmüş olduk. Dini, siyasete alet etmenin yanlışlığını gördük. Siyasetin amacının insanlara eşitlik, adalet ve refah getirmesi gerektiği bilincine vardık. Dinin insanların kendi vicdanlarında olması gerektiği, asıl önemli olanın ise toplumsal ahlak ve vicdan oluşturulması gerektiğinin bilincine vardık.

Bu iktidar döneminde ebetteki iyi şeyler oldu örneğin; irtica terörden tehlikelidir diyenlerin,  menfaatleri gündeme gelince nasılda kutsallaştırdıkları ideolojilerinden vazgeçtiklerini ve iktidarın baş köşelerinde yer edinmek için argo tabirle bin takla attıklarını görmüş olduk iyide oldu.

Bu değerlendirme bağlamında günümüze dönersek, 14 yıldır iktidar olan, gömleğini çıkaran partinin irtifa kaybettiğini gördük. Bu kaybedişin sebepleri çok tabii, yapılan yolsuzluklar, adam kayırmacılıklar, menfaat perestlik, kendi tabanını dışlama, herkesin kendilerini tanımalarına vesile olan dava ve inançlarına uygun olmayan siyasi hamleler ve davranışlar başta olmak üzere...

Orta doğuya yönelik yapılan Amerikan vari kan kokan müdahaleler; ırak, Suriye örneği gibi.. orada ki halkı hiçe sayan yıkıma ve yönelik savaş destekçiliği, binlerce insanın mülteci ve yoksul bir konuma sokulması, geçmişten gelen temcit pilavı haline girmiş olan sadece Filistin e yönelik popülistçe gerçeği yansıtmayan ajitasyon aktivistliği.

Daha sonra toplumun yeni öğrendiği mısıra yönelik yapılan fakat gelenekselleştirilen siyaset meydanlarında şova dönüşen Rabia gözyaşları ve sayamadıklarım. Oysaki zulüm gören ırak, Suriye, yemen, arakan da Müslümandı. Sebep din idiyse, bu ve bunlar gibi yüzlerce olay durum tutum ve davranışlar kaotik bir ortamın oluşmasının zeminini oluşturdu.

Hülasa olarak; Ebu Müslim Horasaninin dediği gibi  ‘’onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlama ve kazanma içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar, yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu’’ demiş doğru demiş.

Çözüm Sürecine Ne Oldu?

Aralık 18, 2016 0 Yorum
Demokratik açılım Kürt açılımı; barış süreci, çözüm süreci kavramları ile başlamıştı her şey. Çözüm sürecine gelecek kadar tarihte nasıl çözümsüzlükler olmuştu kısaca onu irdeleyelim;  Türkiye cumhuriyeti kurulduğu günden itibaren kuruluş felsefesi nin ana mantığı çoğulculuğu reddeden tek bir kimlik üzerinden diğer kimlikleri değerlendiren sorunlu bir oluşumu barındıran bir yapıya sahip.

 Sorunlarını halletmeden kurulmuş olmasından kaynaklı olarak var olan problemlerini baskı, ötekileştirme, tecrit gibi yöntemlerle yok etmeye yâda yok saymaya çalışan bir oluşum.  Bu durum bizim içinde kendimizi bulduğumuz zaman sürecinde de devam etmekte. Durumu daha üst perdeden değerlendirirsek şunlar söylenebilir: hükümetler taşerondur devletin varoluş felsefesinin sorunlu yerlerini reddederek yâda eleştirerek geldiklerini iddia ederler.

Fakat bir süre sonra görülür ki halkın oylarıyla gündeme oturmuş iktidar olmuş hükümette eleştirdiği devletin varoluş amacına sarılarak onu temsili yete soyunmuştur. Şu andaki İktidar partisi de tam bu niyetle iktidarı elde etmiş fakat her kaybediş sürecinde daha fazla devlet martavallarına sarılmıştır.  Bu anlamda diğer siyasi oluşumlardan farkı olmayan çıkarına göre her yöne dönen bir siyasi parti ye dönüşmüştür.

Bu söylenceler bugün geldiğimiz iç savaş durumunun küçük bir özeti aslında şöyle ki Türkiye de kardeşlik halkın ve devlet yöneticilerinin meşru söyleminde Ağızlarda sakız olmasına rağmen İş eyleme geçince yâda kendi mantıklarında var ettikleri kardeşlik vurgusu dışında bir cümle yâda eylem olunca hemen çıkarılır nefretin kılıçları.

 Bu anlamda toplumun genetiğine işlenmiş Kürt ve Kürdistan alerjisi var diye düşünüyorum. Nedeni ise bu isimleri kullanmak bile yaftalanmak ve terörist bölücü damgasıyla muhatap olmak için yeterlidir. Bu minvalde şu söylenebilir;  hani kardeştiniz? Kardeşlik çıkarına rahatına ve kendince var ettiğin meşruiyetine kadar mı? diye.

Bu söylenceler doğrultusunda 6 Haziran sonrası AKP ve muhatap olduğu HDP ile yapılan müzakere süreci aydınlatılmadan kamuya net gerekçeler sunulmadan çözüm süreci yerle bir edildi. Ve on yılı aşkındır iktidar olan oluşumun elamanlarınca söylenen açılım kardeşlik martavalları da gerçeği sadece Allahın bildiği, farklı bir söylemle yazılıp, çizilip, söylendi.

Yazar’’ Kafka nın dönüşüm ‘’romanındaki gibi bir dönüşüm yaşandı ve bu yaşananlar hemen manşetlerde yerini aldı: çözüm süreci bitti diye oysaki halka söz verilmişti: hem hükümet yetkilileri hem de Kürt siyasi hareketinin yetkililerince, barışı kalıcı hale getirebilmek için her türlü özveride bulunacaklarına dair.

Bu bağlamda bu açılım süreci şu tarihi olay ile aydınlatılabilir: Maviye ve Hz Ali arasında ‘’sıffın savaşında geçen Muaviye nin savaşı kaybedeceği durumda taraftarlarınca kurnazca bir yöntemle mızrakların ucuna Kur-an sayfalarının takılmasıyla gerçekleşen ‘’hakem’’ olayıdır: buradaki durum muaviye nin Hakem inin ( Amr Bin As) münafıkça bir tavırla yada yöntemle Hz Ali nin Hakem tayin ettiği ( Ebu Musa El Eşari yi) ve taraftarlarını kandırması savaşı haksızca kazanmasıdır. Bu çerçeveden bakınca Yapılan çözüm süreci Hz Muhammed in hakemliği gibi dürüstçe olmadığı, Muaviye yöntemiyle yapıldığı için bitirilmiştir.

Önceki süreçte de çok iç acıcı ve samimi durmayan açılım, kardeşlik, özgürlük manifestoları söylemlerinin, devam eden süreçte samimiyetsiz oldukları kısa sürede görülmüş oldu.  Barışın kalıcı hale gelmesi için yapılan tüm çabalar boşa çıktı. Aylarca gündemi meşgul eden açılım şölenleri bir anda bitirildi. 

Açılım dönüşüm yaşayarak 90 lı yıllardaki ‘’olağan üstü hal’’ dönemlerinin taklidine dönüştürüldü. Şu anda da tarih tekerrür ediyor ve bir karambol (keşmekeş)yaşanıyor ölümün, göz yaşının yoğun olduğu halkın ne yapacağı hakkında bocaladığı; sevginin, nefretin, bilinçlenmenin, dayanışmanın sancılı süreçlerden geçtiği barış kardeşlik cümlelerinin romantizm olarak tekrar yinelendiği basma kalıp bir süreç... Özetle; tarih tekerrürden ibarettir ve gördüğümüzde mesut bir tekerrür.

Devrimci Hareketler

Aralık 18, 2016 0 Yorum

Toplumlar üzerine üretilen teorilerin menşei batı’dır.

 

Avrupa lı teorisyenler sosyal bilim çalışmalarına her anlamda inceleme ve araştırma yaparak derin analizlere ulaşmaya çalışır.

 

Daha az düşünen dünya sosyal bilim literatürne az katkıda bulunan üçüncü dünya ülkeleri bilim insanları ise Avrupa da üretilen sosyal ve bilimsel teorileri yaşadıkları topluma uyarlamaya çalışırlar.

 

Kendi toplumsal dinamikleri üzerinden araştırmalar yapıp yeni teoriler üretemeyen bilim insanlarımız hazır aldıkları verilerle bir takım çıkarımlarda bulunurlar.

 

Bu bağlamda; “ilkel kominal toplum”, “tarım toplumu”, “sanayi toplumu”, “modern toplum” şimdi ise gündemde yerini almış “post modern toplum” düzeneği Avrupa bilim sahalarında onların bilim adamlarınca üretilmiş; bizlerinde bunlar üzerinden topluma baktığımız analizlerde bulunduğumuz toplumsal teorilerdir.

 

Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunu bu bağlam içinde değerlendirirsek modern ulus devlet Paradigmasına dayanan Türkiye yine o dönem dünya gündeminde yaşanan bir takım konjöktürel olaylardan etkilenerek kurulmuştur neydi bunlar:

 

Fransız devrimi, imparatorlukların yıkılması, milliyetçilik hareketleri vs.

 

 

Yaşanan bu devrimsel hareketler yeni bir itki olarak modern ulus devletlere doğru yöneltti bazı toplumları bu yönelimlerden biride bizimde içinde bulunduğumuz ve adı Türkiye olarak belirlenen içinde bulunan tüm halkları bir millet üzerinden yorumlayan, bu durumu devrim kanunları ile somutlaştıran, yeni bir ülke inşa edildi.

 

Bu inşa süreci sakin olmadı tabii ki birçok kanlı eyleme sahne olan bu durum başkaldıranları darağaçlarında sallandırarak korku oluşturulup sindirmeye çalıştı.

 

Şu an içinde bulunduğumuz zaman ve mekânda yaşanan toplumsal hareketlerin ana kaynağı da bu ülke inşa edilirken yok sayılan, küçümsenen ve bu yok sayılma sonucunda isyan eden bir halkın, isyanını bastırmak için kurulan mahkemeler, yargılanan o toplumun kanaat Önderleri, halkın, hınç ve yaralarının bitirilmeden ve anlamadan şiddet ve zorbalıkla bastırılmaya çalışılmasıdır.

 

Her değişim bir devrim gibidir toplumlarda, dinler tarihinde de bu böyle olmuştur, peygamberler geldikleri toplumda ilk etapta hep itilmiş, horlanmış, taşlanmış fakat daha sonrada milyonlarca takipçisi olan derin izler bırakan kutsallara dönüşmüşlerdir.

 

Nasıl Türkiye Cumhuriyeti kurulurken toplumsal ayaklanmalar, toplumsal hareketler meydana geldi ise ve bu durumu gücü eline alan o dönem egemenleri çeşitli yasalar çıkararak yargılayıp sindirdilerse şu an yaşadığımız dönemde farklı bir evrimsel sürecin devrime doğru giden ayak sesleridir.

 

Bu durum hararetli bir süreç değil hareketli bir süreci barındırıyor ki zaten bu ülke kurulduğu günden itibaren bu çatırdayış, kırılmalar hiç bitmedi ve son noktasına ve engellenen o hedefine ulaşmadan da bitmeyecek gibi duruyor.

 

Bu söylenceler üzerinden Kürt siyasi hareketine bakınca şunlar görülür: Türkiye cumhuriyeti kurulduğundan itibaren şu ana kadar. Kangren olma noktasına gelmiş bir sorunla baş başadır. 

 

Her doğan çocuk bilinçli bir birey haline gelinceye kadar, bu konuyu önce yaşayarak sonrada farkında lığı varsa tarihi perspektifinden araştırarak anlamlandırmaya çalışır; Kürt ve Türk Sorununu.

 

Yıllardan beridir bitmeyen bir yaradır Doğu Anadolu bölgesine Kürdistan, o bölge insanına da Kürt demek. Bu hazmedemeyişin sonucunda karşılıklı yapılan kıyımlar, kötülükler kan akıtmalar bitmeden devam etmekte.

 

Evet, orası Kürdistan Kürtlerin yoğun yaşadığı bir memleket. Evrensel düşünceye sahip olunca yıllardır takılıp kalınan bu unsurların binlerce insanın ölümüne yol açacak kadar önemsenmesindeki amaçlar hep beyhude gelmiştir düşün dünyasına.

 

Yaşanan bu olaylar Birbirini sevmeyen yada sevmemesi için çeşitli müdahalelerde bulunulan, diğer, öteki  halka uyguladığı egemenlik ve üstünlük salvolarıdır.

 

 Bu yaşananlar iki halkın zorunlu beraberliğini anlatır. Bu durumu Her türlü şiddetin var olduğu fakat bir türlü boşanmanın gerçekleşmediği nefret ve şiddet yüklü bir evliliğe benzetiyorum.

 

Evet, tarihi geçmişiniz, zorunlu kültürel bağlarınız olmuş olabilir fakat bu beraberlik hiç hayra alamet değil.

 

Bu çerçeveden Kürt Uluslaşma ma sürecine değinirsek şunlar söylenebilir; Kürt hareketi ve halkı her geçen yılda aşamalı şekilde millet olma ve ulus olma bilinci edinmiş geç uluslaşma bilinci yaşayan bir halktır.

 

Bu geç Uluslaşma süreci şu anda da olgunlaşma sürecine girememiştir.

 

Bu anlamda belki de Kürt halk bilincinde ve geçmişinde milliyetçilik, ırkçılık, soyunu yücelteme gibi kültürel bir itki bilinç olmadığı için, toplumsal, kültürel ve tarihi hafızalarında.

 

Bu yönlü bir eksiklikten kaynaklı ulus ve millet olamama durumu yaşanmış olabilir.

 

Kürtlerin bu anlamda özgüven eksikliğine sahip olduklarını, bir birlik beraberlik içinde olamadıklarını, kendi içinde sevgi, dışa karşıda birliktelik bilincine, aidiyet duygusuna, sahip olmadıkları için, karşılıklı güven eksikliği yaşadıklarını düşünüyorum.

 

Kürtler bir birlerine güvenemiyorlar.

 

Bir kopuş yaşanırsa başlarına gelecekleri kestiremiyorlar o yüzden tedirginler.

 

Şu sorular üzerinden bu devrimci hareketlere perspektif kazandırmak iyi olur zannındayım.

 

Kürtlerin yıllardır verdikleri bu devrimci hareketlerin, verdikleri bedelin amacı ve hedefi var mıdır?

 

Varsa neden net ve tutarlı bir şekilde açıklanmıyor?

 

Amaçlar nedir? Hedefler nelerdir?

 

Şu ana kadar birçok konu gündeme getirildi,

Mezopotamya halkları,

Türkiyelileşme,

Öz yönetim,

Federal yönetim,

Halkların kardeşliği

Kürdistan birliği vs.

 

Bu konuda bile bir tutarlılık içine girilmemişken ne yapılacağı konusuyla ilgili yüz yıllık planlarınız yokken ani duygusal reflekslerle çatışma içine girilmesi doğru bir yöntemidir?

 

Peki, o halde yıkılan, yakılan, şehirler, ölen insanlar ve yaşanan bu olayılar sonucunda; o şehirler neden yıkıldı? 

 

Neden öldü o insanlar?

 

Neden göç etti o halk?

 

Bu bedeller nasıl telafi edilecek.

 

Öz yönetim deniyor bu anlamda hiçbir toplumsal mutabakat, bilinç oluşturulmadan neden yapıldığını bilemediğimiz hendeklerin kazılması şehrin talan edilmesinin nedeni nedir?

 

Bu yaşananların Kürt halkına, Kürt siyasi hareketine ne gibi faydaları dokunacak? 

 

Merak ediyorum doğrusu.

 

Bu kısa metrajlı çatışmaların bir katkısı olmayacak emin olun ne olacak biliyor musunuz?

 

Yaşadığı göçten sonra revize olacak, evirilecek bir halk.

 

Bu yapılan evrim midir, devrim midir, iyi düşünün?  

 

Daha fazla ezilmiş, yorulmuş, çaresizliği yurtsuzluğu en derinine kadar hissetmiş, küçük düşürülmüş, onuru zedelenmiş, enerjisi tükenmiş yâda tüketilmiş bir halk bırakacaksınız geriye.  

 

Hınç dolu, öfke dolu, mutsuzluk yüklü. 

 

Bu sebepten Hayalleri hayata geçirirken daha iyi düşünülmeli çünkü bu hayaller Milyonlarca insanın hayatını ilgilendiriyor…

17 Aralık 2016 Cumartesi

Modern Yaşamda Rehberlik Ve Aile Danışmanlığı

Aralık 17, 2016 0 Yorum

Rehberlik; İnsanların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri üzerinde yoğunlaşan, inceleme ve araştırmalarda bulunan, kişilerin başta toplum içinde olmak üzere özellikle de okullarda, toplumun belli birimleriyle ya da kendi içlerinde yaşadıkları sorunlara danışmanlık etmeyi amaç edinen mesleki birimdir.

Bu anlamda her toplumsal ve kültürel yapı gelişen teknolojik aletler ve bu gelişim sonucunda meydana gelen psikolojik, sosyolojik, kültürel, toplumsal değişimler insanın kendini var etme yaratma serüveni sürecinde insanların uygarlığa doğru yürüyüşlerinin izdüşümleridir.

 Her zaman ve uzamda sakin adımlarla gelişen, dönüşen uygarlıklar şu an içinde bulunduğumuz modern dönemde de evirilerek ilerlemektedirler.

İnsanın kendini var etme süreci bireysel izlerden yola çıkıp toplumsal, kitlesel Etkilerle büyümüştür. Bildiğimiz gibi insan maddi ve manevi iki yönlü bir yapıya sahiptir. Bu yapısal farklıklar insanın dünya üzerinde mantıklı hareket etmesini sağlamış ve dünyada varoluş amacını sorgulamasına yönlendirmiştir.

Günümüze bu bağlam üzerinden değinirsek insanın geçmiş birikimlerinin sonucunda oluşturduğu ygarlık seremonisi yeni mesleki alanlar ve iş bölümünü meydana getirmiştir.

İnsanın biyolojik hastalıkları ile ilgilenen tıp, kimya biyoloji iken. Psikolojik yönü ile uğraşan sosyal bilim alanları oluşturulmuştur. Yeni çağda meydana gelen modernleşme ve bunun sonucunda oluşan kentleşme, metropol ( anakent) kentler yalnızlaşan bireyi ve aileyi bunalıma sürüklemiş yaşananlar sonucunda insanın insana faydası olacak yeni mesleki alanlar üretilmiştir.

Neydi bu alanlar, psikiyatri, psikoloji, sosyoloji, rehberlik, din psikolojisi ve şimdilerde aile danışmanlığı evet tüm bunlar büyüyen kent yaşamında yalnızlaşan, bireyselleşen, aile akraba değerlerinden kopuk doğduğu topraklardan çok ötelere giden insanın, yaşanan yabancılaşma karşısında yaşadığı acizlik ve kafa karışıklığı ile baş etmesi için kurulmuş sosyal ve psikolojik destek üniteleridir

Bu çerçeveden rehberlik ve aile danışmanlığı birimi ve engelli birey realitesi değerlendirilirse; İnsanın dünya üzerinde varlık bulmasından itibaren değişen şartlarda olmakla beraber engelli bireyler hep var olmuştur ve bu varoluş günümüzde de yüksek düzeyde varlık göstermektedir.

Yaşanan bireysel, ailesel, toplumsal değişimler sonucunda insanın yaşadığı yabancılaşma realitesi ve bu zeminde yaşadığı bireysel savaşlar, kişileri baş edemeyeceği bir duruma sürüklemiştir. Eskiden aile büyükleri, komşular aracılığıyla giderilmeye törpülenmeye yok edilmeye çalışılan sorunlar değişen yaşam biçimleri sonucunda eski değerleri yozlaştırmış, toplumsal normları değersizleştirmiştir.  Eskiden öncelenen güç toplama, denetim sağlama unsurları yeterli olmayınca profesyonel yeni danışmanlık ve denetim alanları oluşturulmuştur yetkili otoritelerce.

 Bu anlamda Rehberlik ve sonucunda meydana getirilmiş aile danışmanlığı birimleri insanın bu ve benzeri arayışları sonucunda bulduğu bir icattır. Evet, kendi kendine yetemeyen bireylerin, günümüz yaşam şartlarına uygun bireysel sorunlar başta olmak üzere, toplumsal sorunlara da ayna olacak, arındıracak profesyonel destek alanları var edilmiştir.

 Bu alanlar insanların cinnet hallerinde, çıkmaz da olduğu herhangi bir sorun yumağıyla baş başa kaldığında,   rehberlik ve psikolojik destek başta olmak üzere özel eğitime ihtiyacı olan bireyler, toplumda mağdur konumda bulunan aileler ve diğer tüm risk grupları başta olmak üzere toplumun temelini oluşturan tüm aile bireylerinin temel problemlerine bir nebzede olsa ferahlık katmak yardımcı olmak için oluşturulmuş terapi (tedavi) sosyal destek üniteleridir.

Daha ferah, özgür ve mutlu bireylerin olduğu yeni bir toplum inşa etmek için profesyonelce oluşturulmuş samimiyete dayalı empati (duygudaşlık) gücü yüksek toplum un psikolojik ve sosyolojik sağlığını önemseyen bireyler oluşturmak temennisiyle var edilmeye çalışılan, modern çağın çıkmaz sokaklarında yalnızlaşan bireylere Kılavuzluk etmek amacıyla üretilmiş sosyolojik ve psikolojik destek üniteleridir.

Bu bağlamda ’peygamber bir hadisi şerifinde; ‘’bir insanı kurtaran tüm insanlığı kurtarmıştır. Bir insanı öldüren de tüm insanlığı öldürmüştür’’ özlü sözü de ölümü, öldürmeyi, savaşı ve şiddeti içselleştirdiğimiz kanlı ve göz yaşı dolu gündemlerde, bu yolda yürüyen modern çağın terapist lerine ışık olması ümidi ve temennisiyle…



Kendini Gerçekleştiren Kehanet

Aralık 17, 2016 0 Yorum

İlk kez 1948 yılında Robert metron tarafından öne sürülmüştür. Kendini gerçekleştiren kehanet ‘’sır’’ kitabında bahsedilen çekim yasası, Mevlana nın ‘’ne düşünüyorsan osun’’ Sözüyle tamamlanan bir cümle. Daha çok Sosyal psikolojide yer alan bir kavramdır. Kişinin bir olayın olacağına dair derin bir inanca sahip olmasını ve bu olayın olduğu varsayılarak bu durumu yaşadığı diğer eylemlere genellemesini anlatır.

22 Nisan 1998 tarihli hürriyet gazetesi manşet haberi Tayyip e şok ceza muhtar bile olamaz.  Bu manşet haberi şu an iktidarda olan oluşumun dünya lideri olarak sıfatlanan şimdilerde cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ın aldığı ceza dolayısıyla muhtar olması bile yasaklanmıştır anlamı taşır. Toplum olarak sloganvari konuşmalara çok meyil verildiği için yıllardır bir unsurun propaganda ve manşet düzeneği haline gelmiş olan muhtar bile olamaz dediler bakın başbakan oldu, bakın cumhurbaşkanı oldu gibi. Kitlelere ajitasyon mağduriyet vaazları verilip yeni bir algı oluşturuluyor Halkın üzerinde. O dönem var olan hükümet ve o hükümeti desteklemiş kitlenin Tayyip Erdoğan ın muhtarlık yapacak kapasiteye sahip olamadığından dem vurdukları, fakat görüyorsunuz işte şimdi cumhur oldu, algısı siyaset meydanlarının en geçerli, etkili reklamı olagelmiştir.

Bu anlamda bu durum var olan hükümete; yıllardır ağzından düşürmediği ve şu anda da muhtar adaylarıyla rutin toplantılar düzenlediği bir şölene dönüşmüş durumda. ben bu çerçeveden bu olaya bakınca birilerinin kendini gerçekleştiren kehanete çok inandığını dünya gündeminde en tepe noktaya gelmesini belli başlı kehanetsel olaylara bağladıkları için, örneğin; imam hatip lisesi mezunu olmanın verdiği kazanımlar baz alınarak, Türkiye nin her iline birkaç tane imam hatip açılması, başörtüsü mağduriyeti üzerinden elde edilen kazanımlar dolayısıyla reklam vari eylemlerde bulunulması, muhtar olamazsın dendiği için rutin muhtar görüşmeleri yapılması ile halk tabakalarına şu mesaj verilmek isteniyor: toplumun çekirdeğini temsil eden muhtar görüşmeleriyle Müşfik, mümin, kibirsiz biri olduğu, her sınıftan grupla gayet ciddi toplantılar yapacağı mesajıda toplumun gündemini daha az takip eden, haberlerde verilenlerle yetinen kitleler üzerinde yepyeni bir algı oluşturuluyor.

Düşünsel, davranış sal, duygusal bütünlük çok önemlidir. anlam ve akıl dünyasındaki bütünlük kişilerin işgal ettiği konuma göre daha da önemli bir hal alır.  Bir ülkenin yönetimini halkın onayıyla eline almış bir bireyin bu anlamda bütünsel tutarlılığı; düşüncede, konuşmada, davranışta daha fazla önem taşır. Çünkü o birey milyonlarca insanın vebalini sırtına almıştır. Yapacağı her tavır konuşma davranış ve yanlışlık o toplumda bulunan eğitimli, eğitimsiz her topluluk tarafından dikkatle takip edilmekte olumlu yada olumsuz örnek alınmakta yada eleştirilmektedir.

Bu bağlamda devlet ricalini elinde tutan grup anayasa ya bağlı olarak dokunulmazlık zırhıyla korundukları için, mevcut bulunulan konumda oldukları sürece ileri boyutta bir hata olmadığı müddetçe o kişiler yargılanamaz. Ve bu yargılanamama durumu o konumda bulunan kişileri ileri boyutta kibre itebilir. Halkın onayıyla bir süreliğine geldiklerini unutarak iyileştirilmesi zor hatalar yapabilirler.

Yaşanan bu süreç taklidimi tahkiki mi anlamlandırmak lazım; tahkiki ise peygamberin yaşadığı dönem ve toplumdaki ezilmişler cesur yürekli fikirsel anlamda samimi duruşa sahip, inandıkları dava olan toplumsal ahlak, adalet ve eşitlik için her türlü işkenceye katlanan kutlu bir kitleden bahsediyoruz.

İslami yücelten o çağın ötekileri; Bilal i Habeşleri, Erkam ları iken; İslami idol aldığı iddiasında bulunan günümüz bazı oluşumlarının yücelticileri ise; mafya liderleri, ırkçılar, ilkesiz, fütursuz çeşitli cenahtan örgütler ile bugün yollarına devam etmektedirler. 

Zahiri (açık) olan yönü ile dini sembolleri bayraklaştıran dini bütün olduğu iddiasındaki bu siyasi oluşum, Bâtıni (gizli) olarak ise tüm ahlaki felsefi ve dini ilkelerin öncelediği yaşam ve düşün biçimine aykırı bir çürümüşlüğü yansıtmaktadır.

Bu anlamda toplum yönetilirken daha rasyonel davranılmalı, metafizik gerçeklik adı altında üretilen hurafelerin toplumu yozlaştırdığı iyi tespit edilmeli ve kendini merkeze koyarak milyonlarca insanın hakkı gasp edilmemelidir.

Kendini gerçekleştiren kehanet unsuru dolayısıyla bir insanın düşünce tutanağı, duygusal refleksleri temel alınarak bir ülke yönetilmeye çalışılırsa bugün yaşadığımız yaralı ve kanlı gündemlerle yaşam alanlarımız işgal edilmiş olur.

Kürt Sorununda Yegane Çözüm ‘’Samimiyet’’

Aralık 17, 2016 1 Yorum


Çanakkale savaşı vurgusu bazı çevrelerce çok dillendirilir; Kürdüyle, lazıyla, Arabıyla savaştık yurdumuzu düşmanlardan temizledik diye. milli duygular şahlandırılmaya çalışılır.  Doğru öyle hep beraber savaşıldı. Fakat savaş dönüşü durumlar farklılaştı bir grup ülke yöneticisi bu ülkenin sahibi biziz yani Türkler dedi.

Tüm ülke tek bir üst etnisite üzerinden değerlendirildi Zorba bir yöntemle. Bu şekilde koca bir ülke halk, toplum şekillendirilmeye, idare edilmeye çalışıldı. Bayrağın adı Türk bayrağı. Ülkenin adı Türkiye anayasa ise Türk cümleleriyle süslendi. Köylerin, dağların, şehirlerin adı Türkçeleştirildi. Yaşayan tüm halklara Türk denildi. Ve bununla da yetinilmeyip onlar kadar iyi Türkçe konuşamayanlar da horlandı. Ve samimi olmayan bir vurgu ile sonrada hepimiz kardeşiz denildi. 

Bu devletin ekmeğini yiyip ‘’devletimi ‘’( sahiplenici ifade)eleştiremezsin diyecek kadarda cüretli ötekileştirici cümleler kullanıldı. Oysaki inanıcını karakterine samimice yansıtmış ahlakı öncelemiş kişilerin yaşam felsefesinde Allah dışında tapılacak, büyütülecek hiçbir unsur yoktur. 

Hep şöyle denilirdi: Çanakkale de hep birlikte savaştık devlet hepimizindi. Maalesef ki Bu cümleler ağızlarda sadece bir slogandı. Kısaca, İnsan aklıyla dalga geçecek kadar şirazesini kaybetmiş bir yapı ve bunun sonucunda devlete tapan bireyler.

Şöyle bir bakınca bu durum hiçte sağlıklı durmuyor. Akıldan uzak bir nefreti barındırıyor. Çünkü Baskılar, çok kültürlülüğü ve düşünme hürriyetini yok eder Ve nefreti körükler. Günümüz gündeminden bir türlü düşmeyen bu girift durumun temelidir bu söylence ler.

Bu yazı için seçilen görsel ise bu anlatılanları somutlaştıran bir gerçeğin çerçevelenmiş hali gibidir. . bu resim 90 lı yıllarda ülkemizin en doğusunda bir şehirde Nevroz kutlayan halka devletin verdiği tepkidir...
uzun uzun bakılınca içten bir hüzne sebep olan; kesif, incitici acıyı hissettiren bir görseldir. Savunmasız, farkında-lığı düşük, o zaman şartları içinde değerlendirerek bir halkın üzerine vahşice silah doğrultmak hangi kitapta yazar kardeşlik bu mudur?

Empati kurularak toplumsal doğrular dikkate alınarak bir olay yada olgu değerlendirilirse çözüm; bulma babında daha pratik olunur. ve böylece hüzünlü eşkâllere, mutsuzluk yüklenmiş şehirlere, yok edilmeye çalışılan geçmişe, kültüre, asimilasyona karşı oluşan tavrı nefretle değilde anlayışla karşılayıp çözüm üretilebilir. Kardeşçe aynı çatı altında uzun yıllar yaşamak istiyorsak; birbirimizi sevmesek bile tahammül eşiğimizi kullanarak hoşgörülü olmalıyız. Bu insan olmaktan kaynaklı bir zorunluluktur.

Bu sebepten devlet gücünü elinde tutan meşru unsur ile gasp edilen haklarını elde etmek isteyen varoluşunu anayasal güvence ile koruma ya çalışan bir halkın talepleri samimi, adil, dürüst, şeffaf bir şekilde tüm dünyanın gözü önünde adaletlice ve dürüstçe verilmelidir. 

Taraflar bu anlamda tüm dünyanın gözü önünde güvenilir, samimi ve adil hakemler tayin edip uzlaşıya varmalıdırlar. Mademki kardeşsiniz ve bu konuda dürüst iseniz bu uzlaşıdan neden korkuluyor. 

Bu çerçeveden bakınca bu sorunun çözümü için en başat unsur ''samimiyete'' dayalı realist çözümlerdir. Madem aynı ülkede eşit vatandaşlar olarak yaşamak istiyoruz o halde anayasadan Türklük içeren övücü kavramlar çıkarılsın eşit vatandaşlık kavramları yerleştirilsin. Sonuçta Türk olmayan birine Türk demek le o kişi Türk olmuyor anayasa da olması da mantık hatası gibi duruyor.

Bu doğrultuda yıllardır bir halk iki cendere arasında yaşam mücadelesi vererek yaşatılıyor. Bir taraftan devlet,  köylerde halka para karşılığı yaptırdığı koruculuk sistemini kullanarak silahla, diğer yandan ise eğitimin formel ve enformel metotlarını kullanarak gaz almaya ve bir potada eritmeye çalışıyor farklı çıkan asi sesleri. 

Diğer taraftan ise yıllar yılı yapılan yanlış politika ve uygulamalar karşısında o halkın dinamikleri içinden çıkmış halkın asi leşmiş nefretle dolmuş, yapılan haksızlıklara tepki vermek için eline kan bulaşmış çocukları ise; dağlarda mevzilenmiş, militaristleşmiş her türlü kanlı eylemde bulunmuş bir örgütü temsil ediyorlar.

Bu iki güç arasında kalan halkta yozlaşmış, kimliksizleşmiş,  yaşadığı zor şartlar altında aidiyetlik duygusu geliştiremediği için oluşan güvensizlik durumundan kaynaklı olarak kimliksizleşmiş, ve kendini inkar etmesine neden olmuştur.

Yaşanan çift başlı bu güç kavgası halkı yormuş, bıktırmış, Kültürel genetiğinde, toplumsal kodlarında, erozyona neden olmuştur. Bu sebepten yöre halkına karşı ön yargı geliştirilmiş iki cendere arasında sıkışan halkı; az düşünen, düşünceden yoksun eylemlerde bulunan, güvenilmez, kaypak, kardeşini satan, düşüncesizce kaba kuvvetle tüm işlerini yapmaya çalışan kişiler olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Yada öyle bir algı oluşturulmuştur. 

Bu durumun sona ermesi için egemen unsurun yıllardır uyguladığı ve vazgeçemediği kibrinden cayması verdiği sözleri samimice tutması bir halkın gasp ettiği haklarını geri vermesi gereklidir. 


16 Aralık 2016 Cuma

Yasal Öteki

Aralık 16, 2016 0 Yorum
                                                                                                                                                      
kişilerin kimliklerini, aidiyetlerini gizlemesini Allah ın yaratılışına karşı bir duruş olarak değerlendiriyorum kendi özünü gizleme, düşük öz güven ve düşük öz saygıdan kaynaklanmaktadır.

Düşük Öz saygı dan kaynaklı olarak oluşan çıkarcı tutum kişilerde elindeki gücü kaybetme korkusuna neden olurken bu durum  güce tapınma, güçsüzden nefret etme realitesini meydana getirmiştir.

Bu anlamda kimliksiz, kişiliksiz, çıkarı için her yöne dönebilen kaypak, maskeli tipler maalesef bizim yaşadığımız ülkede biraz fazla. Bunun en başat nedeni ise; devrimsel bir hareketle kurulan cumhuriyetin tüm kimliklere ve bazı inanç ve ideolojilere karşı uyguladığı ötekileştirme ve yok sayma politikalarıdır.

kimliklere karşı yapılan ötekileştirmeler yok saymalar, bireysel anlamda travmatik toplumsal içerikte ise patolojik sonucu olan yeni sosyal mentaliteleri gün yüzüne çıkarmıştır.

bu yazı için seçilen görselde 1990 yılı Şırnak ilinde gerçekleşiyor. bir baba, bir anne, bir gelin, iki torun... herkesin yakasında bir numara var. okul bahçesine toplatılmış Kürt köylüler fişleniyor ve bu işlemden sonra köyün yakılacağı bilgisi tevdi ediliyor. bu ve benzeri bilgileri ise biz İnternet ağının yaygınlaşması ile tanık oluyoruz.

Bu gerçeklikler üzerinden değerlendirmeler yapılırsa şunlara değinilebilir; kaynağı cebir ve şiddete dayanan kutsanmış bir kardeşlik edebiyatına maruz kalmış bir halk ve o halkın dilini, kültürünü, inancını, düşüncesini, aidiyetini( kimliğini) kutsanan üst bir kimlik üzerinden, bir potada eritmeye çalışan, kimliksel yok saymayı da kardeşlik sözcükleriyle cilalayan, özeleştiri yapmayan yada yapmaktan çekinen paranoid derecesinde kuşkucu bir otorite yada güç. tabiri caizse döverek terbiye etmeye çalışıyor yıllardır. Empati kuramadığı  sözde kardeşleriyle halkıyla, birlik beraberlik vurgusunu ağzından düşürmeyip, üzerine dini soslar dökmeyi ihmal etmeden.

Tabii bu baskılayıcı ortam yeni toplumsal hareketleri var etti, bu durumun muhattabı olarak değerlendirilen ''Kürt siyasi hareketi'' ve silahlı gücü de çeşitli yasa dışı ilişkilerde var olmuş fakat istediği hedefe halen ulaşamamıştır. bu sorunun çözümü konusunda Kürt hareketi de elini taşın altına koymalı, gerçekleri iyi analiz etmeli, öz eleştiri yapmalıdır.çünkü binlerce insanın kanı,vebali yıllardır çatışma, şiddet, ölümden başka çözüm bulamayan iki silahlı unsurun elinden çıkıyor. Bu sebepten öncelikle karşılıklı olarak en temek hakların duruşması gerçekleştirmeli ve haklar verilmelidir. Savaşın bitmesi ve kanın durması için bu elzemdir.

Bu sorunun çözüme ulaşması için kurucu otoritenin kendisiyle hesaplaşması gerekir. yasalarla kuvvetlendirdiği tecrit i, ötekileştirmeyi diğer bir değişle ''yasal ötekiliği''. Korku, şiddet, baskı, ötelemeyle bir halktan aldıklarını iade ederek, sebep olunan travmaları tedavi ederek açılan yaralar onarılmalıdır.

Bugün mevcut iktidar ( AKP) yarın başka bir hükumet, bu sorunu mantığına uygun sonlandırabilir. Her kim olursa olsun tarihin sayfalarında yerini alacaktır ''Hakem diye'' okuyanlar bilir İslam tarihinde yaşanan Hakem olayını ne yapmıştı peygamber? Hacer- ül Esvet taşını bir örtü getirerek üzerine bırakmıştı. Bütün kabilelerin iştirakiyle örtüyü kaldırmıştı. Konulacağı hizaya gelince taşı kendi elleriyle alıp yerine bırakmıştı.Böylece Kureyşliler arasında çıkacağı öngörülen çatışmanın önüne geçilmişti. bu anlamda kardeşlik, barış, adalet, eşitlik edebiyatından dem vuranlar bu tarihi olayı inceleyebilirler ve günümüz gerçekliğine uyacak şekilde ayarlayabilirler.

kısaca günümüzde ki siyasi aktörlerin tutarsız tavırları ve siyasi söylemleri, yarım bırakılan sözde kardeşlik, barış sürecini başlatıp sonrada karşıt eylemlerde bulunmaları inandırıcılıklarını yitirmelerinde büyük etkisi olduğu bilinmelidir. çıkarım için her yol mubahtır tutumu yada duruşu sağlıklı, ahlaklı bir tavır değil.

Doğal süreci yada müdahale edilerek örneğin ( Suriye- ırak vd. savaşlar gibi)  oluşturulan tarihi, siyasi toplumsal süreçleri bu çerçeveden değerlendirirsek; zaman değişir, çağlar döner, toplumlar bazen evrilirken bazende devrilir.  Devletler ( toplumlar) doğar büyür ölürler. Önemli olan bu gök kubbe altında hoş bir seda bırakmaktır. Yaratıcının ben sizleri milletlere, ırklara böldüm tanışıp anlaşın diyen çağrısına kulak asarak o mesaj üzerinden yaşam merdivenlerini çıkmaktır.

Düşünen insanların icadı olarak kurduğu (devletler) devlet sistemleri ve ideolojiler için can almak can vermek akılcı ve ahlak lı bir tutum olmasa gerek. İnsanı; insanın kurduğu sistemin kölesi yapmak ''ötekileştirmeyi yasalarla meşrulaştırmak, yasal öteki yapmak'' ve o yasalara sorgusuzca itaat ettirmeye çalışmak insanın özgürlüğüne hakarettir, bir fani olan fakat Tanrılık iddiasında bulunan Nemrutların Firavunların işidir.

Hasılı dün barış süreci, açılım süreci  diyenlerin bugün savaş demesi, kardeşlik eşitlik lafzını ağızlarında sakız yapanların bugün şirazesinden çıkarak nefret yüklü eylemlerde bulunma sürecinde olması... Neden? Neden bu fütursuzluk ve tutarsızlık?

15 Aralık 2016 Perşembe

Kazanan Haklımıdır ?

Aralık 15, 2016 0 Yorum

Seçim sonuçlarının ardından Gündeme düşen haklılık yada haksızlık vurgusu çeşitli yorumlara neden oldu. Sen kazandın ama biz haklıydık gibi. Kazanmak insanı haklı yapar mı? Yada kazananlar hep haklı olanlar mıdır? Bu düşünce dinin yaratılış amaçlarından biri olan sabır imtihan gibi kavramlarıyla ters düşen bir durum değimli?

Oysaki peygamber kıssalarına baktığımız zaman hz Yusuf örneğinden devam edersek hz Yusuf hiçbir suçu olmadan 40 yılı aşkın bir süre her türlü olumsuzluğa ve zulme uğradı. Bu onun ahlaksız veya haksız bir kişi olduğunun göstergesi midir ? hz Yusuf a kardeşlerinin yaptığı kötülük ve sonucunda kardeşlerinin hz Yusuf kadar acı çekmemeleri onların haklılığının işareti midir? yada hz Musa nın Firavun döneminde bebekliğinden itibaren her türlü zulme maruz kalması onun kötü bir şahıs olduğu firavunun ise şaşalı, safahat dolu hayatı yaşaması hz Musa nın zalim, firavunun mazlum olduğunun kanıtı mıdır?

Hasılı kazanma ve kaybetme dünya hayatında insanlar arasında sürekli tartışılan bir konu. Genel manada özelikle halk arasında, kazanan hayatında olumlu şeyler yaşıyorsa o kişinin düşüncelerinin ve eylemlerinin temiz niyetinden dolayı kazandığını, kötü bir durumla yada olayla karşılaşan kişi içinse kötü niyetli olduğu için Allah tarafından cezalandırıldığı söylenir. Bu kanı halk arasında yaygındır gündelik konuşmalar arasında şıkça duyduğumuz hayata, kadere ve niyete yönelik insanların yaptıkları yorumlardır. Oysaki dini literatürü incelediğimiz zaman kazanma ve kaybetme durumunun birer imtihan vesilesi oldukları iyi veya kötü olduğunu kişilerin içinde bulunduğu olaya karşı takındıkları tavrın önemli olduğu yargılayıcı ve ödüllendirici olanın ise yüce yaratıcı olduğu vurgulanır.

Bu çerçeveden bakınca Son aylarda gündemimizi meşgul eden seçimler ve 10 yılı aşkındır iktidarı elinde tutan siyasi oluşumun tek başına iktidar olamamasının karşısında verdiği reaksiyon ve yapılan arayışlar seçimlerin aylar sonra tekrar yapılmasına neden oldu.

10 yılı aşkın bir süredir ülke yönetimini elinde tutan siyasi oluşum tekrar iktidar olmayı başardı. Tabii ki bu başarının belli sebepleri var nedir bu sebepler; diğer partilerin tabanlarına sempatik gidecek tavır davranışlar ve o partilerde etkin olan kişileri kendi partisinden aday göstermesi vb stratejilerle ikinci seçimlerde kaybettiği oyları geri aldı.

Bunun sonucunda ise haklılık ve ya haksızlık ile ilgili birçok yorum yapıldı. Temel ideolojisini dine dayandırma gibi bir iddiası olan bir partinin haklar ve haksızlıklar konusunda terazisini dengede tutması çok dikkatli olması gibi sorumluluk ve farkında lığa sahip olması gerekir.  Bu İddiayı ispatlamak onların görevi ve sorumluluğudur. Halkı temsil etme görevini eline almış bir oluşum, attığı her adımın hesabını vermek zorundadır bu hem günümüz modern dünya düzeninin hukuk devletinin bir zorunluluğu hemde iddialı oldukları dinin manevi yaptırımıdır.

Seçim bitti günahlarıyla sevaplarıyla her sınav gibi bu seçimin kazanan ve kaybedeni oldu. Bu durum kazananı haklı suçsuz, kaybedende tamamiyle haksız ve suçlu yapmaz. Kazanan bir şekilde kendini iyi anlatmıştır yada karşısında onun kadar iddialı bir muhalefet yoktur.  Kaybedenler bu anlamda kendi eksikliklerini ve yapılan eleştirileri göz önüne alıp öyle davam etmeleri lazım siyasi yolculuklarına.

Nedir özeleştiri bunu bazı öne çıkan partileri baz alarak yorumlarsak şunlar söylenebilir. Bu seçimlerde halk iki tepki verdi ilk tepkisi iktidara ( AKP) idi, iyi yönetemeyecek seniz eğer, size emanet ettiğimiz ülke yönetimini sizden geri alırız diyerek gözdağı verdi.

Muhalefete ise iki seçimde temel alarak okursak; ırkçılık, milliyetçilik üzerinden siyaset yapılmaması gerektiğini ekonomik kalkınma ve refahın kimliklerin önüne geçtiğini ve kaos istenmediği mesajını verdiler. Yıllardır baraj altında kalan HDP ye ise daha ılımlı ve akılcı bir siyaset izlemeleri gerektiği mesajı verildi. Oylarını ikinci seçimde düşürmesine rağmen yüzde on barajını geçmesi de yapılan her türlü kargaşaya ve yanlışlara rağmen bir başarı olarak okunabilir.

Bundan sonra süreç nasıl devam etmeli? Muhalefet ne yapmalı?  Şu söylenebilir; bu ülkenin iki kemikleşmiş partisi olan CHP ve MHP  nin artık zihniyet değişimine gitmesi gerektiği halkın önceliklerini dikkate almaları ve parti başkanlarının değişmesi gerektiği daha karizmatik, farklı, geniş düşünebilen liderlerle yollarına devam edebilirler.  Bu şekilde devam ederlerse köhnemiş pasifize edilmiş bir şekilde atıl, kaldıkları yerde çürürler diye düşünmekteyim.

HDP ile ilgili şunlar söylenebilir daha sistematik, akılcı, duygusal olmayan tepkiler verilebilir. Kürt siyasi hareketi bu anlamda sokak hareketi duruşundan sıyrılıp daha olgun farkında lığı yüksek siyaset yürütebilir. HDP e çocuklarına söz dinletemeyen pasif anne baba izlenimi vermekte. Her an savrulup yok olacak bir siyasi hareket görüntüsü sergilemekte. Daha sağlam derinlikli, köklerine ve birbirine bağlı bir hareket olmaları için siyaset ve sosyal bilimcileri daha iyi çalışmalı Kürtlerin dini hassasiyetlerin ide göz önüne alarak yeni bir duruş sergilemeleri siyasi kazanç, dönüşüm ve imajları anlamında daha güvenilir olup, haklı bir duruş oluşturur. Türkiye halkı, Kürt halkı ve dünya gündeminde.

Hülasa olarak siyasi gündeme dair yapılan bu analizler kazanmanın yada kaybetmenin dini, ahlaki ve hümanist terminolojideki hükmü kişilerin yada siyasilerin duruşlarındaki tutarlılık, adalet, eşitlik ve tüm toplumu hiç bir ayırımcılığa mahal vermeden dürüstçe kucaklamasına bağlıdır.. her çıktığı basamak ta arkasına bıraktığı mümtaz şahısları ve halkı kırmadan, incitmeden ilerlemektir. haklılığın yada haksızlığın mizanı budur: dinde, ahlakta, sosyolojide, felsefede. Yoksa kazanmak etrafına çoğunluğun toplanması değildir. kaybetmek, yalnız olmakta haksız olmanın ölçüsü değildir.