Follow Us @bedelencu

25 Kasım 2016 Cuma

Bazılarının 28 Şubatı Ailesidir




Aile kendi içinde küçük bir toplum yâda küçük bir devlettir.

 

 Aile kendi içinde kuralları, planları, kültürü olan bir kadın ve erkekten müteşekkil yeryüzü üzerindeki en kalıtımsal toplumsal kurumdur.

 

Hemen her toplumda aileden söz edilebilir.

 

Genel manada ailenin prototipine bakınca şöyle denilebilir: kadın ve erkeğin beli aşamalardan geçerek birlikteliklerini toplumsal bir sözleşme ile var edip meşrulaştırdıkları birimdir Aile.

 

Aile sosyo ekonomik duruma, kültürel yapıya coğrafyaya göre farklılıklar gösteren bireyin şekillenmesinde ve sosyalleşmesinde etkin rol oynayan kişilere karakter oluşumunu davranışını veren kişiyi ömür boyu takip eden toplumsal bir oluşumdur.

 

Eleştirel gözle aile: toplumun en küçük yapı taşı. Bireyin kişiliğinin şekillenmesi açısından en önemli topluluktur. Bazen maruz kaldığımız en şiddetli terör yada bir ömür boyu süren intihar da olabilir

 

Diğer bir değişle cinsiyetçi bir gelenekten geldiğimiz için erkeğin küçük devleti diye tabir edilen yerdir ailenin oluşumu. Tabi bu tüm aileler için geçerli değil.

 

Kendi yaşadığımız toplum üzerinden aile kurumunu değerlendirirsek şunlar söylenebilir; Türkiye toplumunda ailede tarihi mirasımız, kültürümüz, kadın erkek arasındaki biyolojik ve psikolojik güç farkından kaynaklı olarak da erkek egemen bir kültürle büyüyoruz yada büyütülüyoruz.

 

Erkeğe verilen bu güç ve öz güvenden kaynaklı olarak aile içindeki anne ve çocuklar eril bir kişiliğin ve ataerkil bakış açısından kaynaklı olarak hayatlarına yön vermek durumunda kalabilirler.

 

Tabi ki bu verilen örnek tüm topluma ayna olacak bir durum değildir. Toplum heterojen bir yapıya sahiptir ve içinde farklı aile tiplerini barındırabilir. Fakat genel olarak bakılınca benim bu yazı boyunca üzerinde duracağım aile tipi özelikle baba modeli ve o modele biçilmiş rol genel Türkiye toplum yapısını yansıtıyor diye düşünüyorum.

 

Bu bağlamda bir parantez açarak 28 Şubat döneminde devletin dayatmaları sonucu baskı tecrit aşağılanma ya maruz kalan başörtülü kadınlar da yine hep bir ataerkil dayatmanın kurbanı oldular.

 

Bu yazıyı yazarken düşüncemde binlerce Suriyeli insanın hiçbir suçu yokken ölüme gönderilmesi de ataerkil bir bakış açısı ve bu bakışın pratik tezahürü diye düşünmeden geçemedim.

 

Ve ben bencillik yapmaktan korkarak dillendiriyorum bu harfleri, binlerce insan hayatının baharında hiçbir suçu yokken evsiz, yurtsuz bırakılıyor iken benim 28 Şubatı anlatmam yada ailevi dayatmalardan bahsetmem bencillik mi? Diye kendi kendime soru soruyorum.

 

Bencilik değil diye bir sonuca varıyorum kendimce, nedeni ise; bu konu üzerinden bu durumu yaşayan yüzlerce ve beklide binlerce yüreğin sesi olabilirim ümidi düşüyor yüreğime ve yazmam gerektiğini düşünüyorum.

 

Nede olsa yeryüzüne bir sebeple gönderilen insanoğlunun yerkürede el atmadığı vahşet, bozgunculuk, Haksızlık kalmadı.

 

Bende bu yaralanmış gündemin, tarihin, insanın bir ucundan tutup anlatayım diye düşünüyorum.

 

Çoğu kişinin bildiği gibi 28 Şubat devlet darbesiydi; var olduğu toplumda yaşam biçimini giyim tarzını düşün biçimini beğenmediği topluluklara, halkına karşı uyguladığı dayatma, baskı ve tecrit idi.

 

Fakat bakınca insana kendi yaratığı, oluşturduğu bir kuruluşa tapar olmuştu. Tıpkı yaptıkları putlara tapan Kâbe putperestleri gibi. Bu insanlık tarihinin bir nosyonuydu galiba.

 

Tekrar şubat dönemine dönersek hiçbir örgüt yada cemaat ile ilişiği olmayan sadece bir şekilde örtünmüş belki ailesinin isteğiyle yada kendince belki özentiden, kişiler yargılandı, cezalandırıldı, kılık kıyafet uygunsuzluğu nedeniyle.

 

Aslında şaşırmamak gerekli nede olsa bu ülkenin kuruluşunda yapılan yeniliklerinden biri değimliydi küçümsediği, beğenmediği halkın kılık kıyafetine karışmak bu ilkeye uymayanları da darağaçlarında sallandırmak. Bu bizim yaşadığımız ülkenin yasallaşmış kanunlarından biriydi.

 

Bu durum yüzlerce beklide binlerce gencin hayatına mal oldu. Devletin dayattığı kanunlara uymayanları terörist diye yaftalamak ve suçlu ilan etmek bir kuraldı.

 

O sebepten şimdi devlet gücünü elinde tutan eril gücün terörist yaftasında bulunduğu kitlelere daha empatik yaklaşıyorum.

 

Bu anlatılanlar madalyonun bir yüzü diğer yüzü ise bu yapılan faşist uygulamaları devlet değil de aile nin yapması ve bu durumda eril yada ataerkil faktörün dayatmalarıydı.

 

Hâsılı ataerkil bakış açısından kaynaklı olarak; Kadın aile içinde derinlikli bir köle olarak görülmüş. Hiçbir söz hakkı olmayan, iradesiz olarak görülen, sadece kendisine verilen belli görevleri yerine getiren, farklı bir ailede yetiştirilmiş ve koca ya teslim edilmiş iradesi alınmış bir köle cariye gibi algılanmıştır.

 

Aile içi terör; kavramı tamda burada iyi durur diye düşünüyorum kadınları hem devlet, hem koca, hem de baba vuruyor. Çocukları ise  hem baba, hem anne, hem de çevresel vicdansızlıklar diğer bir tabir ile mahalle baskısı vuruyor.

Bu vurma tokat atma anlamında değil elbette öteki leme, haklarını gasp etme, eşyası gibi davranma hayatının kritik dönemlerini ve o döneme ait olan duygu ve düşüncenin üzerine zulüm uygulama, engelleme, yok sayma, bu ve benzeri durumlardan dolayı bu ülkede binlerce kadın okuma yazma bilmeden heba etti ömrünü.

 

Aile kutsal diyoruz bu kutsal saydığımız ortamda her türlü şiddet görmek mümkün; fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet bunun yanın da ekstralarda var tacizi, ihmali, istismarı, ensesti  kokteyl misali.

 

Hayatlarının kararmasının sebebi ailesi olan binlerce insan yaşıyor toplumumuzda.

 

Ve çoğu şiddet taciz de söylenmiyor.

 

 Özetle toplumun, devletin, din adamlarının anlattığı aile kutsaldır seremonisi bu yaşananlarla açıkta kalıyor.

 

Bu gibi durumlardan dolayı kurtuluşu evlilikte arayan genç kızlar 'ın yaptığı yanlış evlilikler ve bu yanlışlıklar sonucunda öldürülen çocuklar ve kadınlar.

 

Erkelerin ataerkil zihniyetin kendilerine verdiği öz güvenle eşlerini istedikleri zaman aldatabilmesi, kadınların bu durumu görmezden gelmesi hep bir ataerkil yorumlamanın sonucu değil mi?

 

Harcanmış, sokağa dökülmüş hayatlar hep bir ailenin yetersizliğinden kaynaklı değil mi?

 

Özetle aile olması gereken bir kurum. Fakat bazen olması gereken durumdan dışarı çıkarak: işlevsizleştiriliyor.

 

Kişinin maddi yada manevi bağımsızlığını engelleyen, temel eğitim öğretim ve yaşam hakkına ulaşmasını zorlaştıran, bireyin biricikliğini bazı kural kaidelere bağlayan bireysel psikolojik hastalıklar üreten ve bu hastalıklı bireyi topluma bırakan ve bunun sonucunda mutsuz bir toplum oluşmasına neden olan incelenmesi ve denetlenmesi gereken bir kurumdur Aile yada Aileler.  

 

Halil cibran ın bu yazılanlara iyi gidecek mısralarıyla sonlandırmak istiyorum bu cümleleri.

 

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, 
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. 
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler 
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. 
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. 
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. 
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. 
Çünkü ruhlar yarındadır, 
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. 
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları 
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. 
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur. 
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. 
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür 
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. 
Okçunun önünde kıvançla eğilin 
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar 
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil

Onlar yaratıcı gücün sizin aracılığınızla dünyaya fırlattığı oklardır.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder