Follow Us @bedelencu

30 Kasım 2016 Çarşamba

Devletin Asileri Halkın Kahramanları

Kasım 30, 2016 0 Yorum

Yazı yazmak bir yolculuğa karar vermek gibidir.

 

Yolda karşınıza çıkacaklardan haberiniz yoktur. Yazı da öyledir hangi düşünce ya da his yoğunlaşması o yazının seyrini belirler bilinmez. 

 

Bu yazıyı yazma amacım hafızamızda derin izler acılar bırakmış yıllardır gündemden düşmeyen ama hep küçük düşürülen Kürtler ve Kürt sorunu, hiçbir değişim arz etmeyen haksızlıklar, acılar, bu acılara yıllardan beri süregelen kayıtsızlık.  

 

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte İnternet resim video vb. ilerlemeler yaşanan çatışmaların anında servis edilmesi bu durumun sosyal bir etki oluşturması kafaları karıştırmaya başladı. 

 

Yaşanan kafa karışıklığı yoğun duygu düşünce değişimlerine neden olduğu gibi geçmiş duygusunun ön plana çıkmasına vesile oldu.

 

Neydi geçmiş duygusu? 

 

Yaşadığın ülke sınırları içinde kamusal alana çıkınca yok sayılan kültüründü. Ninenin konuştuğu dildi. Onların oluşturduğu kültür dünyası ve toplumca ötelenen yaşam biçimiydi. 

 

Ne zaman değişti bu düşünceler? 

 

Kalıplaşmış, öğretilmiş düşünce çerçevesinin dışına çıkıp sosyal medyanın gündeme dair anında haber yapması, daha fazla araştırma ezber bozmaların sonucunda sorgulamaya başlanmasıyla. 

 

Bu açıdan buraya bir nokta koyarak devam etmek istiyorum.

 

Devlet nedir? 

Ne işe yarar? 

Amacı ve görevi nedir? 

Sorumlulukları durması gereken yerler nelerdir? 

 

Bazı felsefecilere göre devlet egemen sınıfın örgütlü halidir.

 

Yani devleti kuran egemen unsurun ve öncelediği değerlerin etrafında bulunan bazı halkların önceliklerini, aidiyetlerini görmezden gelerek tek bir ana unsuru dikte edip hizaya getirmektir toplumu. 

 

Bu anlamda Türkiye cumhuriyeti yani ülkem Türk etnisitesini ön planda tutarak özellikle doğu ( afaki olarak Kürdistan) bölgesinin tüm önceliklerini yok sayarak, Afaki olsa dahi Kürt ve Kürdistan demeyi anayasal bir zeminde yasaklayarak varoluşunu böyle bir ariza üzerinde baskıyla oluşturmaya çalışmıştır. 

 

Bunu da elde ettiği devletin tüm güç unsurlarını kullanarak yapmıştır. 

 

Bu duruma karşı çıkanları ise cezaevlerinde işkence yaparak, toplumda ise terörist ve asi yaftası vurup tecrit ederek en sert ve insan onurunu kıran uygulamalarla yok etmek, yada sindirmek istemiştir

 

Bu değerlendirmeler ışığında şu sorulabilir; 

Devlet gerekli midir? 

 

Evet devlet gereklidir. 

 

Toplumdaki güvenliği, adaleti, eşitliği sağlamak için. Devlet içinde yasayan halkın adalet, asayiş, sağlık, eğitim, ekonomi, düzen, düşünce, inanç özgürlüğü vd. ihtiyaçlarını karşılamak ve haklarını korumak için devlet  olmalıdır. 

 

Fakat devlet bir ırkı, bir mezhebi, inancı anayasa ile güvence altına alıp, diğer yaşayan halkları o ırka hürmet ve hizmet etmeye zorlamamalı ve böyle bir hakkı olmamalıdır ki böyle bir hak yoktur.

 

Her insan hür doğar ve doğduğu aile içerisinde anadilini kültürünü öğrenir. 

 

Zamanla daha da özgürleşerek kendine ait bir düşünce dünyası edinir.  

 

Devletin görevi anayasada bir ırkın ululuğuna dair yemin ettirmek değildir.  İnsan yapımı bir anayasayı baz alarak, ırkçı söylemlere yönelik kurallara,  insanların itaat etmesini sağlamak yada zorlamak da değildir. 

 

Bu durum nefrete neden olur ki bunun toplumsal izdüşümlerini yaşadık ve yaşıyoruz. Hiçbir ırk anayasada güvence altına alınmamalıdır.

 

Bu anlamda Hz Muhammed’in; 

 

Siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.  Hadisi de halkının çoğunluğu Müslüman olma iddiasında ki bir toplum için iyi bir örnektir. 

 

 

Devletler insanların güvenlik ihtiyacından ortaya çıkan oluşumlardır.  

 

Devletin amacı vatandaşlarına hiçbir üstünlük takınmadan eşitçe ve adaletlice yaklaşması ve bu durumun anayasal güvenceyle teyit edilmesi realitesine dayanır. 

 

Devlet insanların birlik de oluşturdukları sivil toplum yapısının en üst mercidir. 

 

Devlet bu amacından sapınca belli bir etnisiteye ve ideolojiye hizmet etme hedefi güdünce, o toplumda yaşayan diğer halklara çifte standar uygulayınca o halkların meşru müdafaasıyla karşılaşabilir.

 

Devlet put değildir dogma değildir.

 

Eleştirilebilir, eleştiriler dikkate alınarak toplumsal reform yapılabilir. 

 

Devlet kutsal değildir. 

 

Kutsal olan insandır, canlılar ve inançlardır.

 

Yeri geldiğinde inançlar bile eleştirilebilirken, devletin katı bir tabuya dönüştürülüp, bir etnisiteyi ve halkı öncelemesi bunu anayasal güvenceye alması düşünen her birey için hakarettir.  

 

Bu anlamda insanoğlu şımartılınca  eline güç geçince belli insani ve ahlaki değerleri içselleştirmemiş ise, eline geçen güç ve güvenle bir canavara dönüşebilir. 

 

Karşısına çıkan farklı ideoloji ve kimlikleri, diğer halkları, kültürleri, anayasanın verdiği üstünlük duygusuyla aşağılayabilir, öteleyebilir, küfredebilir.

 

Çünkü o bu gücü anayasadan almaktadır. 

Anayasa ona devletin bekası için her türlü kıyımı, kışkırtmayı yapabilme gücünü,  güvenini vermektedir.

 

Bu günlerde gündemimizi dolduran bazı il ve ilçelerdeki sıkıyönetimi anımsatan sokağa çıkma yasağı ve bu yasak sonucunda ortaya çıkan çatışma görüntüleri ölümler yaşanan olayın ciddiyetini göstermektedir. 

 

Devletin asayiş güçlerince öldürülüp cesedi devlete ait bir aracın arkasına bağlanıp küfürler eşliğinde şehrin içinde yerlerde süründürülerek   götürülen Türki’ye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını cebinde taşıyan, ülke vatandaşı bir gence yapılan kaotik durum o bölgede yaşanan toplumsal anomi den sadece bir kesitidir. 

Bu ülkeyi bizler seksen beş milyon bir halk olarak Kürdü”yle, Laz’ıyla, Alevi’siyle, Çerkez’iyle kurduk deniyor; fakat uygulamada ise basta kürdi ile ailevi”siyle, lazıyla çatışılıyorsa sorgulama içine girilmelidir.

 

İlkel kabile dönemlerinde ki gibi simge ve sembollerle kendini ifade etmek modern, çağdaş, laik ve yüzü batıya dönük bir ülkeye yakışmaz.

 

Bu anlamda düşünce dünyaları sorgulanmalı, biz nerede hata yapıyoruz da yıllardır bu çatışma bitmiyor diye.

Oysaki ilk ırkçı şeytandı.

Kâinatın yaratıcısı Allah’ın emrine karşı gelerek topraktan yaratılan Âdemi' i küçümsemiş o ulu emri geri çevirmiştir.

 

Ben ateşten yaratıldım üstünüm mantığı ile Âdem’e secde etmeyi reddetmiştir.

 

İnsanoğlunun ırkçılık hikâyesi de bu olayla başlamıştır.


Özetle devlet bir egemen sınıfın veya ırkın hizmetine sunulmuş güç toplama, yerine göre şiddet uygulama,  herhangi bir ırka paye verme merkezi değildir. 

 

Oysaki biz devleti Müşfik bir aile reisi olarak görmüştük ki; bakıyorum da değilmiş. 

 

Devletin amacı veya görevi ülke sınırları içinde yaşayan halkların dilini, kültürünü, müziğini, isimlerini yasaklamak değildir. 

 

Bu yasağa tepki verenlere empati yapmadan şiddetle tepki vermek de değildir. 

Devletin görevi Çeşitli hilelerle örgütlenip, halkın içine nifak sokup, bunun adına da derin devlet, jitem denen oluşumları yok etmektir. 

 

Devletin görevi adalet, refah, huzur ve kalkınmadır.

 

Bunun dışındaki oluşumlara meyil verirse devlet olma amacından sapmış olur. Bunun adı devlet değil, çete olur.

 

Uzlaşı diyalog neden yok? 

 

Ölüm, öldürülmek, olumu kutsamak, küfür bu coğrafyanın kaderi midir? 

 

Devletler uzun ömürlüdürler ve değiştirilmesi için bir devrime ihtiyaç duyulur. 

Her devlet bir devrimin unsurudur.

Günümüzde yaşanan Kürt sorununun içinden çıkılmaz kine dönüşmesi ve şiddet uygulamaları da yine bir devlet politikasıdır. 

Devlet politikaları; iktidarda olan hükumetler aracılığıyla, iktidarda olan hükümetin rengi ve düşünce yapısını, içine alarak uygulanmaktadır. 

 

Devletin görevi şeffaflıktır.

 

Düzeni, asayişi, adaleti, eşitliği sağlamaktır.

 

Fitne, fesat çıkarıp derinleşip derin devlet olmak, içinden örgüt üretmek değildir.

 

Tam tersi oluşan bu örgütlere karşı savaş açmaktır. 

 

Bu gibi durumlar ülkeyi hem içeride, hem de dünya gündeminde imajını sarsar.

 

Üçüncü dünya ülkesi konumundan çıkıp, kabile ülkesine dönüştürür.

 

Duygusal bir düşünce ile  devletler tarihine bakılınca devletlerin asileri bazı zamanlar halkın kahramanları olmuştur.

 

Kahramanlarda halkın gözünde asiler olmuştur. 

 

Örneğin: Robin Hood, Hz. Muhammet, Köroğlu, Nene Hatun, Şeyh Said, Ömer Muhtar, Ebu Zer, Atatürk, Seyyid Rıza ve daha binlerce kişi…

 

 

Kahramanlar ve Asiler kime nereden bakıldığı; hangi sınıf, ideoloji ve dünya görüşü gibi toplumda edinilen yerle ilgilidir birazda.

 

Tıpkı 6 ve 9 rakamlarına hangi açıdan nereden bakıldığı gibi.

 

 

25 Kasım 2016 Cuma

Bazılarının 28 Şubatı Ailesidir

Kasım 25, 2016 0 Yorum



Aile kendi içinde küçük bir toplum yâda küçük bir devlettir.

 

 Aile kendi içinde kuralları, planları, kültürü olan bir kadın ve erkekten müteşekkil yeryüzü üzerindeki en kalıtımsal toplumsal kurumdur.

 

Hemen her toplumda aileden söz edilebilir.

 

Genel manada ailenin prototipine bakınca şöyle denilebilir: kadın ve erkeğin beli aşamalardan geçerek birlikteliklerini toplumsal bir sözleşme ile var edip meşrulaştırdıkları birimdir Aile.

 

Aile sosyo ekonomik duruma, kültürel yapıya coğrafyaya göre farklılıklar gösteren bireyin şekillenmesinde ve sosyalleşmesinde etkin rol oynayan kişilere karakter oluşumunu davranışını veren kişiyi ömür boyu takip eden toplumsal bir oluşumdur.

 

Eleştirel gözle aile: toplumun en küçük yapı taşı. Bireyin kişiliğinin şekillenmesi açısından en önemli topluluktur. Bazen maruz kaldığımız en şiddetli terör yada bir ömür boyu süren intihar da olabilir

 

Diğer bir değişle cinsiyetçi bir gelenekten geldiğimiz için erkeğin küçük devleti diye tabir edilen yerdir ailenin oluşumu. Tabi bu tüm aileler için geçerli değil.

 

Kendi yaşadığımız toplum üzerinden aile kurumunu değerlendirirsek şunlar söylenebilir; Türkiye toplumunda ailede tarihi mirasımız, kültürümüz, kadın erkek arasındaki biyolojik ve psikolojik güç farkından kaynaklı olarak da erkek egemen bir kültürle büyüyoruz yada büyütülüyoruz.

 

Erkeğe verilen bu güç ve öz güvenden kaynaklı olarak aile içindeki anne ve çocuklar eril bir kişiliğin ve ataerkil bakış açısından kaynaklı olarak hayatlarına yön vermek durumunda kalabilirler.

 

Tabi ki bu verilen örnek tüm topluma ayna olacak bir durum değildir. Toplum heterojen bir yapıya sahiptir ve içinde farklı aile tiplerini barındırabilir. Fakat genel olarak bakılınca benim bu yazı boyunca üzerinde duracağım aile tipi özelikle baba modeli ve o modele biçilmiş rol genel Türkiye toplum yapısını yansıtıyor diye düşünüyorum.

 

Bu bağlamda bir parantez açarak 28 Şubat döneminde devletin dayatmaları sonucu baskı tecrit aşağılanma ya maruz kalan başörtülü kadınlar da yine hep bir ataerkil dayatmanın kurbanı oldular.

 

Bu yazıyı yazarken düşüncemde binlerce Suriyeli insanın hiçbir suçu yokken ölüme gönderilmesi de ataerkil bir bakış açısı ve bu bakışın pratik tezahürü diye düşünmeden geçemedim.

 

Ve ben bencillik yapmaktan korkarak dillendiriyorum bu harfleri, binlerce insan hayatının baharında hiçbir suçu yokken evsiz, yurtsuz bırakılıyor iken benim 28 Şubatı anlatmam yada ailevi dayatmalardan bahsetmem bencillik mi? Diye kendi kendime soru soruyorum.

 

Bencilik değil diye bir sonuca varıyorum kendimce, nedeni ise; bu konu üzerinden bu durumu yaşayan yüzlerce ve beklide binlerce yüreğin sesi olabilirim ümidi düşüyor yüreğime ve yazmam gerektiğini düşünüyorum.

 

Nede olsa yeryüzüne bir sebeple gönderilen insanoğlunun yerkürede el atmadığı vahşet, bozgunculuk, Haksızlık kalmadı.

 

Bende bu yaralanmış gündemin, tarihin, insanın bir ucundan tutup anlatayım diye düşünüyorum.

 

Çoğu kişinin bildiği gibi 28 Şubat devlet darbesiydi; var olduğu toplumda yaşam biçimini giyim tarzını düşün biçimini beğenmediği topluluklara, halkına karşı uyguladığı dayatma, baskı ve tecrit idi.

 

Fakat bakınca insana kendi yaratığı, oluşturduğu bir kuruluşa tapar olmuştu. Tıpkı yaptıkları putlara tapan Kâbe putperestleri gibi. Bu insanlık tarihinin bir nosyonuydu galiba.

 

Tekrar şubat dönemine dönersek hiçbir örgüt yada cemaat ile ilişiği olmayan sadece bir şekilde örtünmüş belki ailesinin isteğiyle yada kendince belki özentiden, kişiler yargılandı, cezalandırıldı, kılık kıyafet uygunsuzluğu nedeniyle.

 

Aslında şaşırmamak gerekli nede olsa bu ülkenin kuruluşunda yapılan yeniliklerinden biri değimliydi küçümsediği, beğenmediği halkın kılık kıyafetine karışmak bu ilkeye uymayanları da darağaçlarında sallandırmak. Bu bizim yaşadığımız ülkenin yasallaşmış kanunlarından biriydi.

 

Bu durum yüzlerce beklide binlerce gencin hayatına mal oldu. Devletin dayattığı kanunlara uymayanları terörist diye yaftalamak ve suçlu ilan etmek bir kuraldı.

 

O sebepten şimdi devlet gücünü elinde tutan eril gücün terörist yaftasında bulunduğu kitlelere daha empatik yaklaşıyorum.

 

Bu anlatılanlar madalyonun bir yüzü diğer yüzü ise bu yapılan faşist uygulamaları devlet değil de aile nin yapması ve bu durumda eril yada ataerkil faktörün dayatmalarıydı.

 

Hâsılı ataerkil bakış açısından kaynaklı olarak; Kadın aile içinde derinlikli bir köle olarak görülmüş. Hiçbir söz hakkı olmayan, iradesiz olarak görülen, sadece kendisine verilen belli görevleri yerine getiren, farklı bir ailede yetiştirilmiş ve koca ya teslim edilmiş iradesi alınmış bir köle cariye gibi algılanmıştır.

 

Aile içi terör; kavramı tamda burada iyi durur diye düşünüyorum kadınları hem devlet, hem koca, hem de baba vuruyor. Çocukları ise  hem baba, hem anne, hem de çevresel vicdansızlıklar diğer bir tabir ile mahalle baskısı vuruyor.

Bu vurma tokat atma anlamında değil elbette öteki leme, haklarını gasp etme, eşyası gibi davranma hayatının kritik dönemlerini ve o döneme ait olan duygu ve düşüncenin üzerine zulüm uygulama, engelleme, yok sayma, bu ve benzeri durumlardan dolayı bu ülkede binlerce kadın okuma yazma bilmeden heba etti ömrünü.

 

Aile kutsal diyoruz bu kutsal saydığımız ortamda her türlü şiddet görmek mümkün; fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet bunun yanın da ekstralarda var tacizi, ihmali, istismarı, ensesti  kokteyl misali.

 

Hayatlarının kararmasının sebebi ailesi olan binlerce insan yaşıyor toplumumuzda.

 

Ve çoğu şiddet taciz de söylenmiyor.

 

 Özetle toplumun, devletin, din adamlarının anlattığı aile kutsaldır seremonisi bu yaşananlarla açıkta kalıyor.

 

Bu gibi durumlardan dolayı kurtuluşu evlilikte arayan genç kızlar 'ın yaptığı yanlış evlilikler ve bu yanlışlıklar sonucunda öldürülen çocuklar ve kadınlar.

 

Erkelerin ataerkil zihniyetin kendilerine verdiği öz güvenle eşlerini istedikleri zaman aldatabilmesi, kadınların bu durumu görmezden gelmesi hep bir ataerkil yorumlamanın sonucu değil mi?

 

Harcanmış, sokağa dökülmüş hayatlar hep bir ailenin yetersizliğinden kaynaklı değil mi?

 

Özetle aile olması gereken bir kurum. Fakat bazen olması gereken durumdan dışarı çıkarak: işlevsizleştiriliyor.

 

Kişinin maddi yada manevi bağımsızlığını engelleyen, temel eğitim öğretim ve yaşam hakkına ulaşmasını zorlaştıran, bireyin biricikliğini bazı kural kaidelere bağlayan bireysel psikolojik hastalıklar üreten ve bu hastalıklı bireyi topluma bırakan ve bunun sonucunda mutsuz bir toplum oluşmasına neden olan incelenmesi ve denetlenmesi gereken bir kurumdur Aile yada Aileler.  

 

Halil cibran ın bu yazılanlara iyi gidecek mısralarıyla sonlandırmak istiyorum bu cümleleri.

 

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, 
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. 
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler 
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. 
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. 
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. 
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. 
Çünkü ruhlar yarındadır, 
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. 
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları 
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. 
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur. 
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. 
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür 
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. 
Okçunun önünde kıvançla eğilin 
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar 
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil

Onlar yaratıcı gücün sizin aracılığınızla dünyaya fırlattığı oklardır.

 

 

 

 

18 Kasım 2016 Cuma

Özgürlüğün Sınırları Ve Modern İnsan

Kasım 18, 2016 0 Yorum


Modern birey deyince ( inançlı modern insanda dahil) dar anlamda akıllara; eğitimli, çağdaş düşünen, farklı yaşayan, toplumla fazla ilişki kurmayan, her türlü yeniliğe açık ve saygı duyan. Bireysel yaşamayı seven hedonist kişiliğe sahip Haz düşkünü, beden hazzı ve doyumunu önemseyen, bencil günü yaşayan, bütün geleneksel değerlerinden arınmış, kendince medenileşmiş bir bedevi şekilleniyor hafızamda.

Modern yaşam biçimini içselleştirmiş kişilerin, Çoğunluğu şefkat, merhamet, vicdan gibi kavramları gündemlerine almadıkları gibi dini değerleri de önemsemezler.  Nede olsa bu dünyaya hayatlarını yaşamaya gelmişler bir daha da tekrarı olmayacak bu gelişin. Eski dönem yaşam biçimlerini ise primitif (ilkel)  çağ dışı bulan beğenmeyen küçümseyen kişiliktir modern insan.

Kısaca modern bireyler, dünyada bulunma sebeplerinin eğlence, haz ve sınırsız yaşam Özgürlüğü üzerine kurulu olduğunu düşündükleri için hayatlarını dolu dolu ve özgürce yaşamaktan yanadırlar. Modern ve özgür birey saygı duyarım cümlesini sık kullanarak kendini hümanist ve özgürlükçü olarak niteler. Modernliği tepki vermek değil de onaylamak olarak görür.

Nedeni ise o modern insan: bu tavırlarıyla özgürlükçü, kendi işine bakan yenilikçi biridir. olumlu ve özgürlükçü yaklaştığını var sayar, inançlı insanlara ise daha eleştirel bakan saygı duymakta zorlanan bir karışık kişiliğe sahip insandır bana göre modern birey.

Genel anlamda Bencil olan modern ve özgürlüğüne düşkün bireylerin özgürlük anlayışlarıda fazlasıyla hazcı diğer deyişle hedonisttir. örneğin eş-cinsel haklarını fazlasıyla gündeminde tutup yürüyüşler eylemler yapacak kadar cesur ve toplumcudurlar. İleri fikirli olmayı bedensel hazza indirgemişlerdir. Her şey onların bedenlerinin mutluluğu içindir. Dünya onların bedenleri etrafında döner. 

Oysaki modern, özgürleşmiş bireyler biraz düşünebilseler yaşanan tüm olayların beğenmedikleri eski ve ilkel zamanlarda da birçok örneği vardır. Eğer yaşadıkları modern lik yenilik ise eski çağlara bakınca bu yeni ve çağdaş durumlara rastlıyoruz. Örneğin, Sodom ve Gomora ve Lut kavmi bu durumun özetidir.

Bu perspektiften bakınca modernleşme ve modern birey yansımalarına  (LGBT) denen ve bir dernek adı altında kurulmuş bir grup insan, özgürlük mücadelesi veriyorlar modern ve seküler bir ifadeyle; cinsel yaşam özgürlük haklarını elde etmek için. Bu hak elde etme durumu toplumun doğrularıyla çeliştiği için toplumsal bir tepki meydana gelmiş durumda. İnsanların inanç hassasiyetleri ve dinin eşcinsel lik yorumu bu durumun lanetlenmesi ve bazı kavimlerin bu sebepten helak edilmesi gibi lafızlar insanları tedirgin eden bir durumdur. Bu anlamda Eş cinsellik konusu Hz Lutun peygamber kısası bölümünde ele alınmıştır.

Muhafazakar- İslamcı halkın, muhafazakar hükümet yetkililerinin Lut kavminde ki gibi eşcinsel yönelim tercihine tepki verip; dini vakıf vasfı ile kurulan evlerde yüzlerce erkek çocuğa tecavüz, taciz edilmesi ki buda eşcinsel yönelimin ''pedofili'' halidir. Aynı halkın ve yetkililerin bu çirkin fiile ciddi bir toplumsal tepki vermemesi ise düşündürücü.

Bazı diğer farklı çevreler ve siyasi parti örgütlerinin ise en temel haklarını değilde eşcinsel haklarını gündem konusu yapmaları ve bunun bir hak olduğu söylemeleri eş cinsel tercihe sahip bireylerin haklarının verilmesi gerektiği vurgusu bu durumun demokrasi ve özgürlükler anlamında elzem ve gerekli olduğu tavrı kafa karıştıran ve amacının dışına çıkmış bir eylem gibi durmakta.

Öncelikle bu ve bunun gibi örneklerden yola çıkarak şu söylenebilinir: Türkiye'de dini vakıf adı altında oluşturulmuş evlerde erkek çocuklara öğretmenleri ve diğer elemanlarca taciz, tecavüz edilmesi ellerinden düşürmedikleri kuranda, ağızlarında sakız yaptıkları yaratıcı hangi ayetinde bu duruma izin verdi ki böyle korkusuzca bu fiili işleye bildiler.

Yüzde 99 Müslüman denilen bir ülkede Türkiye'de bu ve benzeri fiillerin olması sözde abdestli, ağzı niyazlı halkın bu çirkin günaha tepki vermemesi ahlaki bir duruşmudur. Türkiye'de duymaktan bıktığımız yüzlerce erkek çocuk, kız çocuk, kadın ve hatta hayvan tacize, istismara, tecavüze maruz kalırken bu kötü fiili yapanlara devlet bazında; hukuki olarak ciddi bir ceza veyahut yaptırım uygulanmazken, bu duruma halkın üstelik bu halkın çoğunluğunun muhafazakar- İslamcı sözde ''ağzı dualı, alnı secdeli, kısa tabirle dini bütün'' oldukları halde ciddi bir tepkisi yokken, hükümet yetkililerin dini argümanları bol keseden kullanıp uygulamada ise herhangi ciddi bir icraatı görülmezken yapılan organize haksızlıklara tepki verilecek yerde eş cinsel tercih yürüyüşü yapmak çok fazla bencil durmuyor mu?

Bu kadar mı acil, ihtiyaçlı bir durum eşcinsellere özgürlük gelmesi. Eşcinsellere özgürlük hakkı verilince toplumda, hukukta, siyasette meşrulaşınca tecavüze uğrayan savunmasız çocuklar çıkacaklarmı yaşadıkları travmanın içinden? birkaç insanın cinsel tercihine yapılacak meşru hareketler güneşin farklı doğması namı neden olacak?  tabii ki hayır o halde nedir bu vaveyla bu bağırış. insanla hayvanı bir birinden ayıran özellik olan akıl ve aklın sonucunda geliştirilen ahlak bu kadar mı çürümüş.  insan düşünemez hale gelmiş.

Bir kenarda sakince özel hayatınızı yaşamak varken neden bunu toplumda çığlık atarak gündemi meşgul ediyorsunuz. tercihinizse evet tercih sizin istediğiniz gibi kendi sınırlarınız içinde özgürce tüketin hayatınızı. Ama kimseye duyurmadan rahatsız etmeden, yaşayın tercihlerinizi. insanların burnunun ucuna oturup bağırıp, toplumu provoke edip haklarımızı arıyoruz demek hiç de masum bir davranış olarak durmuyor ve üstelik insanlar meşru evliliklerindeki özel hayatlarını konuşmaktan imtina ederken sizi böyle yüzü kızarmaz hale sokan nedir.?

sorgulamadan üzerine yumulduğunuz bu durumun sebebi modernlik ve sınırsız olduğunu zannettiğiniz özgürlük anlayışı mı?

Öncelikle şu gerçeği bilmek lazım başkalarının özgürlüğünü kısıtlayan özgürlük özgürlük değildir. Özgürlük nedir? kimseyi rahatsız etmeden yaşayabilmektir. Dini literatürdeki ismi günah olan eylemi toplumla paylaşıp ortak aramamaktır. işlediği günahı meşrulaştırmak için ilkel benliğini kullanıp ajitasyon (kışkırtma)yapmamaktır.
           
Hülasa; Gerçek özgürlük düşünen akılcı bireylerin işidir. Sınırsız özgürlük olunca toplumda düzensizlik baş gösterir ve insan denen varlığın ruhunda tatmin olmaz yaralar açar ve bu tatminsizliğin sonu genelde uçurumdur.  Buna özgürlük denmez kargaşa nedir.

Üstelik cinsel yaşam tercihindeki özgürlük, diğer cinsi durumlara da kapı aralamış olmaz mı? toplumda bu kadar gizli,bastırılmış,farklı türlere bürünmüş sapkınlık varken örneğin: muhafazakar- İslamcı görünümlü, modern görünümlü maskeli sapkınlıkları da normalleştirip, düşüncede meşru hale getirmez mi? o halde pedofili, Zeofili, Nekrofili ensest, tecavüz, istismar ve diğer cinsel sapkınlıklara, yönelimlere de sınırsız özgürlük gelsin herkes özgür ve eşit olsun. Özgürlüğün sınırları kalksın. toplumsal doğru bu olacak ise.





15 Kasım 2016 Salı

Gizsel Serzenişler

Kasım 15, 2016 0 Yorum

Her şey gecesi uzun karlı, kanlı bir kış gününün getirdikleriydi… Kızıllığını yitirmiş olan güneşin başka ülkeleri aydınlatmaya yol aldığı zaman insan kümelerinin gruplar halinde, sıcak yuvalarına varmak için hızlı adımlarla ilerleyişini izliyorum. Sırtlarında kendilerinde ağır olan çantalarıyla çocukların, karın getirdiği sevinci çıkış noktası olan kartoplarını birbirlerine atışlarını ve saadet vaveylalarını dinliyorum

Puslanmış penceremin önünden geçen, kadınlı erkekli gruplara dikkat kesiliyorum. Hepsi şu an bir genelin içinde özellerini yaşayan öznelerdi. Caddenin başında görünen şu iki orta yaştaki kadın, gözleri başka şeyi görmeyecek ve kulakları konuştuklarından başkasını işitmeyecek derecede ne konuşuyorlardı acaba? Yoksa karşı komşunun bohem hayatını mı konuşuyorlardı? Yâda bitmek tükenmek bilmeyen yaşam çilesini mi? veya gözlerinde yılların yorgunluğu olan şu yaşlı amca her gün infilak eden kocamış bedenine mi serzeniş ediyordu? Yahut elleri ceplerinde, saçları dağınık, gözlerinde ulvi bir sevdanın yükünü taşıyan şu delikanlı, sanki kendisini anlayacağını sandığı kaldırımlara mı anlatıyor bu hüzzam sevdasını?

Aslında hepsinin ruh âlemleri başka iklimlerde esiyordu. Ben beynimde canlandırdıklarımı onlar üzerinde şekillendiriyordum. Puslu bir pencerenin ardından mistisizmi farklı şahsiyetlerle farklı şahsiyetlerle gerçekleştirmek istiyordum. Bu pencere arkası sohbetler bana şairin ''Yusuf Özkan Özburun''un  ''Karayel'' şiirini hatırlatıyor. Şöyle dile getiriyordu şair mısralarında duyguların


KARAYEL

gün olur meşk biter söz susar dil bağlanır

Düşer akşamın tenine bir kanlı ufuk

Uzak bahçelerde dev ateşler harlanır

Kopar, düşer yere ah içindeki çocuk

Bir hüzünlü eşkâl kalır senden geriye

Silinir camlara bıraktığın siluet

Ama bende biliyorum ki bu solgun camlar ardındaki gizsel sohbetlerim, benim berzah âlemine seyahatimle beraber silinecek.

Ben böyle düşünce mevsimine kapılmış ilerlerken odamın içinde okumak için beni bekleyen kitaplarım olduğunu hatırlıyorum. Bu bana uzun senelerdir görmediğim bir dostumu görünce hissettiğim hazzı veriyor. Onların başına geçince maddesel dünyada yaşadığım günlük ve mahut problemlerin aksine bütün insanlarla bütün insanlarla beraber olma duygusunu yaşatıyorlar.


Onların başındayım artık. Ne sokaktan bağrışarak geçen çocukların sesi nede ekmek kavgası veren seyyar satıcıların haykırmalarını, nede üstt kattaki evli çiftin gün boyu bitmeyen tartışmaları ilgilendirmiyor artık. Biz onun manasıyla benim maddemle vücut bulmuş bir varlığız.

Yazan: Zuhal Çiçek

6 Kasım 2016 Pazar

Kürt Kimdir? Kürdistan Neresidir?

Kasım 06, 2016 1 Yorum

Kürtler Ortadoğu bölgesinin yerlilerinden olup 

 

Doğuda; İran Kürdistanı (Kürtçe; Rojhilat) Kürdistanın İran’da 'da kalan kısmına verilen resmi olmayan ismidir. Zagros Dağları na,  

 

Batıda; Suriye Kürdistanı (Kürtçe: Rojava) Toros Dağarlarına. 

 

Güneyde; Irak (yerel dilde yâda (Kürtçe; başur- Hewler) Hemrin Dağlarından,

 

Kuzeyde; (bakurKars-Erzurum, Türkiye platolarına kadar uzanan coğrafi bölgede yoğun şekilde yaşayan bir halktır. 

 

Kürdistan neresidir;  Orta Doğu'da Ermenistan, Irak, İran, Suriye ve Türkiye'ye ait toprakların bir kısmını kapsayan coğrafi bölgeye yerleşmiş Mezopotamya'nın bir parçasıdır.

 

Bu tanımlar; araştırmalar sonucu oluşturulmuş coğrafi konumu belirten Türkçe ve Kürtçe yönleri vurgulayan teorik bilgilerdir. 

“Bu yazının amacı devletin resmi kayıtlarında yer edinen 
iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış tarihi anlatmak değildir.

 

Çünkü topluma öğretilen tarih 'gerçek tarih' değil ısmarlama üzerine, üretilmiş tarihtir. İradi olarak geçmişi yok saymak mümkündür ama geçmişi yok etmek mümkün değildir. 

 

Resmi tarihin yok saydığı, yok etmek için onca çaba harcadığı  gerçeklerin  aradan onca zaman geçmesine rağmen, öcünü alırcasına ve inatla gündemdeki yerini alması bu yüzdendir.

Geçmiş bu günkü zamanda bizde var olmaya. Bizimle yaşamaya devam ediyor. Tarih sağır ve dilsiz değildir, duyup söylemeye devam ediyor ve edecek (Fikret Başkaya'  Resmi Tarih Tartışmaları, kitabı) “

Dolayısıyla Buradaki amaç resmi tarihin tahriplerine rağmen onu da baz alarak, resmi olmayan tarih ve sosyoloji temelli Kürt kimdir?  kürdistan neresidir? Sorularını daha gerçekçi, samimi, bakış açışıyla yeni bir düşün haritası çizmektir.

 

Dünya denen yerkürede; birçok farklı dil, inanç, yaşam biçimi gezegenimizi kuşatmıştır. Kendini var etme sürecinde insanoğlu varoluşunu kanıtlamak için kendisine özgü bir yaşam biçimi, kültür, hayat dizaynı oluşturmuştur.

 

Oluşturulan bu hayat düzeni zaman la genele indirgenip nesnelleşmiştir. Nesnelleşme sonucunda insanlar aynı dili konuşan, aynı inanç ve kültüre sahip, akraba topluluklara dönüşmüşlerdir.

 

Oluşan bu topluluklar dünyanın bazı bölgelerine yerleşmiş bir nevi dünyayı parsellemişlerdir.

 

Dünyayı haritalandırma normu, dillere, kültürlere, inançlara bölerek oluşturulan parselleme süreci; yoğun sancılarla, savaşlarla, haksızlıklarla elde edilmiştir. Savaşçı bir ruh ve hükmetme bilincine sahip topluluklar, daha güçsüz ve hükmetme bilincine daha az sahip toplulukları boyundurukları altına almışlardır. 

 

‘ibni Haldunun’’  ''Hazeri ve Bedevi''  tezinde bahsettiği gibi.

 

Egemenliği olmayan her topluluk Başka insanların (yönetimlerin) tercihleriyle yaşamak zorunda bırakılır. Buna maruz kalan bir kültür veya halk çok da saygı görüyor denilemez.

 

Bu zorunluluk bazı ruhlara ağır gelir ve başkaldırdılar. Kendileri olmak için.

 

Bu anlamda Türkiye deki Kürt kimliğinin farkında olan, Kürt etnisitesi ile Türk etnisitesini önceleyen, devletleşmiş unsur arasında yıllardan beri süregelen ve uzlaşmak istemeyen bir çatışma ortamı yaşanıyor.

 

Bu terim, yani Kürdistan adı tarihsel olarak binlerce yıl öncesine dayanır zira kürdistan adı tarihte bütün medeniyetlerce kullanılmıştır.

 

Yazılı olarak ise ilk Selçuklular döneminde rastlanır. 

 

Osmanlı devleti, kaynaklarında da Kürdistan adı kullanılmıştır.

 

Osmanlı Devleti zamanında Kürdistan Özerk bir yapıdadır. Kürdistan dış işlerinde Osmanlı 'ya bağlı, kendi içinde ise serbest bir bölgedir.

 

Kürdistan eyaleti; Osmanlı Devleti 'ne asker gönderir, vergi verir. Ancak kendi iç işlerinde yönetimlerinde, serbesttirler.

 

Osmanlı hiçbir zaman Kürtler ‘in diline kültürüne yasak koymamış inkâr etmemiştir.

 

Dolayısıyla tarihi araştırmalarda da görülüyor ki Selçuklu dönemi başta olmak üzere, Osmanlı arşivlerinde ve günlük yaşam içerisinde kürdistan ismi herhangi bir suç unsuru teşkil etmeden özgürce kullanılmıştır.

 

Hâsılı Osmanlıda Kürtler Kürt tür, Lazlar lazdır, Araplar Arap’tır, Çerkezler Çerkez’dir. Herkes Türk’tür gibi genelenmiş bir zorunluluk yoktur.

 

Herkesin tek tip olarak değerlendirildiği faşizan tavır cumhuriyetin kurulmasıyla anayasal bir zorunluluk haline getirilmiş Türkiye topraklarında yaşayan insanların tarihleri, kültürleri, dilleri, inançları, yaşam biçimleri dikkate alınmadan değiştirilmeye ya da yok sayılmaya çalışılmıştır. 

Osmanlı döneminde Kürdistan kelimesi kullanıldıysa da Türkiye Cumhuriyeti'nde Maarif Vekaleti' nin yayınladığı 8 Aralık 1925 tarihli "Türk Birliğini Parçalamaya Çalışan Cereyanlar" başlıklı bildiriyle Lâzistan ve diğer bütün etnik takılarla oluşturulan yerel adlar gibi "Kürdistan" da resmi kullanımdan kaldırıldı, söz konusu bölge coğrafi yön isimleriyle (ŞarkDoğuGüneydoğu) adlandırılmaya başlandı. (Kaynak: Türkiye cumhuriyeti 1982 anayasası)


Günümüzde de anayasal bir norm haline getirilmiş olan tek bir etnik gücün üstünlüğü, tüm milletlerin (halkların) üzerinde hepsinin ''hamisi'' modunda ( halk ağzıyla abelik) yapılması yüreklilik göstergesi olarak lanse edilerek, ulus devlet içindeki farklı milletlerin Türk olarak değerlendirilmesi, çelişkisi ve bu çelişkiye gösterilen tepki tam gaz devam etmektedir. 

 

‘’yığın düşünmez maruz kalır’’ sözü bu anlamda çok doğru bir cümle, nedeni ise değişen devlet sistemi imparatorluktan milliyetçi ulus devlet şekline dönüşünce, o ana kadar çok da bir eğitim almamış Osmanlı halkı özelliklede Müslüman Türk halkı yeni düzene maruz kalınca sorgulamada yeni oluşumu onayladı.

 

Bu onaylanma sonucum; damarlarında Türk kanı olan, milliyetçi ve tek tipçi insanlar oluşturuldu.

 

Bu durum bir antitez üretti Kürt kimliğine sahip insanlar arasında, yani bir radikal duruş doğal olarak karşısında yeni bir milliyetçi unsur üretti.

 

Bu çerçeveden bakılınca Türkiye’nin doğusunda yaşamak istemeyen binler… (Türk veya Kürt fark etmez) doğu topraklarındaki halkın kimliğini, kültürünü, aidiyetini yok sayıp kendilerine ezberletilen milliyetçiliği oynuyorlardı. Yine burada da sloganlaşmış milliyetçilik gündemdeydi, empati (duygudaşlık) kuramayan nefrete dayalı, ötekileştiren, devlet sevicilik yaşanıyordu.

 

Çünkü onlara göre bu devlet sadece ne mutlu türküm diyenlere aitti ve en iyi onlar koruyacaklardı. Yâda korurlardı. 

 

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; 

 

Kürt kimdir?  

 

Kürt Âdemoğludur, âdemdir. İnsanoğludur, insandır. Eğer inanıyorsa kuldur. Kendine ait bir yaşam biçimi, kültürü, dili olan bir millettir. Yuvarlak dünyada bir dünya vatandaşıdır. Tıpkı diğer halklar gibi.

 

Kürdistan neresidir? Farazide olsa afaki de olsa Kürt gerçeğini zorda olsa kabullenip, Kürdistanı kabul edemeyenlerin tepki verdiği bir cümledir.

 

Bir coğrafyanın adıdır. Bir yandan Kürtler kardeşimizdir deyip, diğer yandan ise Kürtlerin yaşadığı bölgenin adını kabul edemeyenlerin yaşattığı çelişkinin adıdır. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı yerdir.  

 

Bir halkın doğduğu, kendini var ettiği yeryüzü parçasının adıdır.

 

Tıpkı Türkistan, Tacikistan gibi.

 

Yani bir milletin kültürünü, tarihini, hayatını, yaşadığı, gömüldüğü anılarının dağa, taşa, toprağa işlendiği geçmiş duygularının yoğun olduğu tek ve gerçek sahibinin Allah olduğu…

 

Bir coğrafyadır.

 

Memlekettir.

 

Bir yerdir.