Kâinat denilen
bu evrende bizler; akıl sahibi, bilinçli, farkında lığı olan, varlıklar olarak,
akıl melekelerimizin geliştiği andan itibaren sorgulamaya başlarız: ben kimim? Neyim?
Nereden geldim? Nereye gideceğim? Gibi birçok farklı sorunun muhatabı etmiştir
insan kendisini, Bilincinde, iç
dünyasında.
Bu sorgulama,
anlama, anlamlandırma aşamaları insanı bazen boşluluğa, karambole, bilinmezliğe
ve hatta uçurumun kenarına itmiştir. Sorgulama süreci bizimle başlamadı ve
bizimle de bitmeyecek elbette. İlk insanın varlığından, şimdiye dek, varoluşu
sorgulama süreci devam etmektedir, edecektir.
Örneğin; Geçmişte
yaşayan insanların, kaç milyar insan geldi geçti bu semadan, bilemiyoruz. öyle
bir veri yok çünkü elimizde, şu kısıtlı teknoloji ilede olmayacak gibi.
Varlığı ve
nasıl var oldum ve neden sorusunu kendisine sorarken insan, doğanın, kâinatın,
uzayın dünyamızdan görünen parçasından esinlenerek bazen yaratıcının güneş,
bazen ay, bazen yıldızlar ve hatta ateş, su, toprak, hava olduğunu düşünmüştür.
Bazense İnsan
insanı tanrı edinmiş, bazen de yaptıkları putları, bazen hayvanlara tapınmış, şimdilerde
ise bilimi tanrı edinmiş, bazen de hiçliği. Uçsuz bucaksız bu evrende insanın
gördüğü, düşündüğü, duyduğu hissettiği kadar olmuştur tanrısı, yaratıcısı diğer
bir değişle sığınağı.
Çünkü insan bu
dünyada yalnızdır. Düşünür, taşınır delirir. ‘’Aklın son sınırı deliliktir’’ derler aynen bu raddeye gelir
düşüne düşüne. Bazen ben neyim? Kimim?
bu evrende neden var oldum. Doğum ve ölüm gibi bu muammalar da nedir? Gidenin dönmediği.
O halde neden! Tanıdım ben bu insanları, neden! İyilik yapıyorum. Yâda neden? Kötüyüm.
Bu gelişler, gidişler amaçsızımı? Hiç Bir şeyin hesabı olmayacak mı?
Doğduk belirli
evrelerden geçerek hiçbir bedensel biyolojik evre dahi elimizde değilken bilgisayar
programı gibi programlanmışken, bebek çocuk, ergen yetişkin, yaşlı ve son durak
ölüm gibi.
Neden neden? Neden?
Bu neyin yaşamıdır? Kimdir? Bizim hamimiz. İçimizdeki bu dinmeyen boşluğu,
huzursuzluğu dindirecek bir kapı yok mudur? Diye diye günümüze kadar geldi insanoğlu.
Her sorgulama
evresinde yâda zamanında, uzamında bir ilahi mesaj geldi bir elçi tarafından. Kendi
toplumunun içinden toplumunun çocuğu olan bu elçiler ‘’biz istiyoruz ki içinizden ezilenleri önderler yapalım’’ (Kasas 5.) ayeti
ile desteklenerek, ey! İnsanlar dinleyin beni dedi: Elçi. biz bu evrende yalnız değiliz, bizi yaratan ilahi
bir kudret var. Ve ben ondan mesaj getirdim sizlere dedi. Tabi bu deyiş o
toplumların her birinde tepkiyle, küçümseme, dalga ile karşılandı.
Ve böylece
günümüze kadar geldi bu elçilerin adları: ilk Âdem dendi sonra Havva, sonra Habil,
kabil, Nuh, İbrahim… Ve son elçi Muhammed’e kadar devam etti bu ilahi mesajın
bildirim süreci.
Son dedi; son
peygamber, olduğunu söyleyen Hz Muhammed. Çıktı toplumunun karşısına ve dedi ki
ben şu ana kadar size hiç yalan söyledim mi? karşında onu dinleyen topluk ise hayır
dediler. Seni emin, sözünden ve davranışlarından emin diye biliriz dediler.
O halde dedi Muhammet;
ben Allahın siz insanlara gönderdiği son elçiyim. İnanın! Yalan yok. Okuyun,
düşünün, akıl edin, sorgulayın ve gerçeğe ulaşın dedi. yalnız değiliz bu
evrende, bizi yaratan bir rabbimiz var o bize şah damarımızdan daha yakın dır dedi..
Farklı âlemlerin, boyutların varlığından bahsetti. En akla yatkın mantığa uygun
mesajlar illeti, ümmi idi buna rağmen devasa bir mesaj illeti insanlığa, inanmak
yâda inanmamak özgür iradenize bağlı dır, dedi elçi. Sadece bu mesajı iletmekle
görevliyim, bana hangi muamele uygulanacak yaratıcı tarafından onu dahi bilmem
dedi.
Bu bağlamda çoğumuz
ben de dâhil, bu gibi konulara, yaratılışımızın, varlığının izini sürmeye ilgi
duyup, İlk insanın, peygamberin, elçinin ( Hz Âdem) varoluş hikâyesini. İrdelemiş,
sorgulamış, okumuş, araştırmış, Kafası karışmış, inanmayanları da, takip ederek
devam etmişizdir hayatı, varoluşu sorgulama terennümüne.
Bir
Yaratıcının varlığından haber veren onlarca peygamber ve onların kitaplarından (mesaj)
bahsediliyordu. Bir dinler tarihi külliyesi oluşturulmuştu, inanmış inanamamış
insanlık toplumu tarafından.
Dinler Semavi-
ilahi ve ilkel diye sınıflandırılmıştı. Bir takım kesimler tek bir yaratıcının
varlığından bahsederken, bazı materyalist söylemlere inanalar ise; insanın
evriminden bahsediyordu ve tanrı inancını reddediyorlardı. Arkeoloji bilimi,
ise yapılan kazılarda, inanç tarihini somut verilerle sunuyordu biz insanlara.
Örneğin; arkeolojik
kazılar da İnsanlığın kurduğu en eski medeniyetin, inanç tarihinin Sümerlerden geldiği
iddia ediliyordu. Nedeni ise mevcut dinlerin tüm ritüelleri neredeyse Sümer medeniyetinde
yaşandığı gerçeğiydi. Oysa peygamberleri aracılığı ile ilahi kudretini bize
tanıtan yaratıcı ilk insan, ilk peygamber Âdemden itibaren aynı mesajı
iletiyordu insanlığa diye biliyorduk.
Birçok bilim
insanı, dini argüman’larda ki bilgilerle bilimin test edip onaylanmış verilerini
kuran’ ın mesajları ile karşılaştırıyordu. Örneğin; kuran da geçen şu ayetler;
‘’birbirleriyle
kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir berzah/engel vardır; birbirlerinin
sınırlarını geçemezler.’’(Rahman, 55/19-20)
Birbirine açılan, fakat
suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin bu özelliği, okyanus
bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen
fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır.
Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, âdeta bir duvar
gibi sularının birbirine karışmasını engeller. (Richard A. Davis,
Principles of Oceanography, Addison-Wesley Publishing Company, Don Mills,
Ontario, ss. 92-93)
“İnsan
zanneder mi ki ölümünden sonra Biz kemiklerini toplayıp onu diriltmeyeceğiz?
Evet, toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde
düzenleriz!”(Kıyamet, 75/3-4)
Ayetinde geçen 'parmak Uçları’ndaki sır,
19. yüzyılda, herkesin parmak izlerinin farklı olduğunun keşfedilmesiyle daha
iyi anlaşılmıştır.
Diğer bir ayette ise;
, Akıtılan
meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah,
onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’ böylece ondan, erkek ve dişi olmak
üzere çift kıldı. (kıyamet 37-39)
Diye insanın Anne
karnındaki yaratılış aşamaları bilimsel verilerle uyumlu olarak bizlere bildirilmiştir.
Kısacası; 1400 yıl öce, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin
esamesi okunmazken kur’an da bu varoluş anlatımların yaratıcının varlığına dair
önemli bilgiler ve şifreler olduğu önyargısız bakan gözler ve düşünenler için
gerçek verilerdir denilebilir akıl mantık ve gönül rahatlığıyla.
"Ay için de birtakım
safhalar, duraklar tayin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının
çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir. Ne güneş aya kavuşabilir, ne gece
gündüzün önüne geçebilir. O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar,
durur..."(Yasin, 36/39, 40)
O gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)
Kuran’da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. “Büyük Patlama”, orijinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.
Bunlar;1400 yıl önce indirilmiş kitapta yazan ayetlerdir.
Kuran bilime aykırıdır diyenlere örnekte verilen bu ayetler bilimsel veriler
ile desteklenmiş ve doğruluğu bilimsel testler sonrası kanıtlanmış gerçeklerdir.
Diğer bir tabirle Allahın varlığının delili mucize ayetler olarak inanan yâda
inanmayan, önyargı katmadan bakan kişilerce kabul görmüş gerçeklerdir.
Özetle şu bir gerçektir ki bir yaratıcının varlığına inanmak
isteyen için ‘’bence’’ insanın önüne bırakılmış ve gayet emin ve güven verici
cümlelerle yazılmış kitaplar var. Oku, düşün, araştır, sorgula, karşılaştır,
eleştir, gerçeği akıl ederek bul diyen. Tevrat, İncil tahrif edilmiş olsa
da ve en son Kuran ‘’aşkın olanı- yaratıcının’’ mesajını bildirmiştir insanlık
ailesine.
İnanmak ( inanan) yâda inanmamak (ateist) konusunda özgür
olduğunu söyleyerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder