Follow Us @bedelencu

6 Şubat 2020 Perşembe

DİYARBAKIR SICAKLIĞI İLE İNGİLİZ SOĞUKLUĞU ARAMAK!


Nereden; kimden, nasıl duyduğumu, okuduğumu bilmeden, hatırlamadan yıllarca severek, özümseyerek, cazibesine güvenerek dikkatle anlamaya çalıştığım bir “atasözü” veya deyim biliyorum: “Mekân(lar)ı güzelleştiren insandır”diyor. Aslında doğruluğunu teyid ettirecek bir imkânım olmadı ancak bir Arap atasözü olduğu aklımda kalmış (sanki). Her ne ise artık: benim için, hayat boyu aklımdan çıkmayacağı kesin gibi.

Evet! Mekân(lar) insan(lar) la güzelleşiyor. İnsanlar mekân( lar)ı güzelleştiriyor, ortam oluşturuyor, yaşanılır kılıyor! Güzel insanlar ile yaşamak, her güzel insanın özlem serüvenidir! Şahsen güzel insanlarla karşılaşmak hususunda çok şanslı sayılırım. Güzel insanlar arasında doğdum, güzel insanlarla birlikte büyüdüm ve onlarla birlikte ve güzelleştirdikleri kentlerde yaşadım, yaşıyorum: Diyarbakır, Viyana ve Hastings! “Kentler de insanlara benzer”diyi yeni haklı çıkartır gibi!

Güzel insanlarla birlikte yaşama serüvenim Diyarbakır da başladı, Hastings te devam ediyor. Elbette ki herkes benim çıkardığım sonuçları çıkarmamış olabilir diye de düşünerek bir kaç şey paylaşmak isterim. Hep duyardık, İngilizlerin çok soğuk insanlar olduğunu; “ buzdolabı” yakıştırmasının yapıldığını da defalarca duymuşluğum vardır. Böyle bir söylemi hiç sorgulamadan ve bunu neredeyse İngilizleri tanımlamak için bile kullanan çok kişi vardır etrafımızda. Bu bir sır da değildir aslında! Milletlerin karakteristikleri hakkında üst perdeden tanım yapmak, sanki bir bilgi ve bilinç paylaşımıymış gibi de görülür çoğu zaman. Bakın bu milleti bile tanıyorum edası! Sonra, hayat , hoppala! diye karşınıza çıkar ve sizi teker teker, tane tane düzeltmeye çalışır.

YENİ SERÜVEN BAŞLIYOR! Yıllar önce!.. Diyarbakır dan İngiltere ye gitme kararı verdim. Şu Diyarbakır sıcağını, sıcaklığını İngiltere ye, İngilizlerin soğukluğuna tanıştırmalıydım! Hidayete erdirmeliydim onları; havalarını, mizaçlarını!.. Hurra buzlar erimeliydi!.. KAPALI DEVRE! Diyarbakır-İstanbul-Londra: bilet alındı. Tek yön! Diyarbakır ve İstanbul hattında her zamanki gibi sorun yaşandı. Uzun yolculuğa tahrip edilmiş sinirler ve sitemle başladım. Yıllar sonra, ilk kez gideceğim bir ülke, toplum, insanlar!.. Ve her türlü soğukluğu beynimize işlenmiş bir ülke! Ve kocaman kocaman kaygılarımı ve endişelerimi de birlikte almıştım sanki!.. Her tarafıma “İngiliz soğukluğu” batıyordu! Yolculuk boyunca ne de kötü şeyler düşünmüştüm. Sanki başıma gelmeyecek kötü şeyler kalmayacaktı; ilk karşılaşacağım kişinin suratında buzdan bakışlar bulacaktım!.. Soğuk, manasız bakışlarla karşılaşmak için can atıyordum! Söylenenlerin doğruluk payını yan koltuklarda oturan bay ve bayan İngiliz yolcuların suratlarında, gözlerinde ölçüyordum!.. Henüz bir türlü karşılaşmadığım o soğukluğu düşünmekten yorulmuş, uyumuşum!..

Yetersiz İngilizcemle, haddinden fazla kaygı ve tereddütlerimle yapılan anonslara kulak kabartmaktan da kalmıyordum!.. Uyandığımı da karşımda tebessümleri ile benimle iletişim kurmaya çalışan yaşlı , koltuk komşum çift bir türlü bakışlarıma güvenmemiş olacaklardı ki, iletişim için atılgan bir cesarete ihtiyaç duydular ilk adım için. Ve şeytanın bacağı kırıldı!.. Kadın: “İlk kez mi İngiltere’ye geliyorsunuz?” dedi. Ben: “Evet” dedim. (Allah Allah! Bu da nereden çıktı şimdi!) Kadın: “Çok kalacak mısınız?” dedi. Ben: “Ne kadar kalacağımı bilmiyorum, ama biletim tek yön.” dedim. Kadın: “Nerede kalacaksınız,sizi karşılayacak kimse var mı?” dedi. Ben: “Hastings te arkadaşım da kalacağım ve kimse beni karşılamayacak, kendim trenle gideceğim!” dedim. Kadın: “Nasıl gideceğini biliyor musun?” der demez; erkek arkadaşı, el çantasından kâğıt kalem çıkardı ve güzelce bana bir ulaşım planı çizdi.

Uçakta iniş anonsları yapılıyor ve ben bütün konsantrasyon bozukluğumla uçağın penceresinden dışarısını görmeyi deneyerek yeni yaşamımın ip uçlarını arıyorum! Diğer yandan, adresime en kolay yollardan nasıl ulaşacağımı dert edinen İngiliz çiftin, soğukluklarını ne zaman göstereceklerini merakla düşünüyorum

Uçak indi alana. Erkek İngiliz bana özel çizdiği yol planını almam için uzattı; bol şans diledi. Anladım! Avuçlarım, içim o pusula ile ısındı! İnsan insanı ısıtırmış! Ve yüzlerinde soğukluk arayan bakışlarımı içimdeki ısıya yönelttim. Pusulaya göre trene bindim, hava alanından. Merkez Victoria tren istasyonuna geldim, ordan da gideceğim yerleşkeye (HASTİNGS) gitmek için bilet almam gerekiyordu.

Bilet alındı. Tren platforma yanaştı. Sırtımda kocaman bir sırt çantası, iki de kocaman bavul. Trene bineceğim. Arkamdan bir ses; döndüm benden oldukça genç bir bayan. Profesyonel olduğu giyiminden belli! Bana yardım etmek istiyor. Hiç bir koşulda reddedemezdim! Yüküm ağırdı ve İngiliz soğukluğunu düşünmekten, aramaktan, zaten telef olmuştum! Bindik trene! Oturdum. O da yanıma oturdu! Bavulları da koltuklara oturttuk! (Kendi söyledi.) İkimiz de nefeslerimizi daha hızlı alıyorduk diğer yolcuların bakışları arasında! Ve derin bir nefesten sonra öyle kocaman, öyle başarılı bir tebessüm attı ki gözlerime!.. Ve, “Ben Ruth” dedi. Elini uzattı, ben de “Remzi” dedim. Elini tuttum! Bir daha içim ısındı ve gözlerime atılan o kocaman tebessümleri anlamaya çalışıyordum…

O arada trenlerde seyyar içki ve aperatif yiyecek satan kişi geldi. Ruth: “Bira içer misin?” dedi. “Hayır” dedim. “Başka bişey?” dedi. “Hayır” dedim. “Açlığın var mı?” dedi. “Hayır, teşekkür ederim!” dedim. Sonra… Daha iyi yerleştiğimizi hissettik ve İspanyol olduğumu, hayır, İtalyan olduğumu, hayır! Kürd olduğumu söyledim. Ve sohbet anlaşılmaz bir dilden devam etti!.. Nereye gideceğimi, gideceğim adresi bilip bilmediğimi sorduktan sonra; daha sıcak, sevecen, sahiplenen jestlerle bana davrandı İngiliz Ruth! Ben ise hala İngiliz soğukluğu ile karşılaşacağım anın hasretini arıyordum! Ve ancak o gözlerin derinliğindeki mavilik ile karşılaştım ki!.. Diyarbakırlıydım değil mi? Biz İngiliz Ruth ile onun fedakarlığı ile devam ettirdiğimiz sohbetimizi anlamaya çalışırken... Tren de istasyon anonsları yükseliyordu! Ruth benden bir kaç istasyon önce inecekti! Bir yandan Ruth’u dinlemeye çalışıyor, bir yandan trenin uçuşu eşliğinde dışarıyı izliyor, diğer bir yandan da bütün hinliğimle Ruth un ve diğer yolcuların suratlarında aradığım o korkunç İngiliz mesafesini arıyordum!..

Ve Ruth hareketlenmeye başladı... Çantasından bir kart ve kalem çıkardı masanın üstüne koydu ve müthiş, melankolik bir ciddiyetle bir şeyler yazdı kartın üzerine. Başını kaldırdı. Unutulmaz bir şefkat gibi gelen bir jestle gözlerimin içinde bir şeyler arayarak; kartı bana uzattı ve bana doğru, göz hizama doğru eğildi: “Bu benim kartım, bu da ev telefonum, bu cep numaram, bu da annemin telefonları!..” Şaşırdım!! Offff İngiliz soğuk mizacı çöktü üzerime; boğazımı sıkıyor, gözlerimi oyuyor, kalbimi söküp bana yediriyordu! “Al bu kartı, yerine ulaştığında ararsın, bana ulaşmazsan anneme... Birlikte yaşıyoruz onunla! Bir sorun çıkarsa da ararsın!

Offf offf! Sonra ayağa kalktı, paltosunu giydi güzelce… Bana ve şaşkınlığıma iyice sarıldı ve birazdan ineceğini söyledi. Yetmeyen bir şeydi bu ona, Ruth a! Yanımızdaki yolculara da emanet etti ayrıca! Aynı yöne giden yolculara!.. Tren durdu. Ruth indi! Pencerenin önünde bana bakarak bekledi ve tren hareket etti. Ben bir kez daha onun mavi gözlerinden soğukluğuna dair bir şeyler bulmaya çalıştım! Yoksa İngiliz değil miydi?

Uçan tren daha da fazla uçmaya başladı!.. Karanlık çökmek üzereydi. Anons!.. Hastings istasyonuna varmak üzereyiz. Beni emanet alan diğer yolcular bana bakmaya, bir şeyler anlatmaya başladılar… Anladım! Hastings’teyiz! Tren durdu! Bavulları indirmek için sanki her kes komut bekliyormuş. İndik. İçeride kalanlar el sallamaya, kocaman gülücükler atmaya başladı. Tren devam etti… Ben hala Diyarbakırlı sıcağımla şöyle güzelce hidayete erdireceğim bir İngiliz soğuğu veya soğuk bir İngiliz arıyordum!


Bavullarımla baş başa istasyondan çıkışı ararken; köylü kaybolmuş bir eda ile bakınırken, yanımda yirmili yaşlarda iki genç erkek belirdi! “Yardım edebilir miyiz?” diye sorduklarını anladım. Merdiven çıkmamız gerekiyordu. Hemen birer bavulumu yükleyip çıktık.

Gideceğim adresi gösterdim. Taksiye götürdüler ve taksiye bindirdiler! Taksici ileri yaşta bir erkek. Adrese gittik. Vardık! Taksiyi durdurdu; bütün bavulları itina ile indirdi ve benimle birlikte evin kapısına kadar taşıdı!.. Çok büyük gülücüklerle beni eve teslim etti! Ben hala o soğuk İngiliz’i aramaktan vazgeçmemiştim!..

Eve girdim. Misafiri olacağım arkadaş yoktu o sıralar İngiltere’de (bilgim vardı), başka bir arkadaş bulunuyordu ve geleceğimden haberdardı. Yiyecekler hazırlanmıştı erkekçe ve cömertçe! Sonra arkadaş aradı ulaşıp ulaşmadığımı öğrenmek için. Küçük bir sohbetten sonra, yolcu dinlensin dendi!.. Ev sahibi arkadaş bana kendi yatak odasını tahsis etmişmiş!.. Neyse bir haftalığına gittiğim misafirlikte altı ay ancak kurtulabildim. Zira soğuk İngilizler beni bırakmıyorlardı!

O gün Diyarbakır’dan başlayan yorgunluğu; soğuk İngilizlerle karşılaşma korkularımla birleşince hemen uyumak istedim. Günün son macerası olarak, evdeki arkadaştan Ruth’u arayıp haber vermek istediğimi söyledim! Ruth’u aradık, konuştuk! Telefon numaramızı verdik ve öyle uyumuşummmm!..

Sabah erkenden Ruth aradı ve nasıl olduğumu, gelip beni alıp Londra’ya götürmek istediğini söyledi! O gün için olmazdı! Bir hafta sonra ben gittim Londra’ya; ilk karşılaştığımız noktadan aldı ve önce yemeğe sonra da iş yerine götürüp beni iş arkadaşlarıyla teker teker tanıştırdı! Çok büyük bir şirketin basın sözcülüğünü yapan Ruth; İngiliz soğukluğu üzerine bir güneş örtüsü gibi, Diyarbakırlı sıcaklığını çakan, ilk ve çelikten bir çivi gibiydi!.. Evet “ mekanı güzelleştiren insandır” insan güzelleştirir! Ruth’lara bağlılıkla…


Remzi Tanrıverdi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder