‘’Coğrafya kaderdir’’ der ‘’ibni Haldun’’. Bu yeryüzü parçasının
Ortadoğu kısmına düşen hayat yolcuğuna başlarken farkında lık hissim ve
düşüncelerim artarken oluştu her şey. Yaşadığım ülkenin sistemi yerine
oturmamış, sürekli olarak sistemin yıkılma tehlikesine karşı tetikte bekleyen insanların
yaşadığı bir yerdi benim adına memleket ya da ülkem dediğim yer. Sahiplenici
cümleler kurduğuma bakmayın çünkü bu ülkenin ‘’bir grup sahibi’’ var onlara emanet edilmiş her şey o yüzden
diğerleri yani halk, yani biz, herhangi bir suça bulaşmışda değilim şu ana
kadar. Hep bir potansiyel suçlu konumundaydı bu ülkenin erk’lerince diğerleri.
O sebepten sahiplik ekine yabancıyım. Ama mecburen sahiplik eki kullanıyorum
çünkü burada doğdum ve öyle görünüyor ki bu topraklarda öleceğim.
Evet, bu sistem kavgalarını anlamaya çalışırken; yaşadığım
toplumun çok kutuplu bir toplum olduğunu da anlamaya başlıyordum.
Sürekli çatışmalar vardı ülkede. İnsanoğlunun ürettiği ve
tüm insanların katılımıyla oy verdiği sisteme demokrasi deniyordu. İsteyerek
veya zorla bir sitem kurmuşlardı. Adına devlet denilen. Mekke müşriklerinin
yaptığı putlara tapması gibi benim yaşadığım coğrafyada da insanlar kendi kurudukları sistem için insan öldürmenin meşrutiyetini konuşurlardı. Öyle ki devlet çok
kutsaldı. Yaratıcıdan, Anneden, babandan, çocuktan, canlıdan, yaşamdan kısacası
devasa bir şeydi…
Şöyle bir söz vardır; ‘’akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler.’’
Diye benim yaşadığım ülkede ise genelde akıllı sayısı az olduğu için olmalı ki her
şey dövüşerek, kavga ile elde edilmeye çalışılırdı. Örneğin; hep beraber kurulduğu
söylenen ülke İçinde farklı dil konuşan birçok farklı milletten insan varken
sayıları milyonları geçen, onların varoluş savaşı vardı yasaklanmıştı o halkın (dediğim halk aslında benim halkımdır, aidiyet
hissi pek verilmese de bu öyledir.) Geçmişi, tarihi, dili,
kültürü, sanatı, müziği. kirletilmiş'ti o halkın varlık sebepleri, o halkın ismi Üzerine
kan akıtılmıştı. Çığlık, acı, korku vardı en tabii haklarının üzerinde. Dokunan
suçlu oluyordu o dile, müziğe, sanata, halka. Kirletilmişti, yaftalanmıştı
dokunmaya çalışan kişide yaftalanıyordu terörist, bölücü diye.
Bittimi bu ülkenin sorunu? Hayır, bitmedi; Birçok düşmanı
vardı bu ülkenin, ya da düşman üretilmişti birilerince. Bu ülkenin ilk
düşmanları içten olanlardı. ülke ilk kurulduğu günden yaşadığım şu ana kadar
insan insanı düşman edinmişti. Ve üstelik hamasi bir söylemle de arenalarda
kardeşim diye nutuklar atılıyordu.
Kafam çok karışmıştı, çünkü bu sitemin tek düşmanı, teröristi
öteki olan farklı kültüre ve dile mensup halklar değildi diğer düşman ise inançlardı.
İnancın sembollerini aktif bir şekilde gelenek ve inanç karışımı kullanan
halktı diğer bir düşman.
İslam dininde olmadığı halde bir çok cemaat, vakıf, tarikat, mezhep tarafından siyasilerin de desteklediği bir çok angaje dini kavram üretilmişti. Her biri kendince yeni bir İslami dünya düzeni kurgusu içinde olan. Bu tarikat’ lar, cemaatler ve onları destekleyen siyasiler birçok toplumsal yozlaşmaya, dini çürümeye ve yanlışa sürüklüyordu, aklını kullanmayı sevmeyen, öz bakım becerilerinin dışında düşünmeyen ülke halkını.
İslam dininde olmadığı halde bir çok cemaat, vakıf, tarikat, mezhep tarafından siyasilerin de desteklediği bir çok angaje dini kavram üretilmişti. Her biri kendince yeni bir İslami dünya düzeni kurgusu içinde olan. Bu tarikat’ lar, cemaatler ve onları destekleyen siyasiler birçok toplumsal yozlaşmaya, dini çürümeye ve yanlışa sürüklüyordu, aklını kullanmayı sevmeyen, öz bakım becerilerinin dışında düşünmeyen ülke halkını.
Hâsılı kafası karışık bu sistem, içinden ürettiği farklı
zihniyetten insanları bazen yönetici yapıyordu. Halkın demokrasi yöntemiyle
seçtiğini düşündüğü dini okullar açıyorlardı adına imam hatip denilen. Oysaki indirilen
din İslam da böyle kutsanmış okullar
yoktu. Bir takım aklı evvel, herkesten üstün düşündüğünü zanneden adamların,
aklının üretimiydi. Özelikle kız çocuklarını okutmayan; geleneksel dindar
ailelerin çocuklarını bilerek veya bilmeden o okullara kanalize edilmişlerdi.
Yaşadığım ülkenin insanları yaşlısı, genci sanki hepimiz
aynı tarihte dünyaya gelmişiz gibiydik, benden büyük olanlar bile benim kadar
acemi ve tecrübesizdiler. Yaşlısı, genci beraber öğreniyorduk her şeyi. Dine
yabancı, dünya Gerçeklerine yabancı, aklına yabancı garip gelişimini tamamlayamamış
insanların yoğun olduğu bir toplusal bütünlüktü yaşadığım gelişmekte olan ülke
ve insanları.
Konuyu dağıtmadan sistemin onayıyla açılan imam Hatip okulları, halkın çocuklarını o okullara yönlendiren sistem, bu defada imam
hatip denilen okullara giden öğrencileri ve onların ailelerini sistemin, devletin sahipleri
cezalandırmışlardı.. Bu okullara kat sayı uygulaması denen, duvarı örmüşlerdi. Bu sorunu en derininden yaşayan bir ailenin
ferdi olarak yıllarca üniversiteye gidemeyen aile fertlerim oldu. hayatının en
küçük yaşında, en büyük hüzne gark edilmiştik bu ülkenin, coğrafyanın bir ferdi olmanın verdiği
en büyük şansızlığı yaşıyorduk ki halende bitmiş değil.
Bu hengamenin cezasını halk yani biz, argo tabirle kaymağını ise; aç gözlerini bir türlü doyuramayan, adaleti unutmuş sözde dinci siyasiler almışlardı.
Bu hengamenin cezasını halk yani biz, argo tabirle kaymağını ise; aç gözlerini bir türlü doyuramayan, adaleti unutmuş sözde dinci siyasiler almışlardı.
O dönemlerde ‘’yine bir oyun eğlence ile burada ironi yaptım’’. İmam hatipli bir başkan seçmişlerdi. tabi bizde önümüze sunulan başkan adayını bizden diye oy vermiştik. o zamanlar hatırlıyorum. Kızını, oğlunu bu imam hatipli başkan kat sayı probleminden ve başörtüsü yasağından dolayı hep eleştirdiği ABD ye göndermişti.
Bizler ise katsayı duvarına uzun seneler maruz kalmamıza, yıllar sonra üniversiteye gitmek için eşarplarımızı çıkarmamıza rağmen; O zamanlar,gitsinler Amerika'ya çocukları demiştik imam hatip camiası mensubu olarak birde başörtü camiası tabi. O dönemlerde çok ötekileştirildiğimiz için biz ve bizim gibiler, imam hatipli yeni yönetici, ne yapsa sanki kendimiz yapmış gibi mutlu oluyorduk belki onlara güvenmiştik oda olabilirdi.
Fakat zaman geçtikçe bu İslamcı’ lar büyüdükçe, güçlendikçe
bencil ve ahlak tanımaz oluyorlar dı. ‘’galiba hep öyle idiler
biz yukarıda da bahsettiğim gibi her şeyi yeni öğrenmenin verdiği acemilikle
onları iyi, dürüst zannederdik.’’oysa ki güç elde edince, beklediğimiz amaçlarının
dışına çıkıyorlar sürekli kötüledikleri kişilerden, farklı olmayan tavırlar sergiliyorlardı. kısaca; çok kötü dedikleri adamların çevresinde etrafında dört dönüyorlardı. Bizi ya
da bizim gibilere ise her türlü hendeği kazıyorlardı değişen bir şey yoktu.
İlk defa olarak onların partisine üye olmuştuk büyük bir
umutla, tabii saf olduğumu düşünüyorum o niyetlerimden dolayı, hakperest zannettiklerimiz bizi kandırmışlardı. argo tabirle öyle
bir kelek atıldı ki bize! Şimdilerde diyorum ki hiçbir ideolojinin taraftarı değilim hakkın ve haklının tarafındayım Çünkü; bir ideolojinin fanatiği olursan o adamların yaptığı yanlış fillerin savunucusu ve taraftarı olursun.Vesselam.
Dolayısıyla ‘’Silah,
siyasetin bittiği yerde ortaya çıkar,’’ bu tüm taraflar için böyledir, bu ülkede
de tam böyle olmuş bir kısım insanlar ülkenin burjuvası, aristokratı konumuna
berceste ederken, diğerleri yani sıradan eğitimsiz, yoksul halk ise bir şekilde
devam ediyordu kargaşanın hüküm sürüdüğü bu zalim memlekette yaşamına. Silahlar
kuşanılmıştı artık savaş vardı. üstelik bu savaş ülkeyi birlikte kurduklarını
iddia eden iki tarafın arasında gerçekleşecekti. Yaşanan bu gerçekliği; hazine bulunca arkadaşını arkasından vuran, hırslı adamın kalleşliğine benzetiyorum.
Bu ülkenin gündemi yüz yılı aşkındır kanlı, ürkütücü, baskıcı, ahlaksız,yobazlıkla devam ede dursun, okuyup araştırınca dahi yüreğe derin bir hüzün ve sıkıntı bırakan bir
çatışmadır. intikam hıncına dönüşen. Hiçbir ilerleme kaydedilmeyen; girift,
karanlık, üzücü, iç sıkıcı keşmekeş, karamsar bir serüvendir yaşananlar.
Hülasa olarak farabi’ nin dediği gibi devlet
adamı erdemli olmalıdır. Günümüz
vasat Erdem'siz devlet yöneticileri ile farabi nin bu cümlesini kıyaslayamıyorum bile
çünkü Günümüz devlet adamları: "devlet
intikamcıdır" diyorlar. Böyle diyen
bir devlet adamını nasıl ikna edilebiliriz ki aksi bir yönteme; onun çivisi
öyle çakılmıştır kafasına.
Devlet adına, statü adına, güç adına, yücelttikleri ve yüceliğinden yaralandıkları için bir faninin bekası adına intikam
yemini içen günümüz dinci,faşist, ulusalcı,kemalist monşerleri, ile Farabi
nin erdemli yöneticisini yan yana düşünemiyorum bile çünkü bu bizim yaşadığımız
coğrafya için bir ütopya dır.
Zira birlikte kurduğumuz devlet denilen oluşumu sahiplenen faniler değilmidir hep halkı provoke eden; onlara yasadışı yolların meşruiyetini gösteren, diğer bir değişle halkı tetikçi seçen, öteki gördüğünü, terörist ilan eden, bölücü, terörist ilan ettiği kişi ya da kişileri, ölüme gönderen bu zihniyetin, yaşadığı ve yaşattığı çelişkiyi hiçbir zaman idrak edemedim.
Zira birlikte kurduğumuz devlet denilen oluşumu sahiplenen faniler değilmidir hep halkı provoke eden; onlara yasadışı yolların meşruiyetini gösteren, diğer bir değişle halkı tetikçi seçen, öteki gördüğünü, terörist ilan eden, bölücü, terörist ilan ettiği kişi ya da kişileri, ölüme gönderen bu zihniyetin, yaşadığı ve yaşattığı çelişkiyi hiçbir zaman idrak edemedim.
Özetle ne diyor Mevlana: ‘’kötülük yaptın mı kork, çünkü o bir tohumdur, Allah yeşertir ve
karşına çıkartır.’’ Bizde amenna ve sedakkna diyoruz. Ve yine ne diyor: ‘’İbni Haldun’’ ‘’coğrafya kaderdir’’ ve
bende naçizane bu coğrafyada yaşadığımız kaderi ve iyilik süsü verilmiş kötülükleri yazdım. Neler yaşandığını
görmemiz için, yarınlara ve değişime ışık olsun diye.
Katılmıyorum.
YanıtlaSil