Aile kendi içinde küçük bir toplum yâda küçük bir
devlettir.
Aile kendi
içinde kuralları, planları, kültürü olan bir kadın ve erkekten müteşekkil yeryüzü
üzerindeki en kalıtımsal toplumsal kurumdur.
Hemen her toplumda aileden söz edilebilir.
Genel manada ailenin prototipine bakınca şöyle
denilebilir: kadın ve erkeğin beli aşamalardan geçerek birlikteliklerini
toplumsal bir sözleşme ile var edip meşrulaştırdıkları birimdir Aile.
Aile sosyo ekonomik duruma, kültürel yapıya coğrafyaya
göre farklılıklar gösteren bireyin şekillenmesinde ve sosyalleşmesinde etkin
rol oynayan kişilere karakter oluşumunu davranışını veren kişiyi ömür boyu
takip eden toplumsal bir oluşumdur.
Eleştirel gözle aile: toplumun en küçük yapı taşı.
Bireyin kişiliğinin şekillenmesi açısından en önemli topluluktur. Bazen maruz
kaldığımız en şiddetli terör yada bir ömür boyu süren intihar da olabilir
Diğer bir değişle cinsiyetçi bir gelenekten geldiğimiz
için erkeğin küçük devleti diye tabir edilen yerdir ailenin oluşumu. Tabi bu
tüm aileler için geçerli değil.
Kendi yaşadığımız toplum üzerinden aile kurumunu
değerlendirirsek şunlar söylenebilir; Türkiye toplumunda ailede tarihi
mirasımız, kültürümüz, kadın erkek arasındaki biyolojik ve psikolojik güç
farkından kaynaklı olarak da erkek egemen bir kültürle büyüyoruz yada
büyütülüyoruz.
Erkeğe verilen bu güç ve öz güvenden kaynaklı olarak
aile içindeki anne ve çocuklar eril bir kişiliğin ve ataerkil bakış açısından
kaynaklı olarak hayatlarına yön vermek durumunda kalabilirler.
Tabi ki bu verilen örnek tüm topluma ayna olacak bir
durum değildir. Toplum heterojen bir yapıya sahiptir ve içinde farklı aile
tiplerini barındırabilir. Fakat genel olarak bakılınca benim bu yazı boyunca
üzerinde duracağım aile tipi özelikle baba modeli ve o modele biçilmiş rol
genel Türkiye toplum yapısını yansıtıyor diye düşünüyorum.
Bu bağlamda bir parantez açarak 28 Şubat döneminde
devletin dayatmaları sonucu baskı tecrit aşağılanma ya maruz kalan başörtülü
kadınlar da yine hep bir ataerkil dayatmanın kurbanı oldular.
Bu yazıyı yazarken düşüncemde binlerce Suriyeli
insanın hiçbir suçu yokken ölüme gönderilmesi de ataerkil bir bakış açısı ve bu
bakışın pratik tezahürü diye düşünmeden geçemedim.
Ve ben bencillik yapmaktan korkarak dillendiriyorum bu
harfleri, binlerce insan hayatının baharında hiçbir suçu yokken evsiz, yurtsuz
bırakılıyor iken benim 28 Şubatı anlatmam yada ailevi dayatmalardan bahsetmem
bencillik mi? Diye kendi kendime soru soruyorum.
Bencilik değil diye bir sonuca varıyorum kendimce,
nedeni ise; bu konu üzerinden bu durumu yaşayan yüzlerce ve beklide binlerce
yüreğin sesi olabilirim ümidi düşüyor yüreğime ve yazmam gerektiğini
düşünüyorum.
Nede olsa yeryüzüne bir sebeple gönderilen
insanoğlunun yerkürede el atmadığı vahşet, bozgunculuk, Haksızlık kalmadı.
Bende bu yaralanmış gündemin, tarihin, insanın bir
ucundan tutup anlatayım diye düşünüyorum.
Çoğu kişinin bildiği gibi 28 Şubat devlet darbesiydi;
var olduğu toplumda yaşam biçimini giyim tarzını düşün biçimini beğenmediği
topluluklara, halkına karşı uyguladığı dayatma, baskı ve tecrit idi.
Fakat bakınca insana kendi yaratığı, oluşturduğu bir
kuruluşa tapar olmuştu. Tıpkı yaptıkları putlara tapan Kâbe putperestleri gibi.
Bu insanlık tarihinin bir nosyonuydu galiba.
Tekrar şubat dönemine dönersek hiçbir örgüt yada
cemaat ile ilişiği olmayan sadece bir şekilde örtünmüş belki ailesinin
isteğiyle yada kendince belki özentiden, kişiler yargılandı, cezalandırıldı,
kılık kıyafet uygunsuzluğu nedeniyle.
Aslında şaşırmamak gerekli nede olsa bu ülkenin
kuruluşunda yapılan yeniliklerinden biri değimliydi küçümsediği, beğenmediği
halkın kılık kıyafetine karışmak bu ilkeye uymayanları da darağaçlarında
sallandırmak. Bu bizim yaşadığımız ülkenin yasallaşmış kanunlarından biriydi.
Bu durum yüzlerce beklide binlerce gencin hayatına mal
oldu. Devletin dayattığı kanunlara uymayanları terörist diye yaftalamak ve
suçlu ilan etmek bir kuraldı.
O sebepten şimdi devlet gücünü elinde tutan eril gücün
terörist yaftasında bulunduğu kitlelere daha empatik yaklaşıyorum.
Bu anlatılanlar madalyonun bir yüzü diğer yüzü ise bu
yapılan faşist uygulamaları devlet değil de aile nin yapması ve bu durumda eril
yada ataerkil faktörün dayatmalarıydı.
Hâsılı ataerkil bakış açısından kaynaklı olarak; Kadın
aile içinde derinlikli bir köle olarak görülmüş. Hiçbir söz hakkı olmayan,
iradesiz olarak görülen, sadece kendisine verilen belli görevleri yerine
getiren, farklı bir ailede yetiştirilmiş ve koca ya teslim edilmiş iradesi
alınmış bir köle cariye gibi algılanmıştır.
Aile içi terör; kavramı tamda burada iyi durur diye
düşünüyorum kadınları hem devlet, hem koca, hem de baba vuruyor. Çocukları ise
hem baba, hem anne, hem de çevresel vicdansızlıklar diğer bir tabir ile
mahalle baskısı vuruyor.
Bu vurma tokat atma anlamında değil elbette öteki
leme, haklarını gasp etme, eşyası gibi davranma hayatının kritik dönemlerini ve
o döneme ait olan duygu ve düşüncenin üzerine zulüm uygulama, engelleme, yok
sayma, bu ve benzeri durumlardan dolayı bu ülkede binlerce kadın okuma yazma
bilmeden heba etti ömrünü.
Aile kutsal diyoruz bu kutsal saydığımız ortamda her
türlü şiddet görmek mümkün; fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet
bunun yanın da ekstralarda var tacizi, ihmali, istismarı, ensesti kokteyl
misali.
Hayatlarının kararmasının sebebi ailesi olan binlerce
insan yaşıyor toplumumuzda.
Ve çoğu şiddet taciz de söylenmiyor.
Özetle
toplumun, devletin, din adamlarının anlattığı aile kutsaldır seremonisi bu
yaşananlarla açıkta kalıyor.
Bu gibi durumlardan dolayı kurtuluşu evlilikte arayan
genç kızlar 'ın yaptığı yanlış evlilikler ve bu yanlışlıklar sonucunda öldürülen
çocuklar ve kadınlar.
Erkelerin ataerkil zihniyetin kendilerine verdiği öz
güvenle eşlerini istedikleri zaman aldatabilmesi, kadınların bu durumu
görmezden gelmesi hep bir ataerkil yorumlamanın sonucu değil mi?
Harcanmış, sokağa dökülmüş hayatlar hep bir ailenin
yetersizliğinden kaynaklı değil mi?
Özetle aile olması gereken bir kurum. Fakat bazen
olması gereken durumdan dışarı çıkarak: işlevsizleştiriliyor.
Kişinin maddi yada manevi bağımsızlığını engelleyen,
temel eğitim öğretim ve yaşam hakkına ulaşmasını zorlaştıran, bireyin
biricikliğini bazı kural kaidelere bağlayan bireysel psikolojik hastalıklar
üreten ve bu hastalıklı bireyi topluma bırakan ve bunun sonucunda mutsuz bir
toplum oluşmasına neden olan incelenmesi ve denetlenmesi gereken bir kurumdur
Aile yada Aileler.
Halil cibran ın bu yazılanlara iyi gidecek
mısralarıyla sonlandırmak istiyorum bu cümleleri.
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil Onlar yaratıcı gücün sizin aracılığınızla dünyaya fırlattığı oklardır. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder