Follow Us @bedelencu

25 Ekim 2019 Cuma

Hak’ların mı Halk’ların mı Kardeşliği

Ekim 25, 2019 1 Yorum

"Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır..."
  Hz Muhammed

’Halkların kardeşliği’’ söylemini en fazla dillendirenler kendilerini sol, sosyalist, anti Emperyalist olarak gören ideologlar ve onların savunucuları kitlelerdir. Türkî-yede çoğumuz ilk defa; ‘’halkların kardeşliği’’ söylemine, ‘’Halkların Demokratik Partisi’’ (HDP) ile aşina olmuşuzdur.  

Halkların kardeşliği söyleminin kaynağını az biraz araştırınca ki siz okuyucularda bakabilirsiniz Deniz Gezmiş,(Türk- Rize) Hüseyin inan, (Kürt- Sivas) Yusuf Aslan  (Türk-Yozgat) gibi tanınmış solcu, devrimcilerdir. Genç yaşlarında idam edilmiş bu üç arkadaşın, örneğin; Deniz Gezmişin 

idam edilmeden önce ki son sözlerinden biri;
"Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!  Olmuştur.

Kemalist burjuva eliti tarafından ortaya atıldığı söylenen, Türk solu’nun amacı pekte belli olmayan, değişken fikirli devrimci ideolojisi, Kürt Halkının bitirilmeyen sorunu üzerinden, devletsiz, hak ve özgürlüklerin eşit paylaşımı, Sömürüsüz,  karısız, kocasız Safsata bir devrim yapmaya, yarım kalmış hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar adeta.

1970 li yılların sonundan itibaren dilendirilen,  Halkların kardeşliği söyleminin kaynağı da buradan geliyor. Ergenlik dönemlerinden biraz ileri gitmiş, birkaç kanı kaynayan eğitimli genç, ezilen halklar için devrim yapmaya çalışırken, yeri geldiğinde ülkelerinin bütünlüğü ve bağımsızlığı içinde mücadele verecek, bu genç devrimciler; 6 Mayıs 1972'de sabaha karşı 

Ankara'da Ulucanlar Cezaevi'nde idam edilmişlerdir.
Kendilerini İslamcı, Muhafazakâr, Mücahit olarak tanımlayan kitlenin ağızlarından düşürmediği, gözyaşlarıyla slogan attıkları Filistin, Mescidi Aksa dramı için, Filistin kurtuluş örgütü El -Fetih Kamplarında İsrail’e karşı savaşmışlardır. Bu üç genç, solcu arkadaş.
https://haber.sol.org.tr/soldakiler/denizin-son-sozleri-haberi-27882

Bu anlamda; ‘’Halkların Demokratik Partisi’’, (HDP)  6 Mayıs 1972'de idam edilen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu üyeleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için bir mesaj yayımlandı. HDP nin yayınladığı Mesajda idamların 'bir hukuk cinayeti olduğu vurgulandı.

Resmi söylem ve toplumun bir kesimi tarafından terörist damgası vurulmuş, ezilmiş, dışlanmış, hor görülmüş bir halkın, Kürtler. Savunuculuğunu üstlenmiş; kanaat önderi, siyasetçi ve aydınlarından ‘’halkların kardeşliği’’, ‘’Barış’’ söylemini duyduğumda garipsedim. Sonra düşündüm ve dedim ki: Barışı Ezenler değil, Ezilenler ister.

Ezilmiş ve halen ezilen, dışlanan, terörist görülen bir halk adına, Barış istiyorum denmesi, barış istemeyen ve O halkı adam yerine koymayıp, tehlikeli, güven duyulmayan vatandaşlar olarak gören, sistem Ağalarının ve onların yönlendirdiği toplumun gözünde, ‘’Halkların Kardeşliği’’koca, İstihza dolu bir yalan, beyhude bir çabadır.

Halkların kardeşliği söylemi en fazla kimin sloganı olursa daha samimi ve inandırıcı durur? Tabii ki Devlet gücünü, tüm halkların, Hakkını elinde tutan ve Hak-ları eşit dağıtması görevini üstlenen, Kürt’üyle Türk’üyle birlikte kurdukları organizasyonu (Devlet) elinde tutan, Devlet elit’inin söylemine dönüşürse daha sağlıklı olurdu.

Gerici, despot Ortadoğu topraklarında var olan, bir ülke olarak, özgürlükçü, hümanist böyle değişim ufukta görünmüyor maalesef.

Bitmeyen toplumsal, bölgesel bir kaosun içindeyiz. Kaos üreten, kâbus ruhlu adamların elinde, cehenneme dönüşmüş bir yaşam hediye edilmiş bizlere. Yazılan şeyler bir coğrafyanın intiharı, idamı ne kadar kötü benzetme varsa onu yaşıyoruz. Kocaman bir Dispotya’ nın içine çekilmişiz, tahammül sınırımızı zorlayarak izliyoruz yapılan haksızlıkları.

Halkların kardeşiyiz diyor Türk solcu sosyalist kesim. Muhafazakâr, milliyetçi kesim ise ümmet, bayrak, devlet, Türk diyor. Artık inanmıyor, halkların içine sıkıştırılmış Kürtler yeter diyorlar; bu entrikaya, yalana, talana, dolana yeter. Hak-larımızı verin eşit ve müreffeh bir beraberlik yaşayalım. Kimsenin kimseden üstün olmadığı, kimsenin ölmediği.

Halklar nerede? Haklar nerede? Ümmet nerede? Bu masalı kim yazdı? Ve neden bu halklardan ölenler hep Kürt oluyor?

Yine bu Hak- kaybına uğramış, bu ülke içinde doğup, büyümüş bir sanatçı şunları söylemişti; İnanca saygı, düşünceye özgürlük gerçek budur. Bağımsız, demokratik bir ülkenin Türkiye’nin dürüst yurttaşları olarak yaşamak istiyoruz ve Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz diyor müzisyen. (Ahmet Kaya) Kürt olduğunu söyleyip, Kürtçe şarkı yapacağım dediği için, linç yediği, Ortadoğulu ağzıyla Recm edildiği ülkesinden uzaklara gidip hayatını kaybetmişti.

Bu ülkenin ezici çoğunluğu: muhafazakâr, milliyetçi, Sünni İslam yaşamı içinde buluyor kendisini. atadan, babadan böyle olmuştur. Muhafazakâr, milliyetçi mahallede olabilmek için pek kafanı çalıştırmana, sorgulamana gerek yok. Çünkü bir mirası devralmışsındır. Mahallenden, ailenden gözlerini dünyaya açıp, bilinç elde ettiğin andan itibaren çevreni izleyerek tanık olursun, kitle iletişim, milli eğitim, yaygın eğitim seni o yöne kanalize eder. Milliyetçisin; tek bir bayrağın var, diğer tüm bayraklar, Halklar umurunda bile değildir. Bazı bayraklar ise örneğin ‘’Kürdistan Bayrağı’’ Yahudilerin, dış güçlerin, Haçlıların, bölücü teröristlere, yardım eden çıkar gruplarının bayrağıdır, nefret etmen gerekir. Kürt olsan da bu bilinçle büyür ve yetişirsin.


Bu bağlamda Solcu, Sosyalist olmak için ise; araştırmak, okumak, sorgulamak ve san ki hep inançsız olman gerekir. Oysaki dinlerin ilk çıkış dönemleri devrimci yani sosyalisttir. Sorgulama sonucunda ortaya çıkmıştır dinler. Bu sebepten sol cenah daha çok okuyan, sorgulayan bir kitleyi barındırır. Çünkü Marx’sı, Hegel’i Lenin’i Sosyalizmi ancak araştırarak öğrenirsin.

Vel hâsılı kelam; Türkiye toplumunun klasikleşmiş ifade ile Türkî- kürdü, Arabî, Sağcısı, Solcusu ile tüm bölge halklarının mutlu, iletişimsel bir bağ içinde, kaos’suz bir düzen inşa edebilmeleri için toplumun ötekisi, teröristi, cahili, kabası olarak görülüp ‘’Recm’’ edilmiş halkına yani Kürtlere Hakları iade edilmelidir.

Bu iade yi itibarı yapacak unsur ise; Kürdüyle, Türküyle Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunda kan akıtmış, bedel ödemiş, halkların yetkili kuruluşu olan Devlet ağzı dillendirmelidir. Milli eğitimiyle, Medyasıyla, Anayasasıyla yapılan yanlışlıkları görüp öz eleştiri yapıp telafi etmelidir. Bu görev; Hamilik görevi, Önce Devletin sonra Kürt elitinin ve Halkının görevidir.

Başlıkta da belirttiğim gibi Halk’ ların mı Hak’ larınmı kardeşliği önemlidir. Bu bağlamda yaşayarak görüyoruz ki ‘’halkların kardeşliği’’ söylemi san ki Safsata pekte bir etki bırakmamış. ‘’Hak kardeşliği’’ beri gelsin o halde.

Solcu değilim, sağcıda ama muhafazakâr, milliyetçi, dinci bir çevrenin ferdiyim bu ülkede yaşayan, gerçekleri görüp, dürüstçe ifade eden ‘’gönüllü muhalif’’ olarak; bunları gördüm ve yazıyorum.

Ve son olarak diyorum ki; Müslim Gürses’in isyanı, Kaderine ve yaratıcıya iken, Ahmet Kaya ise Sisteme isyan ederek ölmüştü. Müslüm Baba filmiyle anladık o trajedi, dram, isyan müziklerinin yersiz, sebepsiz olmadığını, yaptığımız İstihza dan dolayı mahcup olduk.  Müslüm Babayı anlamadığımız için.

Ahmet Kayanın sisteme isyanını anlamak için de illaki filmini mi izlememiz gerekiyor. Önümüzde yıllanmış ve bitmeyen bir film var. Hak-larını alamayan, Halk’ların (Kürtlerin) filmi...


11 Ekim 2019 Cuma

Seni düşünmek!

Ekim 11, 2019 0 Yorum

Seni düşünerek geçirdiğim zamanla
Ömrüm kadar çocukluk yaşardım ey sevgili/m
Senin gözlerinle kucaklaşmak Kucak dolusu bir hasat mevsimidir
Biliyorum Cennette boy veren her incir dalında
Önce ellerin Şıvgın verir Bir çocuk ağlamasın; önce senin hüzün mevsimin başlar
Elmaya diş geçmesin Yağmurlardan önce düşersin toprağın Rahmi’ne
Senin avazınla dinlerim dağların birbirini çağırışını: agriiii, nemruddd, cudiiii diye
Ve her aşk dendiğinde Musa nın asası gibi düşersin ellerime
Seni düşünerek geçirdiğim Zaman'la kaç galaksi çevirirdim
Bir kuşun gagasını vurduğu su damlasından
Seni düşünerek geçirdiğim Zaman'la
Kaç kız çoçuk doğar, büyür ve anne olurdu başka çocuklara
Seni düşünerek geçirdiğim Zaman'da
Hayat suyu taşıdığım bir testi gibi tuttum seni düşen sen kırılan ben olurdum
Bir yağmur tanesi gibi düşerek tanrının günah defterine Orda öylece kalırdım!
Senin gözlerinle kucaklaşmakla gelen bela; Annemin sütü gibi ak Bir aşk yaşamaktır!
Remzi Tanrıverdi

7 Ekim 2019 Pazartesi

İnsanın Bitmeyecek Sorgusu Var-ol-uşun Kaynağı Nedir

Ekim 07, 2019 0 Yorum


Kâinat denilen bu evrende bizler; akıl sahibi, bilinçli, farkında lığı olan, varlıklar olarak, akıl melekelerimizin geliştiği andan itibaren sorgulamaya başlarız: ben kimim? Neyim? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Gibi birçok farklı sorunun muhatabı etmiştir insan kendisini, Bilincinde, iç dünyasında.

Bu sorgulama, anlama, anlamlandırma aşamaları insanı bazen boşluluğa, karambole, bilinmezliğe ve hatta uçurumun kenarına itmiştir. Sorgulama süreci bizimle başlamadı ve bizimle de bitmeyecek elbette. İlk insanın varlığından, şimdiye dek, varoluşu sorgulama süreci devam etmektedir, edecektir.

Örneğin; Geçmişte yaşayan insanların, kaç milyar insan geldi geçti bu semadan, bilemiyoruz. öyle bir veri yok çünkü elimizde, şu kısıtlı teknoloji ilede olmayacak gibi.
Varlığı ve nasıl var oldum ve neden sorusunu kendisine sorarken insan, doğanın, kâinatın, uzayın dünyamızdan görünen parçasından esinlenerek bazen yaratıcının güneş, bazen ay, bazen yıldızlar ve hatta ateş, su, toprak, hava olduğunu düşünmüştür.

Bazense İnsan insanı tanrı edinmiş, bazen de yaptıkları putları, bazen hayvanlara tapınmış, şimdilerde ise bilimi tanrı edinmiş, bazen de hiçliği. Uçsuz bucaksız bu evrende insanın gördüğü, düşündüğü, duyduğu hissettiği kadar olmuştur tanrısı, yaratıcısı diğer bir değişle sığınağı.

Çünkü insan bu dünyada yalnızdır. Düşünür, taşınır delirir. ‘’Aklın son sınırı deliliktir’’ derler aynen bu raddeye gelir düşüne düşüne.  Bazen ben neyim? Kimim? bu evrende neden var oldum. Doğum ve ölüm gibi bu muammalar da nedir? Gidenin dönmediği. O halde neden! Tanıdım ben bu insanları, neden! İyilik yapıyorum. Yâda neden? Kötüyüm. Bu gelişler, gidişler amaçsızımı? Hiç Bir şeyin hesabı olmayacak mı?

Doğduk belirli evrelerden geçerek hiçbir bedensel biyolojik evre dahi elimizde değilken bilgisayar programı gibi programlanmışken, bebek çocuk, ergen yetişkin, yaşlı ve son durak ölüm gibi.

Neden neden? Neden? Bu neyin yaşamıdır? Kimdir? Bizim hamimiz. İçimizdeki bu dinmeyen boşluğu, huzursuzluğu dindirecek bir kapı yok mudur? Diye diye günümüze kadar geldi insanoğlu.

Her sorgulama evresinde yâda zamanında, uzamında bir ilahi mesaj geldi bir elçi tarafından. Kendi toplumunun içinden toplumunun çocuğu olan bu elçiler ‘’biz istiyoruz ki içinizden ezilenleri önderler yapalım’’ (Kasas 5.) ayeti ile desteklenerek, ey! İnsanlar dinleyin beni dedi: Elçi.  biz bu evrende yalnız değiliz, bizi yaratan ilahi bir kudret var. Ve ben ondan mesaj getirdim sizlere dedi. Tabi bu deyiş o toplumların her birinde tepkiyle, küçümseme, dalga ile karşılandı.

Ve böylece günümüze kadar geldi bu elçilerin adları: ilk Âdem dendi sonra Havva, sonra Habil, kabil, Nuh, İbrahim… Ve son elçi Muhammed’e kadar devam etti bu ilahi mesajın bildirim süreci.


Son dedi; son peygamber, olduğunu söyleyen Hz Muhammed. Çıktı toplumunun karşısına ve dedi ki ben şu ana kadar size hiç yalan söyledim mi? karşında onu dinleyen topluk ise hayır dediler. Seni emin, sözünden ve davranışlarından emin diye biliriz dediler.

O halde dedi Muhammet; ben Allahın siz insanlara gönderdiği son elçiyim. İnanın! Yalan yok. Okuyun, düşünün, akıl edin, sorgulayın ve gerçeğe ulaşın dedi. yalnız değiliz bu evrende, bizi yaratan bir rabbimiz var o bize şah damarımızdan daha yakın dır dedi.. Farklı âlemlerin, boyutların varlığından bahsetti. En akla yatkın mantığa uygun mesajlar illeti, ümmi idi buna rağmen devasa bir mesaj illeti insanlığa, inanmak yâda inanmamak özgür iradenize bağlı dır, dedi elçi. Sadece bu mesajı iletmekle görevliyim, bana hangi muamele uygulanacak yaratıcı tarafından onu dahi bilmem dedi.

Bu bağlamda çoğumuz ben de dâhil, bu gibi konulara, yaratılışımızın, varlığının izini sürmeye ilgi duyup, İlk insanın, peygamberin, elçinin ( Hz Âdem) varoluş hikâyesini. İrdelemiş, sorgulamış, okumuş, araştırmış, Kafası karışmış, inanmayanları da, takip ederek devam etmişizdir hayatı, varoluşu sorgulama terennümüne.
Bir Yaratıcının varlığından haber veren onlarca peygamber ve onların kitaplarından (mesaj) bahsediliyordu. Bir dinler tarihi külliyesi oluşturulmuştu, inanmış inanamamış insanlık toplumu tarafından.

Dinler Semavi- ilahi ve ilkel diye sınıflandırılmıştı. Bir takım kesimler tek bir yaratıcının varlığından bahsederken, bazı materyalist söylemlere inanalar ise; insanın evriminden bahsediyordu ve tanrı inancını reddediyorlardı. Arkeoloji bilimi, ise yapılan kazılarda, inanç tarihini somut verilerle sunuyordu biz insanlara.

Örneğin; arkeolojik kazılar da İnsanlığın kurduğu en eski medeniyetin, inanç tarihinin Sümerlerden geldiği iddia ediliyordu. Nedeni ise mevcut dinlerin tüm ritüelleri neredeyse Sümer medeniyetinde yaşandığı gerçeğiydi. Oysa peygamberleri aracılığı ile ilahi kudretini bize tanıtan yaratıcı ilk insan, ilk peygamber Âdemden itibaren aynı mesajı iletiyordu insanlığa diye biliyorduk.

Birçok bilim insanı, dini argüman’larda ki bilgilerle bilimin test edip onaylanmış verilerini kuran’ ın mesajları ile karşılaştırıyordu. Örneğin; kuran da geçen şu ayetler;

 ‘’birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir berzah/engel vardır; birbirlerinin sınırlarını geçemezler.’’(Rahman, 55/19-20)
Birbirine açılan, fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, âdeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller. (Richard A. Davis, Principles of Oceanography, Addison-Wesley Publishing Company, Don Mills, Ontario, ss. 92-93)


“İnsan zanneder mi ki ölümünden sonra Biz kemiklerini toplayıp onu diriltmeyeceğiz? Evet, toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde düzenleriz!”(Kıyamet, 75/3-4)

Ayetinde geçen 'parmak Uçları’ndaki sır, 19. yüzyılda, herkesin parmak izlerinin farklı olduğunun keşfedilmesiyle daha iyi anlaşılmıştır. 
Diğer bir ayette ise;

, Akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’ böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (kıyamet 37-39)

Diye insanın Anne karnındaki yaratılış aşamaları bilimsel verilerle uyumlu olarak bizlere bildirilmiştir. Kısacası; 1400 yıl öce, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin esamesi okunmazken kur’an da bu varoluş anlatımların yaratıcının varlığına dair önemli bilgiler ve şifreler olduğu önyargısız bakan gözler ve düşünenler için gerçek verilerdir denilebilir akıl mantık ve gönül rahatlığıyla.

"Ay için de birtakım safhalar, duraklar tayin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir. Ne güneş aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir. O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur..."(Yasin, 36/39, 40)


O gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)
Kuran’da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. “Büyük Patlama”, orijinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.
Bunlar;1400 yıl önce indirilmiş kitapta yazan ayetlerdir. Kuran bilime aykırıdır diyenlere örnekte verilen bu ayetler bilimsel veriler ile desteklenmiş ve doğruluğu bilimsel testler sonrası kanıtlanmış gerçeklerdir. Diğer bir tabirle Allahın varlığının delili mucize ayetler olarak inanan yâda inanmayan, önyargı katmadan bakan kişilerce kabul görmüş gerçeklerdir.  

Özetle şu bir gerçektir ki bir yaratıcının varlığına inanmak isteyen için ‘’bence’’ insanın önüne bırakılmış ve gayet emin ve güven verici cümlelerle yazılmış kitaplar var. Oku, düşün, araştır, sorgula, karşılaştır, eleştir, gerçeği akıl ederek bul diyen. Tevrat, İncil tahrif edilmiş olsa da ve en son Kuran ‘’aşkın olanı- yaratıcının’’ mesajını bildirmiştir insanlık ailesine.

İnanmak ( inanan) yâda inanmamak (ateist) konusunda özgür olduğunu söyleyerek.



1 Temmuz 2019 Pazartesi

İmam Hatip Ruhunun Serencamı (Akıbeti)

Temmuz 01, 2019 0 Yorum
İmam hatip okulları, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak açılan kurumlarımızdandır. Bu kurumlar, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanuna dayalı olarak kurulmuştur. 13.10.1951 tarih ve 601 sayılı Müdürler Komisyonu Kararının 17 Ekim 1951 tarihinde bugünkü imam hatip okulları resmi olarak açılmıştır.


Görüldüğü gibi İmam Hatip Liseleri devletin kontrolünde açılan, dinin yozlaşmasının, hurafelerin, tarikatların fütursuzca yayılmasının önüne geçme misyonu olan, Halkın istek ve talepleri de dikkate alınarak açılmış olan liselerdir.  

Öğretmenleri Türkiye cumhuriyeti okullarından mezun olup, Milli Eğitim bakanlığı tarafından atanırlar. Müfredatını da milli eğitimin belirlediği ve onun denetiminde olan, bu okullara giden şahısları ve onların aile efradını gerici, yobaz, çağdışı zihniyetli kişiler olarak yaftalanmıştır. Bir dönemler; bu ötekileme durumu zulüm boyutuna gelmiş ve hatta üzerine ‘’post modern’’ denilen darbe bile yapılmıştır.

Yani kendilerini devletin sahibi, halkın muktediri ve akıl danası gören zatı muhteremlerin kendi inisiyatifleri ile proje mahiyetinde kurdukları bu okulları işlerine gelmediği yerde umarsızca, hayatının baharında ki gencecik insanları ve onların ailelerini cezalandırılmışlardır. İnançları, yaşam tarzları ellerine kelepçe olarak takılmış. Toplum dışına itilen cüzamlı gibi davranılmıştır. Dönemin ‘’tuzu kuru’’ muktedirleri tarafından.

Dini birazda olsa araştırınca İslam dininde imam hatip denilen okullar yoktur. Bu okullar Türkiye cumhuriyetinin icadı diğer bir değişle projesidir. Bu projeyi hayata geçiren dönemlerin muktedirleridirler. Kendini Kemalist, laik, cumhuriyetçi tanıtan gruplar bu okullara siyasal İslam’ın kutsalı olan irtica yuvaları olarak lanse etmektedirler.

Bu dini okul projesine ram olanlar ise,  daha çok dindar aileler ve onların yönlendirmesiyle giden çocuklarıdır. İrtica, terör, gericilik ile itham edilen bu kurumlar bu ülkenin anayasasının onayıyla açılmıştır. Neden? Kendi açtığınız okullara bu ülke vatandaşlarını ve onların çocuklarını kanalize (yönlendirme) edip, daha sonra aklınıza uymadığı yerde, suçlayıp, damgalayıp, darbe yapıp önlerine kement koydunuz? Kafa karışıklığınız var şahidiz… Aklınıza her geleni uygulama hakkını nerden görüyorsunuz kendinizde.

Bu serencam üzerinden bakınca böyle yorucu bir serüvendi imam hatip liseli olmak, nefret edeni de,  seveni de bir hayli çoktur. Çünkü bu iddiası bol kurumlar ve o kurumlara ram olmuş kişiler bu kadar ötekileme karşısında motivasyonları, başarma enerjileri artıyordu. başaracaklardı ve göstereceklerdi kendilerine gerici, yobaz, ilkesiz diyenlere. Bunu gösterme mekânı da siyaset arenasının baş aktörü olmaktı. Ve o çok istedikleri duaları gerçekleşti iktidar oldular. asıl o zaman başladı muhafazakar, dindar imam hatipli ve hatta mücahit lerin sınavı. 

Bu bağlamda 90 lı yıllarda bu düşünce en heyecanlı yıllarını yaşıyordu. Ümmetin ümidi, mazlumun umudu imam hatip ahlakıyla yetişmiş nesil sonunda hep talep ettikleri o göreve getirildi halk tarafından.

Dürüst ilkeli tutarlı siyasetleri, israfa kaçmayan örnek yaşam biçimleri, adaleti, eşitliği gösterelim ve bizim camiamızı yıllardan itibaren karalayan kötü gören kesime başta (CHP) zihniyetine tokat gibi insin iyiliklerimiz ve dürüstlüğümüz deniyordu.
İmam hatip liler ve o liselere giden topluluk kutsal görülürdü bazı kesimlerce, bu sebepten marşlar ezgiler okurdu bu cenahın müzisyenlerinin, okuduğu Selam İmam Hatiplim ezgisi bunlardan biriydi sadece…

Selam İmam Hatiplim
Selâm senin ruhuna
Selâm tertemiz kalbe,
O körpe dima'lara

Kaldır artık başını gün alnın parıldasın, 
Işık saçsın etrafa, tüm cihan aydınlansın
çağımın ruhu hasta nurunla şifa bulsun

Gibi çağlara şifa olarak gelen karanlıkları aydınlığa çıkaracak olan mustazafların, mazlumların, yoksulların, ötekileştirilenlerin (örn, Kürtler, aleviler, inananlar, inanmayanlar  ve hatta ümmetin, Filistin, mısır, Libya, Suriye, Afganistan, mayanmar,vd) hepsinin erdemli, dürüst, hak yemeyecekler, haklarını yedirtmeyecekler ve hatta savunucuları, dostları olacaklardı. Dez avantajlı gruplara anayasal güvence ile koruma altına alacaklar, sosyal, siyasal, adil, eşit, kalkınma politikaları uygulayacaklardı. Bu iddialar ile gelinmişti iktidara.

Allah o yüce iktidar fırsatını böyle geniş kapsamlı düşünen, imam hatipli, dindar sonradan muhafazakâr –Rabiacı eklemesiyle kendini tanımlayan gruba nasip etti. Artık özlenen nesil imam hatipli dindar neslin, kendini liderlik pozisyonuna ve rolüne büründürmüş şahısları iktidar bayrağını ellerine almışlardı.

Aslında o makam bir sınavdı onlar ve onları destekleyen seçmenler için. Hasta olan çağın ruhunu,  nurlarıyla ışığa kavuşturacak, şifa bulduracaklardı. İmam hatip nesli sınavlarını vermeye başlamışlardı. Fırsatı elde edip güçlenince bu camia, farklılaştılar diyecem, ama aslında farklı değillerdi farklı olmadıklarına elde ettikleri iktidar ile neler yaptıklarını görünce iyice emin olduk. Özelliklede eylemleri, uygulamaları, konuşurken mangalda kül bırakmayan iyi bir hatipti onlar. 

Nede olsa imam hatip lisesinde vaaz verme derslerinde öğrenmişlerdi demagojiyi.
Konuşma içeriğinin gayet erdemli, ilkeli, ahlaklı olduğu fakat uygulamada herhangi bir erdemli ilkenin, eylemin önemsenmediği hatta olmadığı ikiyüzlü, münafıkça tavırlar sergileniyordu. Tıpkı batı orijinli ‘’WikiLeaks,’’ belgelerinde bizim dindar muhafazakârlar için söyledikleri  ‘’Allaha inanıyorlardı ama Allaha güvenmiyorlardı.’’ gibiydiler.  

Riyakârlık, gösteriş, yalan konuşma, dedikodu, çalma, haram yeme, iftira, adam kayırma gayet olağan bir durum haline getirilmişti. Cübbeli, takkeli, entarili, başörtülü yani dindar kostümlü zatı muhteremler ile çağdaşlık taslayan ama yobaz ve menfaatçi laik, Kemalist, ulusalcı, milliyetçi, Türkçü zatlarda bu yıkılmayacak gibi duran güç organizasyonunun etrafında konuşlandılar.  Yapılan yanlışlara hatalara eksiklere eleştiri getireceklerine hepsi aynı organizasyonun menfaat sever üyeleri olarak onaylıyorlardı; İmam hatipli muhafazakâr yönetimin yaptığı iyi- kötü icraatları ayırt etmeden.

Bu yüzden insanlar dine din adını kullanan bu seçilmiş yönetici azınlığa karşı itimadını yitirdi. Çünkü yenilmişlerdi yenilgide onların bir türlü dizginleyemedikleri ‘’para, şöhret, makam, haz, kibir, bencil hırsları’’ ile gelmişti. Siyasal İslam ve İslamcılar nefislerine yenilmişlerdi. CHP karşısında, En büyük kazanımın ilkeli ve ahlaklı bir siyaset olduğunu unuttukları ve Allah deyip Allaha güvenmedikleri için.


Sonuç olarak; dinin insanların kişisel mekânına, ruhuna ait olan bir unsur olduğu, düşünen beyinlerce anlaşıldı. Dinden önce ahlak ve adalet gerekliydi. Çünkü halife değil devleti yönetecek erdemli, ilkeli, dürüst kişiler gerekliydi, geçici ama; milyonların hayatını ilgilendiren makamlara. 


11 Mayıs 2019 Cumartesi

Sevgilim; Ülkem!

Mayıs 11, 2019 2 Yorum

Sevgilim; ülkem!
Palu kalesinde bir bayrak dalgalanıyor
Üzerinde gök kuşağı bereketi
Hey su kurusu kum
Ve kum kurusu saydamlık
Hey kan kurusu toprak
Ve toprak kokusu aşk
Hey yarası biz olan barbarlık
Ve hasret olduğumuz özgürlük
Hey inadına inadına İNES çiçeği toplayan sevgilinin elleri
Ve güneşe yüz dönen ayçiçeği
And olsun ki aydınlık olacak
aydınlık olacak yarınlarımız
Remzi Tanrıverdi

23 Nisan 2019 Salı

Derin Devlet Fosillerinin, Ayak takımını Diriltişine Dair

Nisan 23, 2019 1 Yorum

Fosil cümlesinin Mecaz anlamı; Düşünce, yaşayış biçimi bakımından çağın gerisinde kalmış, örümcek kafalı, yeniliği kabul etmeyen, edemeyen kimselere söylenir.

 

Ayak takımı ise; Görgüsüzlükleri, bilgisizlikleri dolayısıyla toplum içinde, İşe yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, eğitimsiz,  düşük karakterde olan, asalak, şeref ve haysiyet bakımından düşük,  toplumun en aşağılık tabakasını ifade eden kimselere denir.

 

Her kılığa girebilen ‘’ayak takımı çeteleri’’ bazen de mafya tarzı, takım elbise kombinleri ile parazit gibi dolaşırlar etrafta. Vatan, millet, bayrak söylemleri ile kendilerine yer edinip, halkın huzurunu bozmaya çalışarak.

 

Diğer bir tabirle ‘’kuklacıların kuklası’’ olmaya namzet, kirli işlerin müdavimi olmaya endekslenmiş. Birilerinin maşası, tetikçisi olmaya müsait, yasa dışı olayların aranan adamları dene-bilinecek kişilerdir.

 

Toplumun çoğunluğu ayak takımı kavramının, yoksul olmakla bir ilgisi olmadığını bilir.  Kötü hasletli (huylu) kişi ve gruplara söylenen bir söylem olduğunda mutabıktır çoğunluk.

 

''Derin ( Kirli) devlet fosilleri'' nereden geldi aklıma söyleyeyim bu ülkede doğmuş büyümüş biri olarak, yeni jargonlu kavramlara tanık olduk ‘’derin (kirli) devlet’’ kavramı da bunlardan biri.

 

Yüksek rütbeli, devlet memurluklarına atanmış, bazı zatı muhterem şahıslar, birilerinden nefret etmiş, öfke kusmuş, bazı adamların, Devlet içinde  ‘’derin (kirli) devlet’’ diğer bir tabirle ''kirletilmiş Devlet'' gibi yasa dışı örgüt kurup, bu ülke vatandaşları üzerinde şımarıkça bir öz güvenle oynadıkları oyundur.

 

Oyun dediğime bakmayın çocukların oynadığı; su tabancalı, eğlenceli oyunlardan değil bu;  kanlı, canlı, öldürmeli,  katilli, korkutmalı, dövmeli, İşkenceli, küfürlü, ağlatmalı bir oyun bu.

 

Bu oyun; ‘’derin (Kirli) devletçilik oyunu’’ sonrası da bizler yeni yeni kavramlar öğreniyorduk. Örneğin; ‘’faili meçhul cinayetler’’, bunlardan bir tanesi idi. işte bu oyun sonrası öldürmeli, dövmeli, işkenceli oyun sonrası.  Allah’ın kulu, bir annenin evladı bu insanlara, bir mezarı bile çok gören bu kişiler kendilerince açtıkları çukurlara atıp, yakıp, yok etmişlerdir.

 

''Derin (Kirli) devlet giller:'' ‘’Üzerlerine vazife olmayan işleri, yasa dışı yollar ile yapma hakkını kendinde görenler’’. Benim gibi bu ülkenin vatandaşı olan şahıslardır.


Şöyle denilse uygun olur:  ‘’üzerine vazife olamayan işlere burnunu sokanlar’’ aymazlar, insanlara, farklıklara, saygı duymayanlar, nefret edenler, tahammül etmeyenler, devletin yasalarına rağmen, kendi vahşi kanunlarını izbeler-inde uygulayanlar grubu.

 

Bu ''derin (kirli) devlet'' takımının bazıları bir ara suçlu bulundu. Tv den takip ettiğimiz kadarıyla. Mahkemelerde ifade verdirildi ve cezalandırıldılar. Susup kenara çekildiler ta ki mevcut iktidarın onları miting meydanlarına davet etmesine kadar. 90 lı yıllar sıraya girmiş denildi, çoğu yazar- çizer takımınca.

 

Bu anlamda bu kadar vukuatlı şahısların milyonların karşısına muteber adamlarmış gibi sunulması benim aklıma bu ‘’fosillerin’’ fosile dönüşmüş kişilerin meydanlarda ne işi var. Yoksa yeniden mi ''derin (kirli) devletçilik oyunu'' oynayacaklar.  Bu bir korkutma, gözdağımı diye düşüne kaldım.


Bu gibi, derin (kirli) şahısların, bir takım derin işleri de vardır. Bu işlerini en iyi kim yapar?  Tabi ki ‘’Ayak takımı’ ’çetesi. Tanımını yukarıda yaptığım ‘’ayak takımı’’ hayata ve kendisine karşı herhangi iyimser bir ülküsü olmayan başıboş, aylak, cahil, kötü Kişiler olarak bilinir.


Kabadayı, mafya, çakal, korkunç kirli, kötü adam ayaklarıyla ellerine tutuşturulan dünyalık ile her türlü bozguncu eyleme hazırdırlar. Yeter ki efendileri emretsin. Onlar amadedirler. Nede olsa bu kirli işlerin karşılığında vatan, millet, Sakarya edebiyatıyla kendisine, çocuğuna aş, iş sağlar. Belki neden olmasın.

 

Vatan, millet, bayrak ülküsünü kirli, nefret dolu, kanlı eylemlerine kullanıp, vatanı tekellerine alıp, diğer geri kalanı terörist gören, toplumu zehirleyen,’’ Ayak Takımı’’nın ağa babaları olan muhterisler, bilsinler ki Yapılan yasa dışı fiillerin cezasını Allah'ta Hukuk’ta, Tarih’te, sosyoloji' de affetmeyecektir.

 

Huzurlu, mutlu, müreffeh bir ülke olmak için şeffaf olunmalıdır. Halkı, toplumu düşman kutuplara ayırıp, nefretlere alet edilmemelidir. ‘’Derin devletçiliğe’’, ''Kirli Devletçiliğe'' ‘’aylak’’ pardon ‘’ayak takımına’’ hayır denilmelidir. İlgi Duyanlara da haddi gösterilmelidir yasalar tarafından.

 

Silahla, değnekle, kavga gürültü ile hır gür çıkarmaya çalışan mafya vari söylemler ile öğüren, böğüren, magandalık yapan Vandallara ve bunların ağalarına müsaade edilmemelidir.

 

Şöyle söylenir hep, ‘’bencil ve cahil vatandaşların varsa, bencil ve cahil siyasetçiler tarafından yönetilir sin’’ diye.

 

Bencil cahil halkı eğitecek unsurlar; dürüst, ön yargı katılmamış, tarafsız, eğitimle – eğitimciler. Siyasetle- siyasetçiler ile Hukuk ve yasaların toplumu birleştiren, bağlayan, olumla-yan zihniyeti olacaktır.

 

 


18 Mart 2019 Pazartesi

Müslüman Toplumların Çürümüşlüğü Ve İslamofobi Stigması

Mart 18, 2019 9 Yorum

İslamofobi Kelimesinin tarihsel bir arka planı olmakla birlikte, günümüzde çok fazla kullanılmasına neden olan olay; El-Kaide terör örgütü tarafından yapılan 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Bu olay sonrasında siyasi ve sosyal alanlara yansımış olan İslamofobi, ‘’İslam korkusu’’ İslam düşmanlığı, nefreti gibi kelimelerin karşılığında kullanılmaya başlanmıştır. "  İslami terör yaftası ile ‘’İslam dininden nefret edenlerin, nefretlerine kılıf bulunmuş,’’ çoğu Avrupa ve Amerika da bazı kesimlerce kanıksanmış bir terimdir.

Stigma ise’’ Damgalama, sosyal damgalanma, dışlama, ötekileştirme, aşağılama, suçlama, kurban etme, gözden düşürme, itibar kaybettirme, hor görme,’’ gibi anlamlara karşılık gelen, normal dışılığı ifade eden sosyolojik ve psikiyatrik bir kavramdır. Bir nevi fişlemenin İngilizcesidir de denilebilir.

Bu fobiyi, İslam fobisini en başat müsebbipleri kendilerini Müslüman olarak tanımlayan terör örgütleri ve onların yılmaz destekçileridir. Müslüman ve İslam adını kafasına göre kullanan öldürmeye ve nefrete endekslenmiş, cihat kelimesini yaptıkları terörizme kılıf olarak kullanıp, meşrulaştırmaya çabalayan teröristlerdir.

Yine dini siyasallaştırıp, nefretlerine, kendilerince yorumladıkları dine motivasyon aracı olarak kullanan bir çok terör örgütü ve bu terör örgütlerini destekleyen çok sayıda ülke vardır. Örneğin; Boko haram, Işıd, El kaide, Taliban vb. gibi örgütler ve bu örgütler, destekleyen ülkeler, İslam ve Müslümanlar adına ülkelerini yönetip, İslam adına şiddet uygulayıp, vahşetlerine referans olarak ta hadis ve Kuran’dan Ayetleri tefsir ediyorlar.

Allahu- Akbar deyip, canice kafa kesip, akla hayale gelmeyecek ölüm yöntemleri ile canavarca insanları öldürmeleri, kadınlara ve çocuklara din adına, insanlık dışı, sapıkça muamelede bulunmaları, İslam korkusu ve nefretini arttırmıştır doğal olarak.

Müslüman Toplumların,  bu ve benzeri sorunlar yaşaması; Batı-Avrupa menşeli midir? Yoksa Kusur Müslümanlarda mıdır? Düşünmek gerek. Lakin bu kadar insan bir şeyden korkup çekiniyorsa, şapkayı çıkarıp özeleştiri yapılmalıdır.

 

Bu anlamda, Hıristiyan Hitlerin Yahudi soykırımını yaparken Alman halkının korkudan yâda isteyerek destek verdiklerini okumuşsunuzdur. Neden bu büyük vahşet üzerinden ‘’Hıristiyan terörü’’ ‘’Alman terörü’’ gibi yaftalar, stigmalar oluşmadı?

 

Bu olaya günümüzden bakınca Alman devleti ve halkı bu büyük soykırım karşısında özürler dilemiş, kendisini geliştirmiş, ekonomik, sosyal ve insani anlamda büyük devrimler yapıp çok kültürlü bir yaşama imza atmıştır.

Milyonlarca Müslüman Türkiye vatandaşının; Hıristiyan ülkelerinde, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaşaması bu durumun örneğidir.


Müslüman coğrafyasına baktığımız zaman zulümler, vahşetler, ilkellikler aynı hızla devam etmekte ve yapılan zulümler bir takım çevrelerce kışkırtılıp çoğaltılmak ta ve haklı bulunmaktadır.

 

İstediğiniz kadar İslam sevgi, şefkat, merhamet, eşitlik ve adalet dini deyin pratik yaşamda bunun örnekleri yoksa bu durumun gerçekliğine hiç kimseyi ikna edemezsiniz. Sayın samimi Müslümanlar, Müslüman aydını olmaya soyunmuş zatı muhteremler, Hamasete, slogana gerek yok. Gayet soğukkanlı bir şekilde bu durumun öz eleştirilisini yapın, daha sonra suçlayın batıyı, Avrupa’yı, Amerika’yı.


İnsanların kin ve öfke ile yetiştirildiği, tek tipçi yaşamın övüldüğü, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü yaşamın istenmediği ve hatta düşman görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Tekçiliği tekelciliği öven bunun aksini düşünenleri terörist ilan edenlerin; Avrupa, Amerika ülkelerinde Müslümanlara karşı yürütülen ötekileme, dışlama, istememe, aynı mantalitenin tezahürüdür. Mazeret, mağduriyet üretmeden önce bu durumun öz eleştirisini yapın.

 

IŞİT vb terör örgütleri sahneye sunularak, dünyaya işte İslam budur diyenler kimdir? Bilemiyoruz. Çünkü teslim olan IŞİT canilerinin tek başına iken birer zavallı, yobaz, cahil, ilkel kişiler olduğunu ekranlardan gördük. Örgütlü hallerinde ise Hilafet devleti kurmayı düşünen,  tehlikeli bir çoğunluk olduklarına tanık olduk. Bu zavallı ama nefret dolu, cahil insanları İslam adına Ortadoğu sahnesine itenler kimlerdir?


Çekin! Elinizi İslam dininin üzerinden. Gelişmiş, medeni, çağdaş, rasyonel, ilkeli bir Ortadoğu için, dini siyasetten ve vahşi terör örgütlerinden kurtarın. O zaman mutlu ufuklara gebe olur, Müslüman çoğunluğun yaşadığı coğrafya.


Müreffeh, özgür olan,  baskıcı, zalim olmayan bir coğrafyada, yani kendi ülkelerinde, Ortadoğu ülkesi insanları, değer görüp, özgür olup, rahat ederlerse, Avrupa ya gitmezler. Gitseler dahi hor görülmezler, küçümsenmezlerdi. islamofobi gibi nefret söylemlerine, kötü bakışlara da maruz kalmazlardı.


İslam dini ve diğer herhangi bir dine inanmış samimi insanlar, İbadet etmekten başka amacı olmayanlar, camilerinde, kiliselerinde, mabetlerinde ibadet ederken, suçsuzca bombalanıp, silahlarla taranıp şehit edilmezlerdi.


Müslüman toplumu önce çürümüşlüğünün nedenlerini irdelersin, araştırın daha sonra tepki versin, Üzerine yaftalanan ‘’stigmaya -lekelemeye.’’  Önce kendi gördüğü lekelerinden arınarak vahşetlere tepki göstererek kurtulun ur ancak bu stigma’dan.


Hep denilir ya: terörün dini ve milliyeti yoktur. Fakat görüyoruz ki; terörün’ de teröristinde dini de milliyeti de varmış. Lakin terör ve teröristin kötülüğü yüzünden, bir dini inanç veya bir millet toptan terörist ilan edilip küçük düşürülemez. Tıpkı Hıristiyan, İskoç-yalı teröristin yaptığı caniliğin tüm Hıristiyanlara ve o ırka mal edilmeyeceği gibi.


Kaynak: İslamofobi nedir, nedenleri nelerdir | İslamofobi nasıl ortaya çıktı