Follow Us @bedelencu

29 Ekim 2016 Cumartesi

Pandoranın Kutusundan İslamcılar Çıktı!

Ekim 29, 2016 0 Yorum

Efsaneye göre Zeus  kendinden ateşi çalıp insanlara veren prometheus 'un kardeşi epimetheus 'a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekâya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus  kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir.

Zeus, Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kavanozu (kutuyu) asla açılmamak üzere hediye eder.

Fakat İnsanoğlunun karşı koyamadığı delişmen merakı insanın varoluşundan itibaren ''Havva annemizin yasak elmayı yemesi ne kadar uzanır.'' Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır. Bu da insanların içindeki "umut "tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu. 

Fakat Pandora geç kalmıştır; çünkü yeryüzü nü cinnet, umutsuzluk, kan akıtma, kin, nefret çoktan işgal etmişti.


Pandora nın kutusu örneği başta Orta doğu olmak üzere Türkiye ve diğer aktör ülkelerin siyasetçilerinin ruhi durumları ve düşünceleri üzerinden dışsallaşarak şekillenmişti.

Neydi bu şekillenme geçmişte İslamcı, mücahit,ahlaklı, hak yemeyen düşüncelerle yola çıkmış bir grubun fazlasıyla menfaat perest oldukları görüldü. yılların alın teri, birikimi ve sabrının sonunda daha iyi bir dünya düzeni kurulacağı iddiasıyla kendilerini tanımamıza vesile oldukları oluşuma sırtını dönerek yeni bir oluşuma imza atmışlardı.

Ümit vardık, bu oluşum iktidar olacak çoğu putu yerle bir edecekti. Ümmetçi idiler hiçbir ırkı, dili, kültürü diğerinden önde tutmayacaklardı. sözünün eri idiler verdikleri sözden asla dönmeyeceklerdi. Bir lokma bir hırka yeterdi onlara, onlar için önemli olan insanlığın menfaatleriydi. Yetimin, yoksulun, ezilmişin, ötekinin yanında riyasız bir şekilde duracaklardı.

İslamın ilk var olduğu dönemlerdeki gibi, yoksul, yetim, ezilmiş, ırkından dolayı dışlanmış kişilerce var edilmişti. onların duaları, emekleri, sabırları vardı. Şu an oturdukları sarayın her zerresinde.

Fakat onlar sermayenin büyülü gücüne yaslanarak ayakta kalmayı tercih etmişlerdi. Yükseldikleri her basamakta arkada bıraktıkları dost dedikleri kişileri, yada grupları çeşitli ayak oyunları ile diskalifiye etmişlerdi.  Bu onların tavrıydı ilke edinmişlerdi. Nede olsa bu tavır onları iktidar yapmıştı hemde tek başına.

Geniş, büyük düşünen bir oluşum oldukları iddiasında idiler. Sen Türkiye sin büyük düşün diyecek kadar iddialı idiler ve bu amaçla Türkiye tarihinde yıllardır iyileşmeyen bir yara haline dönüşmüş, Kürt sorununu ''demokratik açılım, çözüm süreci'' gibi adlandırmalarla bitirmek için yola koyulmuşlardı. 

Sürekli bu anlamda yenilikler yapılıyordu ümitli idik, bu sorun  bitecekti iki tarafı da memnun edecek bir sonuçla bu yara iyileştirilecekti. fakat bu durum hiçte beklediğimiz gibi olmadı çözüm süreci kanlı bir sürece dönüştü. Bu durumda diğerlerine yaptıkları gibi ağza bal çalındı ve geri çekildi.

90 yıllarda mazlum, ezilen, başörtülü, iyi ahlaklı, imam hatipli, kapitalizme bulaşmamış mücahit erkek ve kadınların sürekli olarak meydanlarda dilendirdiği ezilmişlik ve ötekileştirilmişlik söylemleri vardı. 

Bu grubun o dönemlerdeki partisi her seçimde en diplerde oy oranlarına sahip olurdu. Ama onlar yinede üzülmezler, bıkkınlık göstermezler diğer seçimlerde aynı heyecan ve ümitle yollarına devam ederlerdi.

Bazılarına göre onlar ( İslamcılar) diğer bir değişle irticacılar, çok tehlikeli idiler. Bu ülkenin Laik, Solcu, Burjuva yada görgülü partisince sürekli irtica, yobaz, mürteci yafta-lamalarıyla iti lirlerdi

Bu mücahit ablalar ve ağabeyler o dönemlerde Beyazıt meydanında zılgıt atarlardı. Haksızlıklara karşı biz o zamanlar daha hayatının en baharındaki genç kızlar ve erkeklerdik çok inanmıştık onlara kurtarıcımız olarak görüyorduk, nede olsa onların sadece kanatları eksikti melek olmaları için.

Aylar yıllar böylece geçiyordu. Bizleri TV ekranlarında savunan özendiğimiz dava adamları vardı. Bazıları çıkıp ekranlarda; makyajlı kadının kaportası bozuktur derdi vakur ve sert bir edayla. o zamanlar daha çocuk sayıldığımız için bu ironinin altındaki cilveleşmeyi fark etmemiştik.

Çok anlam yüklemiştik çok!  bu mücahit abla ve ağabeylere. Geldi zaman geçti zaman, artık bu diplerde seyreden partinin oy oranları iyiden iyiye yükselişe geçmişti, parlıyordu,  görünüyordu, fark ediliyordu.

Dini bütün, mücahit, iyi ahlaklı, vahiy gelmiş edalarında ortalarda dolaşan, kirli sakallı, bol kıyafetli bu adamlar çok iddialı idiler yaptıkları ve durdukları yer konusunda. İslamcı idiler, bir iddiaları vardı ve bu iddiayı ispatlamak için iktidarı, yani devletin gücünü ellerine almaları gerekirdi. Her şey onların devleti ele geçirip iktidar olmasıyla düzelecekti yıllarca bunu empoze etmişlerdi takipçilerine, kitlelere.

Ümmetçi idiler, önce Müslümanların bekasını düşünürlerdi. Meydanlarda kitleleri galeyana getiren şiirler okurlardı. Böylece bizler onların ne çok bilgi birikimine sahip, entelektüeller olduklarını zannederdik, ama gördük ki sadece zanmış.

Üzerlerindeki elbiseler dışında hiçbir dünyevi varlığı önemsemeyen ''Ebu zer'' sanmıştık, inandığı dava uğruna canını veren ''Ali şeraiti'' bilmiştik. Bu sebepten kalpten dualar gönderirdik ırk, din, dil, kültür ayrımı yapmayan önce ümmet ve din kardeşliğini önemseyen sözde bu dava adamlarına.

Hatalar insanın olduğu her yerde vardır. Bu durum yadırganamaz. Bizlerde küçük hataları ayaklarımızın altına almıştık. Nede olsa onların kocaman yürekleri vardı, iyilikleri olacaktı. Yeter ki yıllardır iktidar olan halk düşmanı, ayrılıkçı, tek tipçi, din ve dindar düşmanı CHP den kurtulalım. Bu amaçla aidiyetimiz ve önceliğimiz hep dinimizdi. milliyetimiz, kültürümüz, dilimiz, Etnistemiz' i bir potada eritmiş tik İslamiyet ve insanlık potasında.

Bu oluşum yıllar sonra iktidar koltuğuna oturdu.Mutluyduk, rahattık nede olsa onlar bizlerin kurtarıcıları idiler. 

Geldikleri davayı da ötelemişlerdi, adına da gömlek çıkarma demişlerdi. Vaftiz töreni gibi bir şeydi galiba!.onu bile anlamıştık haklı bulmuştuk nereye kadar devam edebilir diki, küçük de olsa taviz verilebilirdi. 

Bu yeni partileşmiş oluşum kendini ''İslamcı'' olarak değil muhafazakar- Demokrat olarak tanımlıyordu.Bir dediği bir dediğini, bir yaptığı diğer yaptığını tutmayan yöneticilere dönüşmüşlerdi. oysaki biz ne savunduğunu acıkça belli eden tutarlı yöneticiler ummuştuk. Hasılı yerine göre çok dindar yerine göre de gayet modern lüks bir hayat yaşıyorlardı.iktidar olmadan önce yaşam tarzlarını fazlasıyla eleştirdikleri sanat artist camiasını da bağırlarına basıyorlardı.

Bu bağlamda ''Pandora nın kutusu İslamcılar olmuştu.'' Gelişleriyle yeryüzünde sosyal depremler meydana getirmişlerdi. Neydi bunlar: Irak ta yaşanan ne olduğunu anlayamadığımız savaş, Şu an Suriye de yaşanan  iç savaş, Mısır, Yemen, Libya bu durum yakınımızı, doğuyu, orta doğuyu kan, irin çukuruna çevirmişti.


Kendileri için binlerce koruma ordusunun ardına sığınanlar hiç düşünmediler mi; ölen gençlerin, çocukların, annelerin ve babaların hayalleri, ümitleri vardı hayata geleceğe dair.

Bu duruma sebep olanlar yıllarca meydanlarda ümmetçilik edebiyatı yapan, toplumun en dibinden gelen, en dipte olmanın ne olduğunu iyi bilen bir kitle idi. Kardeşim dedikleri, ümmet dedikleri insanların evlerini, yurtlarını, ülkelerini başlarına yıkmışlardı. Ağızlarından düşürmedikleri dış güçlerin katkılarıyla.

Sözde hakperest olan bu İslam cı grup İktidar olunca yıllarca bastırdıkları nefislerinin önünü açtılar, hakperestlik iddiasında olanlar inşaat-perese, menfaat- perese dönüştüler.

Yaşadıkları ülkenin  sorunlarını çözmeden, üstelik çıkardıkları gömleğin kokusu halen üzerler-indeyken yeni bir maceraya atıldılar. Dünya liderliği idi bunun adı. Büyük Orta doğu projesinin Eş Başkanı olduklarını meydanlarda dillendirdiler. Bu dillendirmeleri sonucunda kardeş, ümmet cümlelerini kendilerinden fazlasıyla duyduğumuz bu grup yanı başımızı, doğumuzu, komşu ülkeleri düşman ilan ettiler ve savaşmaya başladılar.
Binlerce Iraklı, Suriyeli, insanı yersiz yurtsuz birer mülteciye dönüştürdüler.

Şıp sevdi oldukları için ego larına ters düşünce çözüm sürecini de askıya aldılar. duvarların ardında ne olduğunu bilmediğimiz, masa başında planladıkları, yönetim ve uygulamalarla yeni çatışmalar meydana geldi karşılıklı olarak sözde kardeşler birbirlerini öldürmeye başladı ve bir nevi doğumuz Suriye' ye dönüştü.

Kısaca, İslamcıların iktidar olması pandora nın kutusunun açılıp dünyaya umutsuzluk ve kötülüğün yayılması gibi bir sinerji oluşturdu. bizler yıllardır bu oluşumun iktidar olmasını beklerken beklediğimiz bu kutudan kan, gözyaşı, yıkım, haksızlık, liyakatsizlik, acı, feryat, Ümitsizlik,kafası karışık, İdiyle hareket edecek kadar ilkel benliğini önemseyen, bir dediği diğerini tutmayan, tutarsız bir grup narsist gördük ve utandık. Onları yıllarca meydanlarda alkışladığımız için.




16 Ekim 2016 Pazar

İslamın Muaviyeleştirilmesi

Ekim 16, 2016 0 Yorum



Biz istiyoruz ki yeryüzünün ezilenlerini önderler yapalım.” [Kasas Suresi-5]

İslam tarihine genel çerçeveden bakıldığı zaman peygamber Arap yarım adasında dünyaya gözlerini açtığında Arabistan ve çevre si birçok dinin doğduğu bir ortamı barındırıyordu. 

Arabistan, Orta doğu, Mezopotamya ve mısır bölgesi birçok farklı dine, peygambere ev sahipliği yapmış kadim coğrafyalardır. onlarca peygamber bu bölgelerde doğmuş, yaşamış derin izler bırakarak o yörelere ışık olmuşlardır. Başta o bölgelerde yaşayan insanlar olmak üzere dünya toplumlarına bambaşka bir bakış açısı ve ahlaki öğreti bırakarak gitmişlerdir.

Son peygamber hz Muhammed in yaşadığı şehir olan Mekke de bu bölgededir.  Peygamber o bölgede emin olarak tanınıyorduMuhammed ül  emin yaşadığı toplumdaki haksızlıklar, eşit olmayan ve adaletsiz yönelimler, kölelik, kadın lara yapılan zulüm ve diğer bir çok konuları düşünmek için, Hira da inzivaya çekilip tefekkür ediyordu rabbine.  yaşadığı toplumu, zengin ile fakir arasındaki uçurumu, haksızlıkları ve bu haksızlıkları  önlemenin çarelerini düşünüyordu Hirada haftalarca günlerce...

Taki bir gün ulu bir ses kendisine sesleninceye kadar; ikra ( oku) dedi o ses. Sonra tekrar ve tekrar söyledi o cümleyi. Yaradan rabbinin adıyla oku o insanı bir kan pıhtısından yarattı. 

peygamber ürperdi, korktu.Yaşadıklarını  ilk önce eşi Hatice ye söyledi. Daha sonra yaşadığı toplumdaki insanlara anlattı. kendisine gelen ilahi mesajı. Ona vahye dilen din tüm dünya insanlarına hitap eden sınırları olmayan evrensel bir mesajdı. iyiliği emredip kötülükten men eden haksızlık karşısında susana dilsiz şeytan diyecek kadar adaleti önceleyen bir çağrıydı.

Bu dinin ilk inananları toplumun ötekileri idi. Ezilmiş, yoksul bırakılmış, köleleştirilmiş, cinsel ayrımcılığa maruz kalmış kişilerin omuzlarında yükseldi ilk olarak İslam dini. 

Yoksul ve ezilmiş yığınları arkasından sürükleyen İslam peygamberi de takipçileri gibi yoksul yaşayan, mütevazi hayatı olan biriydi.  bu dinin örnek savunucuları:   Ebu zer, Bilal Habeşi, hz Ali ve ölünceye kadar yoksulluk içinde yaşayan peygamber kızı hz Fatıma vd idi.

Peygamber İslami tebliğ görevini bitirip hakka ulaşınca arkasından İslam dinini savunan önderler türedi. 4 halife döneminden sonra bu türeyişin en farklı örneği Muaviye ve onun oğlu Yezit oldu.  muaviye İslam dünyasına yeni bir form getirdi. bunun adı ‘sarayın, gücün ve güçlünün İslamıydı’’ Muaviye nin saraylaştırdığı, metalandırdığı yeni İslam o dönemin birçok din alimi tarafından verilen verilen fetvalarla meşrulaştırılıyordu. 

Her dönem çıkarları için fetva veren yazarlar, gazeteciler, hocalar var olduğu gibi. onların varlığına karşılık hiç bir dünyalık nimeti önemsemeyen hak bildiğini cesurca söyleyen Ebuzer lerde vardı. Haksızlık karşısında duran, tüm dünyalık nimetleri iten, Ebuzer, saray İslamının kurucusu Muaviye' ye  kıyamete kadar geçerli olacak adını tarihe yazdıracak  şu cümlelerle seslenmişti:

Ey Muaviye köşkler saray lar yaptırdın! Eğer bunları kendi paran ile yaptırdysan israftır. Halkın malı ile yaptırdıysan küfürdür!  demiştir. Ebuzer, Muaviye ye.


Ebu zerden yüzyıllar sonra yaşamış olan Ali Şeriati de bu doğrultuda şu cümleleri söylemiştir. Günümüzde de geçerliliğini sürdüren, kendi yaşadığı çağdaki Muaviye' lere;

En şaşalı otellerde kalarak, en pahalı turlarla yolculuk yaparak ve bir milyon Müslüman arasında hepsinden daha seçkin ve daha ayrıcalıklı olarak mutlu bir hac ibadeti ifa eden kişi, inançta İbrahim, davranışta nemrut gibidir demiştir.

Bu bağlamda Hz Aliye Muaviye gibi olması telkin edilince oda şu cevabı vermiştir : ’’İslam adına getirildiğim şu makamda zulümle mi kazanmamı tavsiye ediyorsunuz’’ demiş ve bunu yapmayacağını söylemiştir.
Günümüz siyasi leri üzerinden bu örnekleri yorumlarsak; Üstünlerin hukukuna değil, hukukun üstünlüğüne, sarayın İslamı na değil, peygamberin tebliğ ettiği tüm dünya insanlarına eşit olmayı öngören İslami savunduğunu iddia edip,  gerçekte ise tam tersi bir durumu yaşatan, Hz İbrahim gibi, Hz İsa gibi,Hz Muhammed gibi geldiklerini söyleyip Muaviye ve Yezid gibi davranışlar sergileyen, Kitleleri arkalarından sürükleyen yaşadığımız anların yöneticilerinin ve onların savunucularının derinliği olmayan yüzeysel sıradan kişiler olduklarını yaptıkları teori ve eylemlerde şahit olduk.
Yıllarca iktidar olma mücadelelerini meydanlarda kendilerini takip eden binlerce insana İslam adı altında veren  Allah, din, ahlak, mücahitlik vurgusu yapanlar iktidar olunca görüldü ki yürekli, mert ve dindarca bağırdıkları gibi değillermiş, o sadece hamaset miş göz boyama imış.

Yeryüzündeki ezilenleri önderler yapalım misyonu ile zuhur eden İslami düşünce Gücün İslamına dönüştürüldü, kısa sürede kitleleri sindirdi, koşulsuz itaat ve biat eden sorgulamayan, sorgulamak istemeyen çıkarcı ve korkak yığınlar ortaya çıktı.

Oysaki İslam düşünce yapısında biat etme belli şartlara bağlıdır, koşulsuz itaat yoktur.
Bu anlamda yıllarca meydanlarda çeşitli yayın organlarında Yahya bin muazın şu sözlerini dillendirenler, bu ve benzeri şiir yazı eseri kullanarak iktidar olanlar halka fakirliğin öbür dünyadaki nimetlerinden bahsedenlerin kapitalist yaşam sürdürdüklerine, dürüst olamadıklarına şahit olduk.
Bu yazıyı Yahya Bin Muazın şu sözleriyle nihayetlendirirken şunu vurgulamadan geçmek istemiyorum: radikalizmin her türlüsü kötüdür. Yapamayacağınız hayatınızda uygulamadığınız, yada uygulamayacağınız ilkeleri neden yıllarca meydanlarda dillendirip arkanızdan kitleleri sürüklediniz.?
 Ey insanlar!
Görüyorum ki, evleriniz Rum kayserinin evlerine,


Lükse hayranlığınız Kisra‘nın tutumuna,

Servet peşinde koşmanız Karun‘un anlayışına,

Saltanatınız Firavun‘un saltanatına,


Nefisleriniz Ebu Cehil‘in nefsine,

Gururunuz Ebrehe‘nin gururuna,


Yaşayışınız Sefihlerin yaşayışına benziyor

Allah için söyleyin!


Muhammedî olanlar nerede?”



Ulus İnşa Etme Sürecinde Kültürel Ayıklama

Ekim 16, 2016 0 Yorum

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin en fazla sorun yaşayan bölge Kürdistan (doğu) bölgesi olmuştur. Bilindiği gibi doğu bölgesi Kürt nüfusunun yoğun yaşadığı bölge olması hasebiyle diğer bölgelere nispeten yeni kurulacak olan ulus devlete entegre olmayı kabul etmemiştir. 

Bu sebepten kaynaklı olarak sürekli çatışmalar yaşanan bölgede cumhuriyetin kurulma dönemlerinde on beşe yakın çatışma yaşanmış. Çatışmalar yeni kurulacak olan devletin milis güçlerince bastırılmıştır. Bu çatışmaların ana nedeni Kürt bölgesinin farklı ve üstünlük söylemi olan bir kimlikle yönetilmesine karşı çıkılmasıdır.

Yaşanan toplumsal çatışmacı hareketlerde Kürt milliyetçi hareketleri somut başarılar elde edememişlerdir. Bu durumun nedenleri: Aşiret unsurunun ön planda olması, Kürtler arasında birlik kurulamaması, Kürtler in bir devlet kurma bilincine ve bilgisine sahip düşünür,lider kadrolarından yoksun olması şeklinde okunabilir.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devlet geleneğinden gelen merkezi devlet geleneğini yeni dönemde de devam ettirmiş yeni devleti kuran tabaka yine Osmanlı Devletinin askeri kanadı ve bürokratları olmuştur. yeni Türkiye Devlet’i, de ülkeyi geliştirme faaliyetlerini Osmanlı’da olduğu gibi merkez olarak kabul edilen batı bölgelerinde sürdürmeye devam ettirmiştir. 

Osmanlı tarihinin somut gerçekliğini yansıtan tarihi eserlerde bu sebepten hep kıyısında deniz olan batı şehirlerinde aktif leşmiş. Kürdistan bölgesi ise devletin varlığını hissettirmesi gereken “otorite” zamanları haricinde insanı ve toprağıyla kaderine teslim edilmeye devam etmiştir. Bölge, ağa, aşiret reislerinin güdümünde dünya gündeminden, yaşanan yeniliklerden  habersiz günlük hayatla meşgul bir hale dönüştürülmüştür.

Din, çoğu millet için önemli bir değerdir. Kürtlerde İslamiyeti seçtikten sonra İslami değerleri öncelemişler milliyetçilik ruhunu İslamın önem verdiği önce insan ve ümmet olma düsturuyla yüreklerinden silmiş yada bastırmışlardır. Taki cumhuriyet kurulup belli İslami değerlerin yerle bir edilmesine kadar. 

Bu bağlamda Halkın görüşü alınmadan üstten bir devrimle halkın alfabesi, giyim tarzının değiştirilmesi dini kurumlarının kapatılıp yok sayılması, bu ve benzeri üstten dayatmacı seküler, dünyevi yenilikler tüm ülke genelinde infiale neden olmuştur. İskilipli Atıf Hoca’nın şapka yüzünden asılması, Doğu’da takriri sükun kanunu ile Şeyh Said ve diğer isyan edenlerin idam edilmesi bu durumun sonuçlarıdır. 

Allah'ın kanunlarını ‘’Kebe Arabın olsun Çankaya bize yeter’’ diyecek kadar dışlayanların münafık bir yöntemle yeri geldiğinde dine sığınması yerine göre de dine karşı uygulamalarda bulunması yüreğinde isyan ateşi olanların kalbine bıçak gibi inmiştir. Bunlardan biri de Şeyh Said’dir. Öncelediği hayatının her aşmasına indirgediği dini değerlerin bir gecede sorgusuz sualsiz gerekçe sunulmadan yerinden oynatılması, ona ve dava arkadaşlarına ağır gelmiştir. ve Bir isyanın fitilini ateşlemiştir. Bu isyan geçmişten itibaren her türlü eğitimi, bilgiyi, ve gücü, yönetimi elinde tutan grupça bastırılmıştır.

Yıllardır bu ve benzeri çatışmalar Takriri Sükun Kanun'u, İstiklal mahkemeleri, daha sonra da olağanüstü hal yasalarıyla bastırılmaya, yok edilmeye çalışıldı. Sonuç olarak ne görüyoruz! Radikalleşerek ve dahada bilinçlenerek çığ gibi büyüyen bir oluşum. 

Bu anlamda burada bir parantez açarsam: Allah'ın kanunlarını ve bir anayasa niteliğinde olan kutsalın yeryüzündeki tezahürü olan Kur-anı en ince ayrıntısına kadar didikleyip bu insan yapımıdır demek için elinden geleni yapanlar, aldıkları eğitime ve ellerindeki silaha güvenen dini söylemle, Allah'ın kulları hangi cesaretle yada egoyla onları idam edebiliyorlar! Hesaplar ebette mahşerde görülecektir. Kira-men Katibin kayıt altına almıştır her ayrıntıyı sıratın önünde araf ta dürülecek tir hesaplar.  Asıl söylemek istediğim kendi oluşturdukları anayasayı, devleti tanrı kılığına sokup baş eğmeyenleri kanunlarla yargılamak, idam sehpalarında infaz etmek yeryüzü tanrılığına soyunmak değilmidir. 

Bu aşamadan günümüze dönersek, Kürt sorununa çözüm olarak sunulan demokratik özerlik yada öz yönetim kavramlarını inceleyebiliriz. Bu kavramlara tarihi perspektiften bakarsak şunlar söylenebilir; Cebir ve şiddetle bir halkın ataları öldürüldü, idam edildi, korkutuldu, sindirildi, işkence edildi. Kültürü, dili, yaşam biçimi küçümsendi. Ne oldu şu ana bakıyorum bir hiç koca bir hiç! Çocuklara verilen pedagoji eğitiminde şu deniyor: “dayak caydırıcı değildir”. Kısa süreli bir sükunet yaratır sonra o davranış radikalleşerek geri döner. Tıpkı şu yaşanalar gibi! Bir uzlaşma sağlanmazsa bu çatışmalar kıyamete kadar devam edecek gibi duruyor. 

Bir halkın tarihini, dilini kültürel ayıklama yöntemiyle yok sayarsanız. Din adamlarını, dindarlarını idam sehpalarında sallandırır sanız bu durum yaşattığı korku kadar nefrete de neden olur ve onların torunları kan davası güderler. Tıpkı sizin Dede Korkut'u sevdiğiniz gibi onlarda Ahmed-i Haniyi seviyorlar. Bu geçmiş duygusunu anlamadıkça yol kat edemezsiniz. Kardeşlik ve ümmet olma sadece Çanakkale’deki mezar taşlarında yazan Filistin li Muhammed, Van lı Baran demekle olmaz. Çanakkale’de bir destan yazıldı denir. Bu destanı ve oluşumlarını, tarihini bu ülkenin tek sahibi kılığına bürünen lerce yazılıp uygulanırsa bu durum bu şekilde devam eder. 

Geçmişten günümüze yaşanan toplumsal hareketliliğe diğer bir değişle Kürt sorununa çözüm olarak sunulan demokratik özerlik nedir? Öz yönetim nedir? gerekli midir? Buna değinelim. 

Demokratik özerlik yada  öz yönetim katı Üniter devlet sistemi içinde bulunan tüm halkların aynı anayasa içinde değerlendirildiği birlikte yaşayan halkların, alınacak yetki ve kararlarda eşit haklara sahip olması gerektiği aynı ülke sınırları içindeki halkalrın birlikte yaşaması projesidir. 

Demokratik özerklik; bir coğrafyaya, etnik ve dinsel topluluğa değil, farklılıkların birlikte yaşama kültürüne, demokrasiye dayanır. Demokrasi kriteri olan etnik, dinsel, sosyal ve kültürel hakları ifade eder. Bu model sadece Kürdistan için değil, Türkiye'nin diğer bölgeleri için de geçerlidir.

Kültürel, etnik, inanç farklılıklarının özgün ve özerk örgütlenme hakları olmalıdır. Bu halkların (Asuri-Süryani-Keldani, Arap, Ermeni, Azeri) ve Ezidi-Alevi gibi inanç topluluklarının Demokratik Özerklik içinde kendilerini temsil etmelerine önem verilmelidir. Bu ahlaki ve politik toplumun gereğidir.

Bu çerçeveden dünya ülkelerindeki yönetim biçimlerinden Almanya örneği üzerinden Türkiye yi değerlendirirsek kısaca şunlar söylenebilir.

Federal Alman devleti Türkiye gibi kompleks bir yapıdadır. Federal düzeydeki merkezi devlet ve altındaki 16 eyaletten oluşur. Hangi konuların federal devletin, hangi konuların eyaletlerin yetki alanına girdiği anayasada belirtilmiştir. Bu sistem, anayasanın üniter devlet yapısıyla federal devlet yapısının artılarını bir araya getirme çabasıdır. Almanya, ülkesini dışarıda temsil ederken tek bir bayrağa ve tek Cumhurbaşkanı ve Başbakana sahiptir. İç işlerinde ise her eyaletin kendi seçtiği bir bayrağı, meclisi vardır. Türkiye yaşanan bu gerilim ve çatışmaları bitirmek için böyle bir oluşumu destekleyebilir. Almanya sistem yapısı genel ve ara unsurlarıyla incelenerek Türkiye toplum yapısına uyarlanabilir. 

Güncel bir örnekle bu konuyu sonlandırmak istiyorum. Türkiye cumhuriyetinin geçen dönemde Başbakanı şuanda Cumhurbaşkanı olan kişi, TOKİ için açılışa katıldığı bir programda, o ilçenin kadın kolları başkanı il merkezinde yaşadığını söyleyince eleştirel ve kızgın bir dille şunları söylemişti: “il merkezinde oturup ilçe yönetilir mi!” deyip bu durumu irdelemişti. Bende şunu söylüyorum: Haklısınız, geçmişten itibaren katı merkezi sistemle yönetilen bu ülkede, merkezde oturup yerelin toplumsal dinamiklerini, ruhunu tanımadan tüm ülke yönetilmeye çalışıldığı için bir türlü normalleşilemiyor. Bu anlamda tamda siz yöneticilerin dediği ve yaptığı gibi merkezde durup tüm ülkeyi yönetmeye çalışmak çokta akıllıca durmuyor. Bu sebepten ezberlerinizi bozun tanrı kılığına soktuğunuz devletin  yönetim şeklinin ülkenin bazı yörelerini rahatsız ettiğini duyun, görün akan kan ve çatışmalar durulsun.  

Dillerden düşürmediğiniz Allah, Kur-an şunu söylüyor biz insanlara: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iman etmiş olmazsınız’’. Toprağı, vatanı çok seviyorsunuz ama Allah için artık infak edin, nede olsa hepimiz kardeşiz!