Follow Us @bedelencu

7 Şubat 2020 Cuma

İsabellla


Bazı sözler, bazı deyimler, bazı atasözleri vardır ki bir vuruşta bir bilimsel analizin yerini doldurur! Bazı sözler dinlenmez ancak duyulsa, dinlense bile insanın aklında kalmaz. Fakat bazı sözlerde var ki duyulur duyulmaz insan aklına yapışır kalır. Ve öylece kuluçkaya yatar insan hafızasında. Zamanlı ve zamansız doğurur da doğurur !!
Şahsen ben ürkerek, korkarak, mahçup olarak bazı şeyler paylaşmak isterim etrafımdaki insanlara. Bu paylaşımlar ebetteki yaşadıklarımla ilgili duygu ve düşüncelerimdir çoğu zaman. Ancak kaçınılmaz hale gelen bu paylaşma arzumu gerçekleştirmeden önce bazı kişi ve kesimlerde, duygu ve düşüncelerim için yanlış bir izlenim olabilir kaygısı, bazen beni yazma konusunda frenliyor. Bu kez bu frenin patlamasına veya demem yerindeyse boşa alınmasına kendimi razı ettim.

Bu yazının konusundan ötürü, özellikle psikoloji bilimine ve benzeri konuları (her ne sebep ile ise) incelemeye ilgi duyan şahıslardan ve kurumlardan bağışlanmak (hoş görülmek) isterim.önceden tedbirli özür niyetine olsun yani!!

Evet, oldum olası ruhsal ( psiko lojik) konularla ilgilenen kişilerin ruhsal eğilimlerinden kuşkularım olmuştur. Onlar hep başkalarının kişilik ve ruhi dehlizlerini merak ederler ve düstursuzca dalarlar. ‘’Mal bulmuş mağribi’’ misali başkalarının derinliklerinde telaş, korku ve heyecan ile bulgu aramalarında bulunurlar. Her seferinde de o derin, karmaşık labirentlerde ellerindeki fener ile aslında kendi ruhlarını aradıkları gerçeği ile karşılaşır ve pat pat başkalarının ruhlarının duvar diplerine düşerler.

Başkalarının öz’ünü, bilinmez lerini ortaya çıkarma merakı onları o sorunlu, dağınık öz leri ile karşılaştırıp, kendi ruhlarının korku kapanına kıstırır. Ve cesaretsiz bir şekilde anlıyorlar ki; hayır! Asıl mesele başkaları değil, araştırmak istedikleri kişiler değil, fakat birçok bilinmezliklerinden kaynaklı, kendileridirler.

Kendilerinin üstü kabuk bağlamış,yaralı,örtülmüş öz’leridir!!!İşte sorun bu aralıklarda gizli ve dokunulmazdır kendileri için. Kendi dokunulmazlıklarını başkalarına dokunma gerekliliği koşullamaları içerisinde yerleşik bir düşünme/düşünce yöntemi olarak “algı”ya dönüştürürler. ‘’Ters yansıtma’’ dedikleri bu olmalı!!!kendi zayıf’ını güç’lü yansıtma; bir çeşit inkar’ duygusu yaratmak!!Bizim gibi zeki toplumlarda bu ve benzeri durumlarda balık avlayanlara”yemezler anam babam yemezler”diye müspet bir cevap verilir.

Başkalarının taziyesinde, taziye sahibinden daha fazla matem bağlayan kişileri gördüğünüzde bilin ki onlar en çok orada kendi acılarının yasını tutuyorlardır.Kendi acılarına ağlamaktadırlar!!
Peki, bütün bunları yazmak ta nereden çıktı diye sizler sormadan ben söyleyeyim. Neden unutmaz ve paylaşma ihtiyacı duyar insan bu tür olmuş bitmiş şeyleri?inanın o psikolog denilen arkadaşların bile çözemeyeceği sebepleri vardır.Hemi de dağ dağ!!

Bundan tam otuz yıl önce idi. Birçok nedenden dolayı ülkemi terk etmiştim. Kafam, yüreğim, hayallerim, özlemlerim henüz tıklım tıklım iken ‘sır’ile... Tümden yabancısı olduğum bir ülkede yerleşmeye, yaşamaya karar vermiştim. Kararımı uygulamaya uğraşıyordum.

Gördüğüm, işittiğim hatta yediğim-içtiğim her şeyin bile bilinmezliklerle dolu olduğu bir ülke. Avrupa’nın orta yerinde bir baş-kent! Adı-şanı olan bir baş-kent! Başkent sözcüğüne bile alerjisi olan benim gibi bir genç Diyarbakırlı için bir baş-kent te yaşamak daha ilginç  ( acayip) geliyordu. Ama bu gerçekten böyleydi!Allahtan başı boş, amaçsız gelmemiştim ve yara derindi; özlemler çoktu!Yerleştim.tanımaya çalıştım.Yeni insanlar, yeni bilgiler, yeni tecrübeler peş peşe düştü hayatıma.yeni sır’lar edinmeye başladım!Yabancılığım sulandı,gevşedi, aydınlandım!!Artık eski sır’larım için de kafeslerinden uçma zamanı gelmişti! Yeni duygular, yeni ve belki de daha iyi düşünceler, yeni paylaşımlar sır’larımın yerel motifli heybesini boşaltmama yardımcı oldu. Artık ne kendimle ne de başkalarıyla kasılarak, değerlerimi yitirme korkusuyla iletişim kurmayı düşünmüyordum. Hatta yanlış buluyordum!

İşte bu duygu-düşünce hengâmesi içerisinde bocalarken, üstüne üst’lük ‘’Kürt’ yaşamımın sebep olduğu baskılanmış, gecikmiş ergenlik dalgalarına maruz kaldım.’’ Yüzleşmek kaçınılmaz oldu! Tek başınalık, ergenlik , özlemler (mücadele) ve teslimiyet!Her koşulda mücadele, hiçbir koşulda teslim olmamayı kendine ahlak edinmiş bir ortamdan gelmiş olmam, bu şiar ile hayata tutunma kültürünü benimsemiş olmam, ilk kez hayatta işime yarayacaktı!! Fırtına içimdeydi. Savrulmak, dağılmak için her şey hazırdı! Kendime, içime tutundum! İçimle dost, yoldaş oldum! Savrulmadım! Dökülmedim! Geçer bu günler de geçer diye yıllarca içimdeki yoldaşa mırıldandım durdum! Ve tabii ki geçmedi hala da geçmedi!

Zamanla her şey daha kolay gelmeye başladı. Üniversite kaydımızı yaptık. Hazırlık sınıfına    (dil öğrenme) başladık. Tanışmalar, yeni arkadaşlıklar edindik. Dünyanın birçok ülkesinden kızlar, erkekler... Benim için de işin bu kısmı çok güzel geliyordu. İnsanlar, yüzleri beni çok meşgul ediyordu!! Bir kitapta okuduğum o keskin cümle bütün benliğime eşlik ediyordu, yönlendiriyordu! “ gençler dünyayı, yeni dünyaları merak ederler’’, diyordu : Sovyet eğitimci!!ben de gençliğimin farkına varmıştım! İnsana dair her şeyi merak ediyordum!!insanın meraklarını merak edecek kadar olmuştum yanii!!

Artık, sınıflar, koridorlar, kantin birbirimize tanışma tuzakları kurduğumuz alanlarımızdı. Göz renkleri, saç renkleri, oturma-kalkma adabı... kement atma zamanıydı sanki!! Gençler meğerse en çok birbirlerini merak ediyorlarmış! Kültür’ler, dil’ler çoğulcululuğu içerisinde tek şaşkın olanlar biz (ben) Kürt’ler idik! Gururla Kürt olduğumuzu, Kürtlüğümüzü, farklarımızı, özlemlerimizi büyük bir efendilik sorumluluğu ile paylaşıyorduk! Hiç kimse için önemli olmayan, heyecan vermeyen etnik kökenleri biz Kürtler için sanki yeni bir dünya inşası gibi önem arz ediyordu, heyecan veriyordu!

Allah kahretsin! Şanssızlık işte! Henüz kendimizden başka, başkalarına anlatabileceğim bir sohbet konusu da oluşmamıştı aslında! Yeni dünyama ilişkin anlatacağım çok şeyim yoktu ki.... Bildiklerimin, görmüş olduklarımın tarihleri de geçmek üzereydi sanki! Dünya bizim bildiğimiz dünya, doğrularımızın dünya ile ilgili kısımları da gerçeklerle ilgili değildi sanki !!
Hadi bakalım! Yapacak bişey, korkacak bişey de yok!!!

Üniversitemizin kantini en üst katlarda birindeydi. Ders bitimi yemeğe geldim. Cam kenarı, dışarısını görebilecek bir köşede yer buldum. Oturdum! Aynı an da hem yemeğimi yiyor hem de bu saçma-sapan, aciz şeyleri düşünüyordum. Kendime bir kendim bulmak için kantindeki bütün kalabalığın içine içine yüzüne yüzüne bakıyorum! Ne kimse bendim ne de ben kimse! Onlar hep aynı ben ise kendimle aynı! Kendime yeni bir kendim bulmanın imkânsızlığı ile ilgili düşünürken, masamda, tam karşımda oturan bayan, yemeğini bitirdi ve selam vererek kalktı! Ben de onu ayağa kalkarak selamladım, gitti!!

Ben henüz tam oturmamışken bile... Karşımda boşalan yere oturmayı hedeflemiş bir bayanın, elinde tabldot tepsisi ile yaklaştığını gördüm! Bana yaklaştıkça daha fazla gülen, oraya geliyorum diyen bir bakışlar serisi.Geldi, selam verdi , selamını ayağa kalkarak karşıladım.nezaketen izin isteyerek yemeğini masaya koydu!! Çok alımlı bir hareketle sandalyeyi geriye doğru çekti, stressiz, sakin bir şekilde üstündeki pembesi deri benzeri ceketi çıkardı, dizlerinin üzerine bir yere bıraktı, sonra bana mahcup mahcup, ben hep öyleyim dercesine boynunda yine beyaz ve pembe arası renkte fularını söktü boynundan ve dizleri üzerinde duran ceketini şöyle bir yukarı kaldırarak sol kolunun içine soktu. Ceketi de alıp sandalyenin arkasına astı, küçük, yarı bir kalkışla sandalyesini oturma düzenine getirdi ve masaya daha fazla yanaştı. Çok nazik ve karşısındakini gözeten bir yavaşlıkta, üzeri yemek, içecek olan tepsiyi kendisine doğru çekti ve yemeğini yemeğe başladı! Ayakta ilken hemen hemen benim boylarımda olan bayan, otururken nedense benden çok daha uzun boyluymuş gibi geldi bana.

tabii ki ben bütün hayatın bütün yüklerini taaa Diyarbakır’dan sırtımda taşıyarak gelmiş o sandalye mezarım mış gibi gömülmüş, bir daha elime geçmeyecek bir korkuyla önümdeki yemeğe yumulmuşum!!Hanımefendi nin bir sandalyeye oturması bile seremoni gibiydi valla!Hele o fuları boynundan sökmesinin şekli şemalı ninesi hakkında bile bilgi verir gibiydi.Şöyle bizim analarımızın, yengelerimizin, ablalarımızın kapalı kirpik açık göz tarzı ile süzdükten sonra, kafamdan geçenleri anlatmayayım!!Ben zaten yemeğimi bitirmiş sağa sola, dışarı bakarak oyalanıyorum. Bir yandan da onun yemeğinin en azından bir kısmını yedikten sonra bir sohbete başlayacağı ümidimi koruyorum. Bir yandan yemeğini o filmlerdeki gibi yiyor, diğer taraftan dışarıyı merak eden gözlerle bakıyor. Bir an ikimizde aynı anda dışarı baktık ve aynı an da dışarıdan gözlerimizi çektik. İşte o ışınlanma anında göz göze geldik. öyle bir baktı ki bana sanki gözlerinde dört mevsimi birden taşıyormuş gibi geldi!! Allah allah kehribar ve Zümrüt yeşili göz bebekleri; sonra birden saçlarına ilişti gözlerim! Kendiliğinden kına renkli,  up uzun, arkadan topuz yapılmış ve yüzüne sağlı-sollu serbest bırakılmış iki bakır bukle. Bukleler öyle sarkıtılmış ki yüzüne , gözleri iki bakır yatağı arasından usulce akan nehirleri çağrıştırıyordu!! Öyle mahzun mu demeliyim acaba!! Bir insan o kadar mı kendisi olur diye düşünürken, bir panter edasıyla tepsi de duran peçeteyi alarak ellerini sildi.

Sonra usulca yandaki pencerenin kenarına koymuş olduğu çantasına uzandı , aldı, çantasından çıkardığı ıslak mendilden bir tane kendisine çıkarttı, bir de bana tuttu tabii ki.. Teşekkür ettim, bir tane de ben aldım! O çantası ile uğraşırken ben hem kendimin hem de onun tepsisini toparladım, aldım önünden! Götürüp bulaşıkların yerine bırakacaktım.( kural oydu) bu fırsatı çok iyi kullandığımı düşündüm. O da çok sevindi gibi oldu. Sessizlik bitmişti! Kendime meyve çayı alacaktım! Teklif ettim! Teklifim çok doğal bir şekilde ama bir daha ki sefere kendisi alacağı şartıyla kabul edildi! Kantin de rahatlamıştı! Sakindik!! İki çay ve bol miktarda şeker aldım, masaya döndüm!! Çok ilginç bir şekilde hiç yerinden bile kıpırdamadı. Çay tepsisini masaya koyar koymaz büyük bir nezaketle önce bana bıraktı, sonra kendisine aldığı çayı dikkatlice koydu ve şeker kâsesini bana uzattı! Hayır önce siz alın dedikten sonra hiç itiraz etmeden bol miktarda şeker aldı ve kaseyi bana uzattı!! O arada gözlerime öyle bir baktı, öyle kocaman bir tebessüm attı ki sanki her yer bahçe oldu! Zaten her baktığında o kehribar Zümrüt karışımı gözleri o bakır saçlarının siluetini nakşediyordu baktığım her yere! Çok güzel bir insandı! Evet, zaman çok hızlı mı çok yavaş mı geçiyordu benim umurumda değildi! Kendisi de rahattı!
Ne mutlu; bir taraftan çay içiyoruz bir taraftan düşünüyoruz karşılıklı! Öyleydi!

İsabella, adı isabellaymış! İspanyol muş isabella! Psikoloji okumak istiyormuş. Ben siyasal bilim okuyacağımı söyleyince de kafasına yatmamış. Politikayı, politikacıları sevmediğini, dürüst kişiler olmadığını söyledi! Annesi Prof, babası Prof ve memleketlerinde ders verdiklerini aslında Yahudi olduğunu söyledi! Ben de kendimden, geldiğim yerlerden abartarak anlattığım hedeflerimden söz ettim!! En çok çocukları sevdiğini hatta çok çok çocuk yapmak istediğini söyledi! Ailenin tek çocuğuydu ve ikimiz de atları sevdiğimizi ve hatta boş zamanlarında at bindiğini, resimlerini de gösterebileceğini söyledi! Ben de atları çok sevdiğimi ama çok küçük yaşlarda henüz köyde içen at binmiş olduğumu söyledim! Atların sadakat güdülerini duyduğumu söyledim! Ama gösterecek bir resmim ve anlatacağım bir anımın olmadığını söyledim! Gerçeğini söylersem.. çok kaynaştık!! At sevgisi işe yaradı! O bilgi ile ben duyduklarımla yol alıyorum.

Birden yine o nazik kalkış hamlelerinden birini yaptı. Aldı çantasından bir şeyler, çantasını, ceketini bırakıp beş dakika geliyorum dedi. Gitti! Ortalık oldukça sakin olmasına rağmen, arkasına dönüp bakar ihtimalini düşünerek arkasından bakma yerine dışarısıyla ilgilendim. Öyle bir göz göze gelme istemedim tabii ki!!isabella gidip gelinceye kadar neler düşündüm neler! Söylediklerinin tümünü anladığım kadarıyla (dili yeni öğreniyorduk) kafa defterime yazdım!!
Evet, isabella dediği zamanda geldi! Tepsiyi çay doldurmuş gelmiş! Bu sevincim kursağımda kalmasın diye bildiğim bütün duaları ediyordum içimde! Hem de dudaklarımı da kıpırdamadan!yine aynı nezaketle sandalyesine oturdu, önce benim önüme bıraktı sonra kendisine aldı bir çay ve çok doğal bir usulde masayı düzenledi hemen!! Asalet bu her halde diye düşündüm birden!

Evet, şimdi anlat bakalım çocukluğunu, nasıl bir çocukluk yaşadın, nerede yaşadın çocukluğunu! Siz çocukken nasıl oyunlar oynardınız!! Yahu ne güzel sorular bunlar? Tam zamanı işte ?! Demek bunlar böyle tanışıklık isterler! Öyle çocukça ve neşeyle konuşuyoruz bir birimizin şivelerini bile sorgulamaya başladık! Keyifli sorularına keyifli, bağlayıcı, ona ilginç gelecek cevaplar bulmaya çalışıyorum. Atları konuştuk, Liceli olduğum için tabii ki kaçakçı atlarını anlatacaktım başka ne duymuştum ki atlar hakkında... düşündüm ve belki dikkatini çeker, bana daha çok yakınlaştırır diye başladım çocukluğumuzu anlatmaya!! Tamam dinliyorum diyerek daha bir iyi yakınlaştı masaya , elleri ile de saç püsküllerini yüzünden alıp kulaklarının arkasına yerleştirdi !! Allah Allah gözleri daha çok öne çıkınca masumiyeti de daha çok görünür oldu! Her gülüşü bir nar bahçesi!!

Evet.. Ben kasabada yaşıyordum, zaman zaman da köye giderdik! Aslında hepimiz akraba arkadaşlardık! Okula gider kışın kar ve çamurla oynardık yazın da toz ve hayvanlarla.... Ben anlattıkça o tatlılaşıyordu! O da benim tatlılaştığımı düşünüyor olmalıydı hep gözlerim ve ağzım arasında gidip geliyordu gözleri!!gayet sevimli bir dinleyici modundaydı!! Anlattığım ilkel oyunlarımız, çocukluğumuzun oyuncakları dikkatini çekiyordu belki de uydurduğumu düşünüyordu!

Eeeee dedikçe ben anlattım. Sonra aklıma birden bütün çocukluğumuz boyunca hayvanlara yaptığımız eziyet oyunları geldi .. Kuşlardan başladım. Her fırsatta kuşları nasıl öldürdüğümüzü, ağaçlara tırmanıp yuvalarını dağıttığımızı, yumurtalarını kırdığımızı ve kuşların ve yavrularının tüylerini nasıl yolduğumuzu nasıl keyif aldığımızı heyecanla ve neşeyle anlatıyordum. Ben anlattıkça isabella nın o aydınlık gözleri uzaklaşıyor, yüzündeki bahçelere o kuş ölüleri ve tüyleri serpiliyordu! Birden karşımdaki sessiz, dilini yutmuş bir karanlığa konuştuğumu fark ettim! İsabella o arada beni susturmamak için  nazik davranıyor ama kendisine işkence yaptığımı anlamayacak kadar kaptırmıştım kendisine galiba! Komik şeyler anlattığımı düşünüyordum! Ayrıca doğruydu anlattıklarım! Benim çocukluğum du anlattıklarım! O sormuştu ben anlattım!!

İşte birden bu işkence Faslı’nı birden fark ettik ve kalkacağım, gitmem gerekiyor dedi! Çaylar bile sanki dokunulmamış gibi kalmıştı! Kalktı. Kalktık! Hiç konuşmadı! Tramvaya doğru birlikte gittik! Hiç konuşmadı tramvay beklerken bile! Sadece bir iki kez teşekkür etti anlamsız anlamsız! Tramvay geldi! İsabella tramvaya binerken bile ben yokmuşum gibi ayrıldı! Tramvayda oturdu benim onu izlediğimi bile görmedi! Tramvay hareket etti, isabella gitti boynundaki fularla oynaya oynaya!! Saçlarını çekiştire çekiştire!
Benim de bineceğim tramvay geldi! Bindim!

O akşam, gece sabaha kadar isabella yı düşündüm. Çok iyi başlayan bir günüm dü büyük bir ihtimal o da çok güzel başlamıştı. Kendimi yok etmeden yeni insanlar, yeni yaşamlar edinmeliydim. Çocukluğum sorulmuştu ben yanlış yerden başlamıştım anlatmaya!! Halbuki berber çıraklığı, ayakkabı boyacılığı, çekirdek satma, su da kumar oynatma , camii cemaatinin arasına horoz fırlatma, babamın cebinden para çalarak örgüt kurmuşluğum bile vardı çocukluğumdan bildiklerim!! Evet en kötüsünden başlamıştım ama sanki en keyiflisinden!! Yahu yaptığımızda 6/7 yaşlarında anlattığımda 21 yaşındaydım. Artık öldürdüğümüz kuşlar için ağlıyorduk işte bunu anlatamadım!

Sabah o gailelerle ve isabellayı görmek, konuşmak istekleriyle evden çıktım! Okula geldim! Okulun ana girişine yaklaştıkça o devasa binanın önünde bekleyen isabellayı gördüm! Saçları daha düzgün bağlanmış, fularsız ve çok renkli bir kıyafet içerisinde yavaşça bana doğru yürüdü birlikte bir kaç adım yürüdük!ancak bir günaydın diyecek kadar zaman ayırarak bana, bana kırmızımsı(pembe) bir zarf uzattı!! Göz göze geldik, zarfı aldım gülerek! Onun sanki gözleri yoktu artık! Öyleydi! Heyecanla sınıfa girdim, oturdum! Zarfı açtım !! Bir mektup; özür dileyerek başlayan bir mektup!!
uzuncaaaaaaa bir açıklamalı mektup!!annesiyle konuştuğunu, benim kuşlara yaptıklarımızı, kendi annesine anlattığını ve benim için çok üzüldüğünü ve lütfen bir daha da ona yakınlaşmamam gerektiğini yazıyordu mektupta! Ben de yediğim haltın cezası olarak isabellanın isteklerine harfiyen uydum!! O dönem boyunca bazen karşılaşıyorduk sağda solda onunla! Ama ikinci dönem de bir daha göremedim isabella yı!! Hiç bir yerde rastlayamadık birbirimize bir daha!!

Ve bir gün de bir hayat böyle yaşandı!!

Demek ki psikoloji okuma isteği öyle basit bir istek değilmiş!! Başkalarının öldürdüğü kuşların cesetlerini, kendi içinde  toplamakmış psikoloji okumak!! 


Remzi Tanrıverdi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder