Devletin Asileri Halkın Kahramanları
Yazı yazmak bir
yolculuğa karar vermek gibidir.
Yolda
karşınıza çıkacaklardan haberiniz yoktur. Yazı da öyledir hangi
düşünce ya da his yoğunlaşması o yazının seyrini belirler bilinmez.
Bu yazıyı yazma
amacım hafızamızda derin izler acılar bırakmış yıllardır
gündemden düşmeyen ama hep küçük düşürülen Kürtler ve Kürt
sorunu, hiçbir değişim arz etmeyen haksızlıklar, acılar, bu
acılara yıllardan beri süregelen kayıtsızlık.
Teknolojinin gelişmesiyle
birlikte İnternet resim video vb. ilerlemeler yaşanan çatışmaların anında
servis edilmesi bu durumun sosyal bir etki oluşturması kafaları
karıştırmaya başladı.
Yaşanan kafa
karışıklığı yoğun duygu düşünce değişimlerine neden olduğu
gibi geçmiş duygusunun ön plana çıkmasına vesile oldu.
Neydi geçmiş
duygusu?
Yaşadığın ülke
sınırları içinde kamusal alana çıkınca yok sayılan kültüründü. Ninenin
konuştuğu dildi. Onların oluşturduğu kültür
dünyası ve toplumca ötelenen yaşam biçimiydi.
Ne zaman değişti
bu düşünceler?
Kalıplaşmış, öğretilmiş
düşünce çerçevesinin dışına çıkıp sosyal medyanın gündeme dair anında haber
yapması, daha fazla araştırma ezber bozmaların sonucunda sorgulamaya
başlanmasıyla.
Bu açıdan buraya bir
nokta koyarak devam etmek istiyorum.
Devlet nedir?
Ne işe
yarar?
Amacı ve görevi
nedir?
Sorumlulukları durması
gereken yerler nelerdir?
Bazı felsefecilere göre
devlet egemen sınıfın örgütlü halidir.
Yani devleti
kuran egemen unsurun ve öncelediği değerlerin etrafında bulunan
bazı halkların önceliklerini, aidiyetlerini görmezden
gelerek tek bir ana unsuru dikte edip hizaya getirmektir
toplumu.
Bu anlamda Türkiye
cumhuriyeti yani ülkem Türk etnisitesini ön planda tutarak
özellikle doğu ( afaki olarak Kürdistan) bölgesinin tüm önceliklerini yok
sayarak, Afaki olsa dahi Kürt ve Kürdistan demeyi anayasal bir
zeminde yasaklayarak varoluşunu böyle bir ariza üzerinde
baskıyla oluşturmaya çalışmıştır.
Bunu da elde
ettiği devletin tüm güç unsurlarını kullanarak yapmıştır.
Bu duruma karşı
çıkanları ise cezaevlerinde işkence
yaparak, toplumda ise terörist ve asi yaftası vurup tecrit ederek en
sert ve insan onurunu kıran uygulamalarla yok etmek, yada sindirmek istemiştir
Bu değerlendirmeler ışığında şu
sorulabilir;
Devlet gerekli midir?
Evet devlet gereklidir.
Toplumdaki güvenliği, adaleti, eşitliği
sağlamak için. Devlet içinde yasayan halkın adalet, asayiş, sağlık, eğitim, ekonomi, düzen,
düşünce, inanç özgürlüğü vd. ihtiyaçlarını karşılamak ve
haklarını korumak için devlet olmalıdır.
Fakat devlet bir ırkı, bir mezhebi,
inancı anayasa ile güvence altına alıp, diğer yaşayan halkları o ırka
hürmet ve hizmet etmeye zorlamamalı ve böyle bir hakkı olmamalıdır ki
böyle bir hak yoktur.
Her insan hür doğar ve doğduğu aile
içerisinde anadilini kültürünü öğrenir.
Zamanla daha da özgürleşerek
kendine ait bir düşünce dünyası edinir.
Devletin görevi anayasada bir
ırkın ululuğuna dair yemin ettirmek değildir. İnsan yapımı bir
anayasayı baz alarak, ırkçı söylemlere yönelik kurallara, insanların itaat
etmesini sağlamak yada zorlamak da değildir.
Bu durum nefrete neden olur ki
bunun toplumsal izdüşümlerini yaşadık ve yaşıyoruz.
Hiçbir ırk anayasada güvence altına alınmamalıdır.
Bu anlamda Hz Muhammed’in;
“Siyahın beyaza,
beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Hadisi de halkının
çoğunluğu Müslüman olma iddiasında ki bir toplum için iyi bir
örnektir.
Devletler insanların güvenlik
ihtiyacından ortaya çıkan oluşumlardır.
Devletin amacı
vatandaşlarına hiçbir üstünlük takınmadan eşitçe ve
adaletlice yaklaşması ve bu durumun anayasal güvenceyle teyit edilmesi
realitesine dayanır.
Devlet insanların birlik de
oluşturdukları sivil toplum yapısının en üst mercidir.
Devlet bu amacından sapınca belli
bir etnisiteye ve ideolojiye hizmet etme hedefi güdünce, o
toplumda yaşayan diğer halklara çifte standar uygulayınca o halkların
meşru müdafaasıyla karşılaşabilir.
Devlet put değildir dogma değildir.
Eleştirilebilir, eleştiriler dikkate
alınarak toplumsal reform yapılabilir.
Devlet kutsal değildir.
Kutsal olan insandır, canlılar ve
inançlardır.
Yeri geldiğinde inançlar bile
eleştirilebilirken, devletin katı bir tabuya dönüştürülüp, bir etnisiteyi ve
halkı öncelemesi bunu anayasal güvenceye alması düşünen her birey için
hakarettir.
Bu anlamda insanoğlu
şımartılınca eline güç geçince belli insani ve ahlaki değerleri
içselleştirmemiş ise, eline geçen güç ve güvenle bir canavara dönüşebilir.
Karşısına çıkan farklı ideoloji ve
kimlikleri, diğer halkları, kültürleri, anayasanın verdiği üstünlük
duygusuyla aşağılayabilir, öteleyebilir, küfredebilir.
Çünkü o bu gücü anayasadan
almaktadır.
Anayasa ona devletin bekası için
her türlü kıyımı, kışkırtmayı yapabilme gücünü, güvenini vermektedir.
Bu günlerde gündemimizi dolduran
bazı il ve ilçelerdeki sıkıyönetimi anımsatan sokağa çıkma yasağı ve bu yasak
sonucunda ortaya çıkan çatışma görüntüleri ölümler yaşanan olayın ciddiyetini
göstermektedir.
Devletin asayiş güçlerince
öldürülüp cesedi devlete ait bir aracın arkasına bağlanıp küfürler eşliğinde
şehrin içinde yerlerde süründürülerek götürülen Türki’ye
Cumhuriyeti nüfus cüzdanını cebinde taşıyan, ülke vatandaşı bir gence yapılan
kaotik durum o bölgede yaşanan toplumsal anomi den sadece bir
kesitidir.
Bu ülkeyi bizler seksen
beş milyon bir halk olarak Kürdü”yle, Laz’ıyla, Alevi’siyle, Çerkez’iyle kurduk
deniyor; fakat uygulamada ise basta kürdi ile ailevi”siyle, lazıyla
çatışılıyorsa sorgulama içine girilmelidir.
İlkel kabile dönemlerinde ki gibi simge
ve sembollerle kendini ifade etmek modern, çağdaş, laik ve yüzü
batıya dönük bir ülkeye yakışmaz.
Bu anlamda düşünce dünyaları
sorgulanmalı, biz nerede hata yapıyoruz da yıllardır bu çatışma bitmiyor
diye.
Oysaki ilk ırkçı şeytandı.
Kâinatın yaratıcısı Allah’ın emrine
karşı gelerek topraktan yaratılan Âdemi' i küçümsemiş o ulu emri geri
çevirmiştir.
Ben ateşten yaratıldım üstünüm mantığı
ile Âdem’e secde etmeyi reddetmiştir.
İnsanoğlunun ırkçılık hikâyesi de bu
olayla başlamıştır.
Özetle devlet bir egemen sınıfın veya ırkın hizmetine
sunulmuş güç toplama, yerine göre şiddet uygulama, herhangi bir ırka
paye verme merkezi değildir.
Oysaki biz
devleti Müşfik bir aile reisi olarak görmüştük ki; bakıyorum
da değilmiş.
Devletin amacı veya
görevi ülke sınırları içinde yaşayan halkların dilini, kültürünü,
müziğini, isimlerini yasaklamak değildir.
Bu yasağa tepki verenlere
empati yapmadan şiddetle tepki vermek de değildir.
Devletin görevi Çeşitli
hilelerle örgütlenip, halkın içine nifak sokup, bunun adına da derin devlet, jitem denen
oluşumları yok etmektir.
Devletin görevi adalet, refah, huzur ve
kalkınmadır.
Bunun dışındaki oluşumlara meyil verirse
devlet olma amacından sapmış olur. Bunun adı devlet değil, çete olur.
Uzlaşı diyalog neden yok?
Ölüm, öldürülmek, olumu kutsamak,
küfür bu coğrafyanın kaderi midir?
Devletler uzun ömürlüdürler
ve değiştirilmesi için bir devrime ihtiyaç duyulur.
Her devlet bir devrimin unsurudur.
Günümüzde yaşanan Kürt sorununun
içinden çıkılmaz kine dönüşmesi
ve şiddet uygulamaları da yine bir devlet politikasıdır.
Devlet politikaları; iktidarda
olan hükumetler aracılığıyla, iktidarda olan hükümetin
rengi ve düşünce yapısını, içine alarak uygulanmaktadır.
Devletin görevi şeffaflıktır.
Düzeni, asayişi, adaleti, eşitliği sağlamaktır.
Fitne, fesat çıkarıp derinleşip derin devlet olmak, içinden
örgüt üretmek değildir.
Tam tersi oluşan bu örgütlere
karşı savaş açmaktır.
Bu gibi durumlar ülkeyi hem
içeride, hem de dünya gündeminde imajını sarsar.
Üçüncü dünya ülkesi konumundan çıkıp,
kabile ülkesine dönüştürür.
Duygusal bir düşünce ile devletler
tarihine bakılınca devletlerin asileri bazı zamanlar halkın kahramanları
olmuştur.
Kahramanlarda halkın gözünde asiler
olmuştur.
Örneğin: Robin Hood, Hz. Muhammet, Köroğlu,
Nene Hatun, Şeyh Said, Ömer Muhtar, Ebu Zer, Atatürk, Seyyid Rıza ve daha
binlerce kişi…
Kahramanlar ve Asiler kime nereden bakıldığı;
hangi sınıf, ideoloji ve dünya görüşü gibi toplumda edinilen yerle ilgilidir
birazda.
Tıpkı 6 ve 9 rakamlarına hangi açıdan
nereden bakıldığı gibi.