Follow Us @bedelencu

26 Şubat 2017 Pazar

Coğrafya Kaderdir

Şubat 26, 2017 1 Yorum

‘’Coğrafya kaderdir’’ der ‘’ibni Haldun’’. Bu yeryüzü parçasının Ortadoğu kısmına düşen hayat yolcuğuna başlarken farkında lık hissim ve düşüncelerim artarken oluştu her şey. Yaşadığım ülkenin sistemi yerine oturmamış, sürekli olarak sistemin yıkılma tehlikesine karşı tetikte bekleyen insanların yaşadığı bir yerdi benim adına memleket ya da ülkem dediğim yer. Sahiplenici cümleler kurduğuma bakmayın çünkü bu ülkenin ‘’bir grup sahibi’’ var onlara emanet edilmiş her şey o yüzden diğerleri yani halk, yani biz, herhangi bir suça bulaşmışda değilim şu ana kadar. Hep bir potansiyel suçlu konumundaydı bu ülkenin erk’lerince diğerleri. O sebepten sahiplik ekine yabancıyım. Ama mecburen sahiplik eki kullanıyorum çünkü burada doğdum ve öyle görünüyor ki bu topraklarda öleceğim.

Evet, bu sistem kavgalarını anlamaya çalışırken; yaşadığım toplumun çok kutuplu bir toplum olduğunu da anlamaya başlıyordum.

Sürekli çatışmalar vardı ülkede. İnsanoğlunun ürettiği ve tüm insanların katılımıyla oy verdiği sisteme demokrasi deniyordu. İsteyerek veya zorla bir sitem kurmuşlardı. Adına devlet denilen. Mekke müşriklerinin yaptığı putlara tapması gibi benim yaşadığım coğrafyada da insanlar kendi kurudukları sistem için insan öldürmenin meşrutiyetini konuşurlardı. Öyle ki devlet çok kutsaldı. Yaratıcıdan, Anneden, babandan, çocuktan, canlıdan, yaşamdan kısacası devasa bir şeydi…

Şöyle bir söz vardır; ‘’akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler.’’ Diye benim yaşadığım ülkede ise genelde akıllı sayısı az olduğu için olmalı ki her şey dövüşerek, kavga ile elde edilmeye çalışılırdı. Örneğin; hep beraber kurulduğu söylenen ülke İçinde farklı dil konuşan birçok farklı milletten insan varken sayıları milyonları geçen, onların varoluş savaşı vardı yasaklanmıştı o halkın (dediğim halk aslında benim halkımdır, aidiyet hissi pek verilmese de bu öyledir.) Geçmişi, tarihi, dili, kültürü, sanatı, müziği. kirletilmiş'ti o halkın varlık sebepleri, o halkın ismi Üzerine kan akıtılmıştı. Çığlık, acı, korku vardı en tabii haklarının üzerinde. Dokunan suçlu oluyordu o dile, müziğe, sanata, halka. Kirletilmişti, yaftalanmıştı dokunmaya çalışan kişide yaftalanıyordu terörist, bölücü diye.

Bittimi bu ülkenin sorunu? Hayır, bitmedi; Birçok düşmanı vardı bu ülkenin, ya da düşman üretilmişti birilerince. Bu ülkenin ilk düşmanları içten olanlardı. ülke ilk kurulduğu günden yaşadığım şu ana kadar insan insanı düşman edinmişti. Ve üstelik hamasi bir söylemle de arenalarda kardeşim diye nutuklar atılıyordu.

Kafam çok karışmıştı, çünkü bu sitemin tek düşmanı, teröristi öteki olan farklı kültüre ve dile mensup halklar değildi diğer düşman ise inançlardı. İnancın sembollerini aktif bir şekilde gelenek ve inanç karışımı kullanan halktı diğer bir düşman. 

İslam dininde olmadığı halde bir çok cemaat, vakıf, tarikat, mezhep tarafından siyasilerin de desteklediği bir çok angaje dini kavram üretilmişti. Her biri kendince yeni bir İslami dünya düzeni kurgusu içinde olan. Bu tarikat’ lar, cemaatler ve onları destekleyen siyasiler birçok toplumsal yozlaşmaya, dini çürümeye ve yanlışa sürüklüyordu, aklını kullanmayı sevmeyen, öz bakım becerilerinin dışında düşünmeyen ülke halkını.

Hâsılı kafası karışık bu sistem, içinden ürettiği farklı zihniyetten insanları bazen yönetici yapıyordu. Halkın demokrasi yöntemiyle seçtiğini düşündüğü dini okullar açıyorlardı adına imam hatip denilen. Oysaki indirilen din İslam da böyle kutsanmış okullar yoktu. Bir takım aklı evvel, herkesten üstün düşündüğünü zanneden adamların, aklının üretimiydi. Özelikle kız çocuklarını okutmayan; geleneksel dindar ailelerin çocuklarını bilerek veya bilmeden o okullara kanalize edilmişlerdi.

Yaşadığım ülkenin insanları yaşlısı, genci sanki hepimiz aynı tarihte dünyaya gelmişiz gibiydik, benden büyük olanlar bile benim kadar acemi ve tecrübesizdiler. Yaşlısı, genci beraber öğreniyorduk her şeyi. Dine yabancı, dünya Gerçeklerine yabancı, aklına yabancı garip gelişimini tamamlayamamış insanların yoğun olduğu bir toplusal bütünlüktü yaşadığım gelişmekte olan ülke ve insanları.

Konuyu dağıtmadan sistemin onayıyla açılan imam Hatip okulları, halkın çocuklarını o okullara yönlendiren sistem, bu defada imam hatip denilen okullara giden öğrencileri ve onların ailelerini sistemin, devletin sahipleri cezalandırmışlardı.. Bu okullara kat sayı uygulaması denen, duvarı örmüşlerdi. Bu sorunu en derininden yaşayan bir ailenin ferdi olarak yıllarca üniversiteye gidemeyen aile fertlerim oldu. hayatının en küçük yaşında, en büyük hüzne gark edilmiştik bu ülkenin, coğrafyanın bir ferdi olmanın verdiği en büyük şansızlığı yaşıyorduk ki halende bitmiş değil.

Bu hengamenin cezasını halk yani biz, argo tabirle kaymağını ise; aç gözlerini bir türlü doyuramayan, adaleti unutmuş sözde dinci siyasiler almışlardı.

O dönemlerde ‘’yine bir oyun eğlence ile burada ironi yaptım’’. İmam hatipli bir başkan seçmişlerdi. tabi bizde önümüze sunulan başkan adayını bizden diye oy vermiştik. o zamanlar hatırlıyorum. Kızını, oğlunu bu imam hatipli başkan kat sayı probleminden ve başörtüsü yasağından dolayı hep eleştirdiği ABD ye göndermişti. 

Bizler ise katsayı duvarına uzun seneler maruz kalmamıza, yıllar sonra üniversiteye gitmek için eşarplarımızı çıkarmamıza rağmen; O zamanlar,gitsinler Amerika'ya çocukları demiştik imam hatip camiası mensubu olarak birde başörtü camiası tabi. O dönemlerde çok ötekileştirildiğimiz için biz ve bizim gibiler, imam hatipli yeni yönetici, ne yapsa sanki kendimiz yapmış gibi mutlu oluyorduk belki onlara güvenmiştik oda olabilirdi.

Fakat zaman geçtikçe bu İslamcı’ lar büyüdükçe, güçlendikçe bencil ve ahlak tanımaz oluyorlar dı. ‘’galiba hep öyle idiler biz yukarıda da bahsettiğim gibi her şeyi yeni öğrenmenin verdiği acemilikle onları iyi, dürüst zannederdik.’’oysa ki güç elde edince, beklediğimiz amaçlarının dışına çıkıyorlar sürekli kötüledikleri kişilerden, farklı olmayan tavırlar sergiliyorlardı. kısaca; çok kötü dedikleri adamların çevresinde etrafında dört dönüyorlardı. Bizi ya da bizim gibilere ise her türlü hendeği kazıyorlardı değişen bir şey yoktu. 

İlk defa olarak onların partisine üye olmuştuk büyük bir umutla, tabii saf olduğumu düşünüyorum o niyetlerimden dolayı, hakperest zannettiklerimiz bizi kandırmışlardı.  argo tabirle öyle bir kelek atıldı ki bize! Şimdilerde diyorum ki hiçbir ideolojinin taraftarı değilim hakkın ve haklının tarafındayım Çünkü; bir ideolojinin fanatiği olursan o adamların yaptığı yanlış fillerin savunucusu ve taraftarı olursun.Vesselam.

Dolayısıyla ‘’Silah, siyasetin bittiği yerde ortaya çıkar,’’ bu tüm taraflar için böyledir, bu ülkede de tam böyle olmuş bir kısım insanlar ülkenin burjuvası, aristokratı konumuna berceste ederken, diğerleri yani sıradan eğitimsiz, yoksul halk ise bir şekilde devam ediyordu kargaşanın hüküm sürüdüğü bu zalim memlekette yaşamına. Silahlar kuşanılmıştı artık savaş vardı. üstelik bu savaş ülkeyi birlikte kurduklarını iddia eden iki tarafın arasında gerçekleşecekti. Yaşanan bu gerçekliği; hazine bulunca arkadaşını arkasından vuran, hırslı adamın kalleşliğine benzetiyorum.

Bu ülkenin gündemi yüz yılı aşkındır kanlı, ürkütücü, baskıcı, ahlaksız,yobazlıkla devam ede dursun, okuyup araştırınca dahi yüreğe derin bir hüzün ve sıkıntı bırakan bir çatışmadır. intikam hıncına dönüşen. Hiçbir ilerleme kaydedilmeyen; girift, karanlık, üzücü, iç sıkıcı keşmekeş, karamsar bir serüvendir yaşananlar.

Hülasa olarak farabi’ nin dediği gibi devlet adamı erdemli olmalıdır. Günümüz vasat Erdem'siz devlet yöneticileri ile farabi nin bu cümlesini kıyaslayamıyorum bile çünkü Günümüz devlet adamları: "devlet intikamcıdır"  diyorlar. Böyle diyen bir devlet adamını nasıl ikna edilebiliriz ki aksi bir yönteme; onun çivisi öyle çakılmıştır kafasına.

Devlet adına, statü adına, güç adına, yücelttikleri ve yüceliğinden yaralandıkları için bir faninin bekası adına intikam yemini içen günümüz dinci,faşist, ulusalcı,kemalist  monşerleri, ile Farabi nin erdemli yöneticisini yan yana düşünemiyorum bile çünkü bu bizim yaşadığımız coğrafya için bir ütopya dır. 

Zira birlikte kurduğumuz devlet denilen oluşumu sahiplenen faniler değilmidir hep halkı provoke eden; onlara yasadışı yolların meşruiyetini gösteren, diğer bir değişle halkı tetikçi seçen, öteki gördüğünü, terörist ilan eden, bölücü, terörist ilan ettiği kişi ya da kişileri, ölüme gönderen bu zihniyetin, yaşadığı ve yaşattığı çelişkiyi hiçbir zaman idrak edemedim.

Özetle ne diyor Mevlana:’kötülük yaptın mı kork, çünkü o bir tohumdur, Allah yeşertir ve karşına çıkartır.’’ Bizde amenna ve sedakkna diyoruz. Ve yine ne diyor: ‘’İbni Haldun’’ ‘’coğrafya kaderdir’’  ve bende naçizane bu coğrafyada yaşadığımız kaderi ve iyilik süsü verilmiş kötülükleri yazdım. Neler yaşandığını görmemiz için, yarınlara ve değişime ışık olsun diye.

20 Şubat 2017 Pazartesi

Kürtlere Karşı Yürütülen Girift Savaş (2)

Şubat 20, 2017 1 Yorum

Kürt halkının karşısına önder olarak sunulan; Öcalan başta olmak üzere PKK siyasi, toplumsal karizma anlamında saygın ve tutarlı bir duruşa sahip değildir.

 

Pkk çoğunlukla amacının dışına çıkıp, kendi içinde de birçok ölüme, acıya, faili meçhule neden olduğu yazılıp, çizilip konuşulmaktadır.

 

Tıpkı içinde yaşadığımız ülkenin kendini devletin tek sahibi gören bazı adamlarının devletin bekası için yaptığı yasa dışı ( JİTEM) kıyımları gibi. 

PKK nasıl meydana geldi?

 

Diye bir soru sorulursa; şu söylenebilir: Kürt halkına karşı devlet güçlerinin ve siyasi sistemin yaptığı tecrit, kötü muamele, küçümseme, geçmişten itibaren atalarına, tarihine, kültürüne karşı yapılan yok saymalar, istenilen taleplerin dinlenmeden, diyalog kurulmadan susturulmaları, canice kıyımlar sonucunda, işkencelere maruz kalanların ve bu duruma tepki gösterenlerin eline isyanın bayrağını alıp ki bu alanlar bu ülkenin dinamikleri içinde yoğrulmuş çoğunluğu Kürt’ler den ve Türk’ler den meydana gelmiş bir oluşumdur. 

Oysaki bu örgütün ideolojisi Kürt halkının çoğunluğunun inancı, değerleri, kültürü ile pekte bağdaşmıyordu.

 

Kürt halkını bir bölümünü bu örgüt etrafında kenetleyen geçmişten günümüzü yapılan nefrete varan, tavrı tarzı değişmeyen işkenceler, yok saymalar olabilir mi?

 

Terörist, bölücü gibi ayrıştırıcı cümleler kurulduğu içindir ki bir örgüt ile aynı paydada buluşturulmuş bir millet  ve hiç bitmeyen şiddet sarmalı var.

 

HâsılıPKK, bu ülke topraklarında temelleri atılmış, Abdullah Öcalan da Kürt halkının töresi, kültürü içinde doğmuş, modern Türk eğitim sisteminden, yükseköğretime kadar eğitim almış Türki’ye Cumhuriyeti vatandaşı bir bireydir.

 

Kürtlerin tümünün olmasa da, genel kanıda Kürt lider olarak  kanalize edilmiştir toplumun algısına.

 

PKK Yaşanan kötü geçmişin sonuçlarından doğmuş, oluşturulmak istenen geleceğe hazırlık niteliğinde, bu ülkenin ötekileştiren sisteminin bir ürünü olarak var olmuş olabilir mi?

 

Bu bağlamda su söylenebilir: Türkiye’nin neden bir PKK si var? Almanya’nın, Rusya’nın, Libya'nın, Arabistan in ve dünyada ki birçok ülkenin böyle bir örgütü yok.

Ve on yıllardır oradalar.

PKK nin siyasi uzantısı olduğu düşünülen, 
HDP de Kürt halkının haklarını siyasi düzlemde savunmak için kurulmuş, Kürt sorununa gerçek manada çaba sarf edip üzülen bazı üyeleriyle, Doğu Anadolu bölgesinin acıları ve isyanının sonucu olarak, Kürt halkının büyük çoğunluğunun etrafında birlik olup, kenetlendiği siyasi bir mekanizmaya dönüşmüştür.

Fakat bu oluşum Kürt halkının haklarını savunmak için meydanlara çıktıkları iddiasında bulunup çoğunlukla amacın dışında gündem oluşturmaları; kamuoyunda bu siyasi kişilere karşı, bazı çevrelerce ön yargı oluşturmuştur. 

Net bir çizgi ortaya koymayan HDP sürekli ideoloji, tavır değişimi sergileyen bir görüntü çizmektedirler. Örneğinyıllar önce Kürdistan diyen bu oluşum, daha sonra federal yönetim, daha sonra Türkiyelileşme, halkların kardeşliği, Cinsiyetlere özgürlük derken Kürt halkını özellikle de Kürt gençlerini hedefi belli olmayan bir dava uğruna ölüme sürüklenirken şimdilerde ise; otonomi, federasyon ve benzeri istemlerin Türkiye nin birliğine zarar vereceğini çözümün: ''demokratik Türkiye cumhuriyeti'' olduğunu söyleyen, söylem ve eylemleri birbirini tutmayan siyasi bir örgütlenme görünümü çizmektedirler.

 

Bu bağlamda HDP ve paydaşlarına bakınca daha çok yönetici kadrosunda Türk soluna mensup şahıslar mevcutken, PKK içinde de yine Türk solu etkinken bu söylem tutarsızlıkları bundan mı kaynaklanıyor diye düşünülebilir.

 

Yâda ‘’Türkler Kürtlerin devleti olsun diye dağda ve meşru, aktif siyasette mücadele veriyorlarsa’’ neden belli bir hedef ve çizgileri yok diye sorulabilir.

 

Bu ve benzeri söylem ve eylem farklılıkları nedeniyle,

 

PKK neye hizmet ediyor diye sorular sorulmaya başlandı?

 

Şimdilerde ise bu anlamda PKK ve Hizbullah gibi örgütlerin (derin çete- derin devlet)  tarafından kurulduğu söyleniyor.

 

Bu doğru ise bununla ne yapılmaya çalışılıyor?

 

Yıllardır bir halkın isyanı şiddetle, ölümle bastırılmaya çalışıldı. Tüm çığlıklara kulaklar tıkandı. Ve bu tıkayışın sonucunda daha misliyle şiddet zuhur etti.

 

Hâsılı; Kürt isyanları ve bu isyanları bastırma yöntemleri geçmişten günümüze şiddetli bir şekilde devam ederken; Kürt isyanları ilk dönemlerde ''genel halk ayaklanması'' şeklinde gerçekleşmiş ve bu isyanları devlet erbabı ise toplu kıyımlarla bastırmaya çalışmıştır.

 

Modern cumhuriyetin kurulması ve yerleşmesi sonrası ise devlet adamı anlam dünyası değişime uğramıştır.

 

Yakın tarihimizde çıkan Kürt ayaklanmaları bir örgüt altında PKK olarak zuhur etmiştir denilebilir mi?

Yâda; Pkk neyin sonucunda doğmuş ve oluşmuştur?

 

Devletin içinde oluşturulan örgütün ve devlete karşı kurulan örgütün tepkileri aynı mantalite şeklinde rücu etmiş, devlet' in yasa dışı aklı, (JİTEM)  ile yasa dışı örgüt (PKK) aklı kamikaze şeklinde eylemler;  gizli, yasa dışı yöntemlerle, girift bir hale büründürülen bu sorunu halletmeye çalışılmışlardır.

Bunun sonucunda; 1980
 darbesiyle Türkiye'de sağ-sol birçok siyasi grupla beraber Türk ve Kürt solu da büyük zarar görmüştür. PKK’ nın Diyarbakır cezaevi tahliyesi sonucunda; devlet kuvvetleri ve (derin devlet) bu defada Kürtlere karşı kurulan (JİTEM) içinde yapılan yasa dışı cinayetlere masum insanlarda maruz kalmıştır.

 

 Haksızca insanlar öldürüleceklerdi. Adına sonralarda ‘’faili meçhul cinayetler’’ denilen. Evlerinden alınan insanların o dönemlerde ‘’ Beyaz Toros’’ Türkiye gündemine  JİTEM'in "devriye aracı" olarak girmiş, özellikle doğu ve güneydoğu bölgesinde Kürtlere karşı işlenen faili meçhullerle ilişkilendirilen bir simge haline gelmiştir.

Devlet adına kurulan; yasa dışı örgüt JİTEM in simgesi, devriye aracı beyaz toroslara kendilerince suçlu yaftası atfedilen insanların 
koyulup götürülmesi ve bir daha hiç haber alınamaması realitesi…

 

Köy yakmalar, insanların göçe zorlanması, köklerinden koparılıp kimliksizleştirme politikaları Şimdilerde ise adlarını sık duyduğumuz ‘’Cumartesi Anneleri’  ve onların çocuklarıdır bu zulümlere Ram edilenler, faili meçhul cinayetlere kurban gidenler ve bir daha hiç dönemeyenler.

 

Özetle; PKK nın karşısında 27 ağustos 1987 yılında kurulmuş Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele ya da kısaca JİTEM kurulmuştu. Anadolu Ajansı’nın bir haberine göre İçişleri Bakanlığı'nın onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan görüş alınmadan, Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendi inisiyatifiyle kurulan ve terörle mücadele kapsamında faaliyet yürüten bir oluşumdur.

 

Alman "Der Spiegel" dergisinde yayınlanan "Kürtlere karşı Türkiye’nin kirli savaşı" haberine göre, ise "JITEM Türk jandarmanın özel bölümü" dür. Yine JITEM'in kurucusuna göre, örgüt de 10 000 kişi görev almıştı.

JİTEM itirafçısı  NTV’ye yaptığı açıklamada, JİTEM grubunun, Türkiye’nin 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ki bu Demirel (‘’devlet gerektiği zaman rutin dışına çıkar’’ demiştir.

 

Zira jitem Çete mantığıyla çoğunluğu Kürt olan binlerce insanı faili meçhul cinayetlere kurban etmiştir.

 

Bu kirli örgüt PKK’nın ideolojisiyle ters düşen örgütlerle de görüşmeler yaptığı ve bu görüşmelerin Hizbullah denilen çoğunluğu Kürtlerden oluşan ''dini ve şiddet içerikli'' bir örgüt olması... 

 

Ağacın sapını o ağacın odunuyla olan balta ile kesmeye çalışırlar. Deyimini doğrular nitelikte.

 

Hulasa olarak aynı soydan olan; fakat farklı ideolojilere sahip şiddet içerikli iki yapıyı (PKK ve Hizbullah) bir birine kırdırmak mi hedeflenmiştir?

 

Ve bunu da yapmaya çalışanlar ise bizim munis, müşfik, koruyucu olarak gördüğümüz devletin, içinde örgüt kurmuş, devleti tekeline almış, kendini devletin şaşmaz koruyucusu ve tek sahibi olarak gören sözde  “ulusun çıkarları adına” ki bu ulus güya tüm ülke içinde yasayan tüm halklarındı! Her türlü kötü, kanlı eylemi yapabileceğini düşünen faşist zihniyetli, kendilerini, (gücünden faydalandıkları için devleti,) dev aynasında gören, bir grup kötü niyetli adamdır.

 

Öyle ki yüz yılı aşkın bir süredir ölüm ve şiddetle bastırılmaya çalışılan Kürt sorununun çözümü için daha insani, birleştirici, adaletli ve eşit politikalar yapmak varken; hep aynı şiddet içerikli nefret yüklü yöntemler denenmiştir.

 

Bu sorun ile başa çıkmak için devlet içinde örgütler kurulmuştur.

 

Devletin salahiyeti için kurulduğu iddiasında olan bu yasa dışı kirli örgütler ile durum iyice girift bir hale bürünmüştür.

 

At izi iti izine karışmıştır’’.

 

‘’bir şeyin aslı ile taklidini ayıramazsan belaya duçar olursun’’ deyimi bu anlamda gerçekleşmiş ‘’devlet içinde oluşturulan yasa dışı şiddet ve nefret içerikli örgütler’’ ile yanlış politikalara isyan eden bireylerin resmi format dışında kurduğu yine yasa dışı çok amaçlı şiddet ve nefret  içerikli örgütler anti tepki olarak kurulmuştur. 

 

Kısaca şiddet şiddeti doğurmuş, doğrular ve yanlışlar iç içe girmiş, hangisi doğru hangisi yanlış birbirine karışmış, toplumda imaj ve algı kirlenmesine neden olmuştur. 

Üstelik günümüzde koca koca siyasilerin ''Beyaz Toros'' denilen bir halkın üzerinde travmaya neden olmuş bir nesneyi korkutma ve sindirme aracına dönüştürüp, günümüz iktidarının (AK Parti) o dönem ki başbakanının miting meydanlarında siyaset malzemesi olarak kullanması ironisi, realitesi...

 

Bu anlamda bu soruna yönelik güncel siyasetçilerin tavrını ortaya koymakta, bölgede bu anlamda yapılan siyasi hamle ve yaptırımlarda Kürt sorununa yönelik  pekte bir değişimin olmadığının izdüşümünü resmetmektedir.

 

Uzun bir süreci barındıran bu sosyolojik ve tarihsel trajedinin ana aktörleri ''ataerkil (erkek otoritesi ağırlıklı) toplumun' dayatmaları ve ''ataerkil zihin dünyasının'' yansımasıdır.

 

Bu konuyu araştırırken, anlamaya çalışıp kafamda analiz ederken objektif olmaya çabaladım. Kirli, kanlı, derin bir acı, hüzün ve nefreti barındıran bu uzun süreci irdelerken sırf farklı bir milletten yâda düşüncede oldukları için bunca acıya ram edilenlere yaşatılan travmanın ağırlığını en derinden hissettim.

 

Bu vahşetin aktörlerinin ruh halini Allah bilir ve cezalandırıcıda odur. Toplumsal çürümeye sebep olanlar ve bu çürümeye sebep olanları aynı mantıkla alkışlayanlar bir kez daha düşünsünler bu gidiş nereye diye. 


Bu nasıl bir ülke’ dir ki aynı gök kubbe altında yaşadığın diğer halkları ki bu halk; bu ülkenin vatandaşı  onlarla ve diğer halklarla uzlaşı yolunu seçerek sorunu hafifletme yoluna gitmek varken neden hep bir dar boğaz yapılmış ve onlara neden hep ağıtlar, hawar lar bırakılmış bunu idrak edemiyorum.

 

Oysaki ''hayalimde ki Ülke'' ''çete mantığıyla'' hareket etmemeliydi.

Var olan sorunların üstünden yapıcı ve onarıcı bir üst akıl olarak objektif, rasyonel, erdemli ve etik yöntemleri kullanarak sorunları yok etmeliydi.

Sanırım söylediğim bu realiteye dökülemeyen cümleler bu coğrafya başta olmak üzere bu ülke için bir ütopya ve bilirsiniz ütopya ''gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller'' demek.

Girift bir hale getirilen bu sorunu çözmenin başka yolları da olmalıydı? Arapsaçına çevirmenin mantığını çözemedim.

Sizler de bu halkın bir ferdi değil misiniz? Kişiliğinizi yok sayıp birkaç yıl yaşayacağınız bu dünyada bu kadar çirkef olmak da neden! Bırakın bu topraklarda rahatça yaşasın tüm kültürler.

 ‘’Azad edin insanın realitesini’’ sizin gerçeğiniz tüm toplumun gerçeği olmak zorunda değil ki. 

Zira ‘’insanlık bir erdemdir, evrenseldir. Hiçbir dine, ırka, mezhebe ait değildir’’. Vatan için, ırk için, din için, nefret için Ölümü kutsamaktan vazgeçin artık.

 

Yaratıcıyı kutsayın, Yaşamı kutsayın, insanı, canlıyı kutsayın ölüm doğal sürecinde gelsin ve kutsamadan uğurlayın.  

 

 

 

17 Şubat 2017 Cuma

Kürtlere karşı yürütülen girift savaş (1)

Şubat 17, 2017 0 Yorum

Kürt sorunu neden bitmiyor?

Bu sorunun bu şekilde devam etmesi kimin yararına?

Bu sorunun ana nedenleri biliniyor mu?

Kim suçlu? Kim haklı?

PKK denen oluşum nasıl bu seviyeye geldi?

Hangi tarihsel ve sosyolojik süreçler yaşandı?

Neden Türkiye’nin bir pkk si var?

 

Neler oldu ki bu ülke içinde Kürt halkının kültürel tarihi, Aile yapısı, gelenek görenekleri ile pekte bağdaşmayan bu yasaklı örgüt, hangi analojilerden geçerek Kürtlerin ideolojisi haline getirildi?

 

Bu işin tek suçlusu Kürtler midir? Gibi sorular üzerinden devam edelim.

Elbette bu işin tek suçlusu Kürtler değildir.

 

Birisi itmiştir diğeri de itile itile bu aşamaya gelmiştir. Bu ve benzeri süreçlerin mantığıdır yaşanan bu realiteler.

Neden bunlardan bahsettim söyleyeyim; benim dâhil çoğumuzun gözlerini bu dünyaya bu ülkede açtığımızdan itibaren bir sorunla baş başayız.

 

Kürt sorunu!

 

Bir ulus içindeki bir halkı sorun haline getiren nedir?

 

Kurt sorunumu? Türkiye’nin iç sorunumu?

 

Kürtler neden bu ülkenin bitmeyen sorunu haline gelmiş ya da getirilmiş bunu lütfen tefekkür edin, muhasebe yapın, önyargılarınızdan arınık bir şekilde suçlu kimdir diye düşünün.

Tarihi temayüllere sosyolojik göstergelere baktığımız zaman tarihte birçok isyan çıkmıştır.

 

 Adı Kürt isyanı olan.

 

Bu isyanlar Osmanlının son dönemlerinde başlamış ve günümüzde de tam gaz devem etmektedir.

 

Bu isyanlar genelde her dönemde baskı ile şiddet ile bastırılmaya çalışılmıştır.

Kendileri gibi düşünen, istekleri olan bir milleti dikkate almadan şiddetle, baskı ile ki bu kavga bireysel bir kavga değil toplumsal, kültürel bir kavga var olma ciddiye alınmanın kavgasıdır.

 

Yüz yılı aşkın bir süredir duyulmayan ya da duyulmak istenmeyen bir çığlık, sesini duyurmak için toplumsal mücadeleye girişilmiş, eline silah almış, dağa cikmis binlerce insan ve bu insanların çoğu belki de hepsi Türki’ye vatandaşı bu yeterli değimli olayın ciddiyetini anlamak için.

 

Sesimizi duyun diyor birileri. Neden kulaklarınız tıkalı?

 

Devletin akli, halkın aklından yüce ve kapsayıcı olur.

Devletin duyguları olmaz, Akli olur, Mantığı olur,

Devlet vatandaşları arasında ayrımcılık yapmaz, yapamaz,

Devlet vatandaşının derdini dinler ve anlar,

Devlet vatandaşını korumak için vardır.

Evet, yaşanan tarihsel isyanlarda haksızlığa baskıya karşı çıkan Kürt öncü büyükleri ki bunların arasında dönemin din adamları, âlimleri, bilgeleri, hocaları, kanat önderleri, eşrafı vardı.

 

Onlar ile diyalog kurulmadan soğuk sert bir şiddetle katledilmişlerdi.

 

Dolayısıyla onların ardılları diğer bir değişle torunları ise içlerinde o nefreti isyanı hep taşıyorlardır.

Evet, bu kısa değerlendirme sonrası Kürt sorununu terör sorununa dönüştüren süreçler nasıl gelişmiş bir bakalım tarihin izdüşümlerinden yola çıkarak.

Kürt isyan günlüklerine baktığımız zaman; birçok isyan olmuştur bunlardan öne çıkanlar sırasıyla şunlardır:


·        İlk isyan Koçgiri isyanı ile karşılaşıyoruz. Bu isyan 1918 – 1921 yılları arasında yaşanmıştır. 

·        İkinci İsyan Şeyh Said İsyanı Şubat - Nisan 1925 Güneydoğu Anadolu’ da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Kürt aşiretlerin destek verdiği ayaklanmadır. Sonrası çıkarılan ‘’Şark Islahat Planı’ çerçevesinde Kürt illerinde olağanüstü hal ilan edildi. Halka açık yerlerde Türkçe dışında bir dil konuşulması yasaklandı (Madde 13). Konuşanlara para cezası verilmesi kararlaştırıldı. Türkçe olmayan köy, ilçe ve il isimleri Türkçeleştirildi.

·        Üçüncü İsyan Ağrı ayaklanmaları, 1926-1930 yılları arasında Ağrı Dağı ve civarı ile İran topraklarının da dâhil olduğu bir coğrafyada meydana gelen Kürt ayaklanmaları.



·       Dördüncü isyan Zilan ayaklanması; Zilan Olaylarında ve Ağrı eteklerindeki köyler tamamen yakılırken, köy ahalisi Erciş'e sevk ve iskân olmuştur. Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur." şeklinde duyurmuştur.

 besinci isyan Dersim isyanları; Dersim İsyanı Dersim’ de 1937-38 yıllarında merkezi Türk hükümetiyle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isim. Dersim'de mutlak devlet hâkimiyetini sağlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekât düzenlendi. Harekât neticesinde bölgede yaşayan 13.000'den fazla kişi ile 110 asker öldü ve 12.000'e yakın insan zorunlu göçe tabi tutuldu.


Tarihin tozlu raflarını kurcaladığımız zaman hiçbir olayın ya da isyanın sebepsiz olmadığına şahit oluyoruz. Tarih çarpıtılsa da üzerine katran’ da çekilse tarihsel gerçekler bir gün en doğru şekilde ortaya çıkacaktır.

 

Kürt isyanlarının ana amacı var olma dikkate alınma mücadelesidir.

Fakat yıllardan beridir kardeş olduğuna vurgu yapan iki halkın temsilcileri ki gücü eline almış meşruiyeti temsil eden tarafın biraz daha insaflı ve akılcı davranması gerekirken bu sorunun çözümü anlamında, görüyoruz ki çıkan isyanlar düşünceden uzak, daha fazla baskı şiddet ile karşılığını bulmuş.

 

Asimilasyon çalışmaları ile yontulmaya çalışılmış fakat o insanların özündeki kültür ateşi bitirilememiştir.

Bir halkı yerinden göç ettirmekle, eğitimi ile yontmakla sadece kamufle edersiniz o öz orada durur öylece,

 

Farklı bir söylem gerek.

Yapılan bu tecritler cebre dayanan şiddetler, kıyımlar nedeniyle “geçmiş duygusu” haline gelen, kangrene dönüşmüş bu sorun.

 

Çıkan isyanlar akıldan uzak ferasetsiz yöntemlerle bastırılmaya çalışıldığı için her çıkan diğer isyanda daha da karmaşık bir hale bürünmüştür.

Hâsılı, yukarıda sayılan isyanlar bastırılmaya çalışıldı bu şekilde.

 

Cebirle, ölümle, sindirmeyle, baskıyla, idamla, yok sayma ve benzeri politikalarla cumhuriyet doğu bölgesinden toprak kaybetmeden kuruldu.

Cumhuriyet Kurulunca bitti mi? Kürt sorunu tabii ki hayır.

 

Temelleri sağlam atılmamış bir ülke o sorunla halen boğuşmaktadır bu sorunun bitmemesinin ana mentalistesi bu ülke kurulurken yapılan sistemsel yanlışlarıdır.

Özeleştiri yapılıp iyi analiz edilirse yaşadığımız bölge dış güçler in piyonu olmaktan kurutulmuş olur ve bizlerde dış güçler seremonisini artık duymamış oluruz.

 

Dış güçler gelmeden önce yapılan yanlışları sıraya koyun ve bugün bu bölge BOP ( büyük Ortadoğu projesi) projesinin uygulama sahası olmasın biz içinde yaşayanlarda onlara (dış güçlere) kuklalık yapanların, (iç güçlerin)  emri altında zulümlere baş eğmeyelim.

Ve böylece Kürt sorunu Farklı bir şekle bürünerek devam ediyor. (En fakir, yoksul Kürtlerin ve Türklerin çilesi )

 

Nedir bu farklı şekil?

 

Adına PKK denilen içinde Türk’ler ve Kürt’ler başta olmak üzere birçok halkı bulunduran bir örgüt oluşturuldu.

 

Bu örgütün lideri olarak lanse edilen ki bu lider; Kürt halkının karşısına rol model olarak sunulmuş, Kürt gençleri başta olmak üzere ileriki yıllarda kitleleri arkasından sürükleyecek kadar önemsenecek, Önder olarak nitelendirilen Abdullah Öcalan isimli kişi olacaktı.

İlk çıkan isyan ve günümüze kadar gelen süreçte halk ayaklanmalarına karşı verilen tepki hep şiddet ile karşılık bulmuştur.

 

Şimdi içinde bulunduğumuz zaman sürecinde de bu sorun farklı bir boyutta devam etmektedir.

 

Yıllar boyunca yapılan dışlama, öteleme, küçümseme, dikkate alınmama ve tüm bunlar sonucunda verilen şiddet yüklü tepkiler ve teröristlik yaftası sonucunda karşıt bir tepki olarak örgütlenmiş bazı çevrelerce adına halkın hareketi denilen PKK’  denilen bir örgüt kurulmuştur.

Böyle bir örgütün neden kurulduğunu Türkiye’mizin neden Pkk sinin olduğu ve bitirilip sonuçlanmadığı daha iyi analiz etmek için önyargısız bir şekilde araştırılmalı, empati kurulmalı bir düşün araştırmasından sonra gerçekçi ve samimi olarak bu sorunun bitmesi isteniyorsa öyle yola çıkılmalıdır.

 

Şiddet içerikli bu toplumsal hareket neden var yıllardan beridir ve neden bitmiyor iyi düşünülmelidir.

 

Sonuç olarak bir örgüt kurulmuş ve bir halk ile çocukları o örgüte yönlendirilmiştir.

 

Bu durum tarihsel ve sosyolojik sürecin serencamıdır.