“Biz istiyoruz ki yeryüzünün ezilenlerini
önderler yapalım.” [Kasas Suresi-5]
İslam
tarihine genel çerçeveden bakıldığı zaman peygamber Arap yarım adasında dünyaya
gözlerini açtığında Arabistan ve çevre si birçok dinin doğduğu bir ortamı
barındırıyordu.
Arabistan, Orta doğu, Mezopotamya ve mısır bölgesi birçok farklı dine, peygambere ev sahipliği yapmış kadim coğrafyalardır. onlarca peygamber bu
bölgelerde doğmuş, yaşamış derin izler bırakarak o yörelere ışık olmuşlardır. Başta o bölgelerde yaşayan insanlar olmak
üzere dünya toplumlarına bambaşka bir bakış açısı ve ahlaki öğreti bırakarak gitmişlerdir.
Son peygamber hz Muhammed in yaşadığı şehir olan Mekke de bu
bölgededir. Peygamber o bölgede emin
olarak tanınıyordu. Muhammed ül emin yaşadığı toplumdaki haksızlıklar, eşit olmayan ve adaletsiz yönelimler, kölelik, kadın lara yapılan zulüm ve diğer bir çok konuları düşünmek için, Hira da inzivaya çekilip tefekkür
ediyordu rabbine. yaşadığı toplumu, zengin ile fakir arasındaki uçurumu, haksızlıkları ve bu haksızlıkları önlemenin çarelerini düşünüyordu Hirada haftalarca günlerce...
Taki bir gün ulu bir ses kendisine sesleninceye kadar; ikra ( oku) dedi o ses. Sonra
tekrar ve tekrar söyledi o cümleyi. Yaradan rabbinin adıyla oku o insanı bir kan
pıhtısından yarattı.
peygamber ürperdi, korktu.Yaşadıklarını ilk önce eşi Hatice ye söyledi. Daha sonra yaşadığı toplumdaki insanlara anlattı. kendisine gelen ilahi mesajı.
Ona vahye dilen din tüm dünya insanlarına hitap eden sınırları olmayan evrensel
bir mesajdı. iyiliği emredip kötülükten men eden haksızlık karşısında susana dilsiz şeytan diyecek kadar adaleti önceleyen bir çağrıydı.
Bu dinin ilk
inananları toplumun ötekileri
idi. Ezilmiş, yoksul bırakılmış, köleleştirilmiş, cinsel ayrımcılığa maruz kalmış kişilerin omuzlarında yükseldi ilk olarak İslam dini.
Yoksul ve ezilmiş yığınları
arkasından sürükleyen İslam peygamberi de takipçileri gibi
yoksul yaşayan, mütevazi hayatı olan biriydi. bu dinin örnek savunucuları: Ebu
zer, Bilal Habeşi, hz Ali ve ölünceye kadar yoksulluk içinde yaşayan
peygamber kızı hz Fatıma vd idi.
Peygamber İslami tebliğ
görevini bitirip hakka ulaşınca arkasından İslam dinini savunan önderler
türedi. 4 halife döneminden sonra bu türeyişin en farklı örneği Muaviye ve onun oğlu Yezit oldu. muaviye İslam dünyasına yeni bir form getirdi. bunun adı ‘’sarayın, gücün ve güçlünün İslamıydı’’
Muaviye nin saraylaştırdığı, metalandırdığı yeni İslam o dönemin birçok din alimi tarafından verilen verilen fetvalarla meşrulaştırılıyordu.
Her dönem çıkarları için fetva veren yazarlar, gazeteciler, hocalar var olduğu gibi. onların varlığına karşılık hiç bir dünyalık nimeti önemsemeyen hak bildiğini cesurca söyleyen Ebuzer lerde vardı. Haksızlık karşısında duran, tüm dünyalık nimetleri iten, Ebuzer, saray İslamının kurucusu Muaviye' ye kıyamete kadar geçerli olacak adını tarihe yazdıracak şu cümlelerle seslenmişti:
Ey Muaviye köşkler saray lar yaptırdın! Eğer bunları kendi paran ile yaptırdysan israftır. Halkın malı ile yaptırdıysan küfürdür! demiştir. Ebuzer, Muaviye ye.
Ebu zerden yüzyıllar sonra yaşamış olan Ali Şeriati de bu doğrultuda şu cümleleri
söylemiştir. Günümüzde de geçerliliğini sürdüren, kendi yaşadığı çağdaki
Muaviye' lere;
En şaşalı otellerde kalarak, en pahalı
turlarla yolculuk yaparak ve bir milyon Müslüman arasında hepsinden daha seçkin
ve daha ayrıcalıklı olarak mutlu bir hac ibadeti ifa eden kişi, inançta İbrahim,
davranışta nemrut gibidir demiştir.
Bu bağlamda Hz Aliye Muaviye gibi olması telkin edilince oda şu cevabı
vermiştir : ’’İslam adına getirildiğim şu makamda zulümle mi kazanmamı tavsiye
ediyorsunuz’’ demiş ve bunu yapmayacağını söylemiştir.
Günümüz siyasi leri üzerinden bu örnekleri yorumlarsak; Üstünlerin
hukukuna değil, hukukun üstünlüğüne, sarayın İslamı na değil, peygamberin tebliğ
ettiği tüm dünya insanlarına eşit olmayı öngören İslami savunduğunu iddia edip, gerçekte ise tam tersi bir durumu yaşatan, Hz İbrahim gibi, Hz İsa gibi,Hz Muhammed gibi geldiklerini söyleyip Muaviye ve Yezid gibi davranışlar
sergileyen, Kitleleri arkalarından sürükleyen yaşadığımız anların yöneticilerinin ve onların savunucularının derinliği olmayan yüzeysel sıradan kişiler olduklarını yaptıkları teori ve eylemlerde şahit olduk.
Yıllarca iktidar olma mücadelelerini meydanlarda kendilerini takip eden binlerce insana İslam adı altında veren Allah, din, ahlak, mücahitlik
vurgusu yapanlar iktidar olunca görüldü ki yürekli, mert ve
dindarca bağırdıkları gibi değillermiş, o sadece hamaset miş göz boyama imış.
Yeryüzündeki ezilenleri önderler yapalım misyonu ile zuhur eden İslami düşünce Gücün İslamına dönüştürüldü, kısa sürede
kitleleri sindirdi, koşulsuz itaat
ve biat eden sorgulamayan, sorgulamak istemeyen çıkarcı ve korkak
yığınlar ortaya çıktı.
Oysaki
İslam düşünce yapısında biat etme belli şartlara bağlıdır, koşulsuz itaat yoktur.
Bu
anlamda yıllarca meydanlarda çeşitli yayın organlarında Yahya bin muazın şu
sözlerini dillendirenler, bu ve benzeri şiir yazı eseri kullanarak iktidar
olanlar halka fakirliğin öbür
dünyadaki nimetlerinden bahsedenlerin kapitalist yaşam sürdürdüklerine, dürüst olamadıklarına şahit olduk.
Bu yazıyı Yahya Bin Muazın şu sözleriyle nihayetlendirirken şunu vurgulamadan geçmek istemiyorum: radikalizmin her türlüsü kötüdür. Yapamayacağınız hayatınızda uygulamadığınız, yada uygulamayacağınız ilkeleri neden yıllarca meydanlarda dillendirip arkanızdan kitleleri sürüklediniz.?
Görüyorum ki, evleriniz Rum kayserinin evlerine,
Lükse hayranlığınız Kisra‘nın tutumuna,
Servet peşinde koşmanız Karun‘un anlayışına,
Saltanatınız
Firavun‘un saltanatına,
Nefisleriniz Ebu Cehil‘in nefsine,
Gururunuz Ebrehe‘nin gururuna,
Yaşayışınız Sefihlerin yaşayışına benziyor
Allah için söyleyin!
Muhammedî olanlar nerede?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder