Follow Us @bedelencu

26 Ocak 2024 Cuma

Yazar- sair Hicran Aslan ile Röportaj

Ocak 26, 2024 0 Yorum


 Hazırlayan: Tuba Çiçek


Hicran Aslan: Şiirin Kadın soluğu… 

 

“O, poşu değil artık kimlik,” diyor “Zamanlar arasında” İsimli şiirinde Hicran Aslan. O artık poşu değil bir kimliktir, insanı en fazla ne yaralarsa oradan başlarmış yazmaya, okuyunca anlıyor ki insan her insanın yasadığı coğrafya ve ortamda yaşanan mutluluklar, mutsuzluklar, kültür, inanç, trajedi, zulüm, sevgi hepsi şairin kaleminden dökülür sayfalara tıpkı şair Hicran Aslan gibi. O da kendisini etkileyen, mutlu kılan, yaralayan, travmaya dönüşen yasam anılarını ve toplumsal hareketleri şiirlerine yansıtmış ipil ipil. 

 

Şiire kadın soluğu, Şair, kadın, Kürt, eğitimci… 

 

Şiir sanki erkeğin mekânıdır ya da ben öyle zannediyorum. Okuduğum şairlerin çoğu erkek olduğu içindir belki de. Örneğin; Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Atilla ilhan, İsmet özel, Cemal Süreyya, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Arif, Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç bunlardan sadece birkaçı.  

 

Kürt toplumunda; erkek şair bile çok az iken şairin kadın olması şaşırttı. Kürt ve kadın olunca bir şair; ne hisseder, ne yazar, onu en fazla ne etkiler sorular sorarak tanımaya ve tanıtmaya gayret edildi...  

 

Elbette gözleri neye şahit oldu ise, kulakları neyi duydu ise ve ne hissederse onu döker sayfalara şairler ve de yazarlar. Hicran Aslan’da öyle yapmış. Yaşadığı şehir, şehrin bulunduğu bölge, o bölge de yaşanan kavga, kargaşa onu derinden etkilemiş olmalı ki O da o bölgede doğmuş, duyarlılığı yüksek olan her birey gibi yaşadığı şehirdeki trajediyi şiirlerine yansıtmış.

 

Sadece toplumsal trajedileri değil elbette çocukluğunu, aileyi, anneyi, geçmişi insanın yaşam süreçleri ve serüvenini... Bu kısa değerlendirmenin ardından sorularımız ile devam edelim söyleşimize 

 

 

-Hicran Hanim, Şiir sizin için ne ifade ediyor? Şiir, edebiyat sizin için bir yasam felsefesi mi? 

 

Şiir benim için tepeden tırnağa bir toplam olarak bir yaşama biçimi. Hayatın her alanına, seçimlerine, bir arada, aurana şekil veren akışkan bir şeydir. Hep söylediğim gibi ermek ile delirmek arasındaki çizgide beni dengede tutuyor. Yaralarımı iyileştiriyor, arındırıyor. Bu yaşta bile çocuk gibi oyun oynayabileceğim bir alan.

 

Kaçamadığım hayatta başka boyutlara gidip gelebilmemi sağlıyor. Görünmez bir yol gibi. Sevgili Neslihan Yalman'ın bir söyleşisinde dediğim gibi; Özen göstermenin dokunulanın yüzeyinde çıkardığı enerjidir şiir. Yani deriyi tene, eti tutkuya, seksi sevişmeye dönüştüren arzu ne ise sözcükleri şiire dönüştüren de odur.  

 

Yanılmıyorsam dört yaşlarındayken bir gece sabaha karşı dedemlerin kapısının şiddetle çalındığını, havanın soğuk ve sabaha karşı olduğunu, askerlerin içeri doluştuğunu yanlarında getirdikleri bir gencin onları arka bahçeye götürdüğünü, orada toprağın kazıldığını ve içinden bir torba çıkarıldığını hayal meyal hatırlıyorum. 

 

 Soğuktan ve korkudan orada buz kestiğimizi ve torba açıldığında içinden kitaplar çıkarıldığını gördüm. O görüntü hiç aklımdan gitmedi. Yazmak, kitaplar korku elementleri gibi geldi. Sonra annemin ve birçok kadının kendileri için yapılan muskaları suda yazıların dağılmasını beklemelerini izledim. O kâğıdın toprağa gömülmesini, mürekkebin dağıldığı suyun bile evde herhangi bir yere değil toprağa döküldüğünü hatırlıyorum. Yani aslında daha çok küçükken bile yazmak benim için büyülü bir şeydi. Korkulan, değiştiren bir şey.  

 

Sonrası zaten doksanlı yıllar kitapların okunur okunmaz sobalarda yakıldığı yıllar. Belki gerçekten “Fahrenheit” romanındaki gibi yürüyen bir kitap olmak hayali benimki. Sadece kâğıda, kalemle değil hayatına değdiğin herkesi kulak kuyusuna, hayatını değiştirecek gizli bir bilgi bağırmak gibi.  

 

-Aileniz, yakınlarınız sizin sair, yazar, edebiyatçı olma yolundaki yolculuğunuzda size destek oldular mı? Onların şiirleriniz üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz? 

 

Hayatıma giren herkesin, gözümün değdiği her şeyin bütün detayların, bütün kılcal, mikroskobik açıların şiirlerim üzerinde büyük etkileri vardır. Ailem de yakınlarım da aslında sanata çok uzak değiller abartılmıyor bizde bir şeyler yazıp çiziyor olmak. Bu yüzden çok ilgili değiller. Ne yazdığımdan bile haberleri yoktur bazılarının. Tabi ki bana destek oldukları için bu şiirime de destek olmaktır bir yerde. Zaten aile konusunda çok şanslıyım çünkü mevcut aile yapısının çok üstünde bir ailem var. Yakın çevrem arkadaşlarım her zaman büyük destek olmuştur. 

 

-Şiirlerinizi temellendiren unsurlar nelerdir? 

 

Kadın, Kürt, Anne ve hepsini barındıran ama tüm bunların çok üstünde Hicran'ı Hicran yapan her şey şiirimi temellendirir. Doğa sporlarına düşkünlüğüm, farklı sanat alanları ile pratikte ilgilenme ve üretme şansı yakalamam ve her şey. Yolda karşılaştığım bir kedi, bir çöp parçası, bir poşet parçası, bir afiş tabela her şey her şey.

 

Sadece deli gibi kitap okumam, hayatı da okumayı severim. Bir nesne gibi, duvar gibi oluyorum bazen sadece izleyen bir çift göz. Dokunulan tepkisiz durağan o zaman hız başka bir anlam giyiniyor. Yaşanan olaylardan yola çıkıyorum her zaman, başlangıç noktam hep gerçekten olmuş yaşanmış şeyler. Ama o gerçeği sözün harfin dizilimin ve ritmin içinde yoğuruyorum. Çok entelektüel ögelerde çok günlük sade dizelerde iç içe yürüyor.  

 

-İlk kitabınızı ne zaman çıkardınız? Kitap çıkarma gibi bir hayaliniz var mıydı? 

 

İlk kitabım 2010 yılında bir internet sitesi olan “yeni perspektif” sitesinde yazdığım yazılardan oluşan "Sandık Tozu" isimli kitabımdı. Doğrusu kitap çıkartmak hiç aklımda yoktu. O dönem yerel ulusal uluslararası birçok gazete dergi ve internet sitesinde düzenli yazıyordum. Ava yayınları yayın yönetmeni “Roni War'ın” önerisiyle çıkardım kitabı.  

 

Daha sonra altı yıl sadece yazdım. Evde ve kendime yazdım. Sonra Sur Cizre olayları, patlayan bombalar, özel hayatımdaki sorunlar kendimi ihmallerime bir çığlık gibi apar topar dosyayı doğru dürüst toparlamadan Sesimi yuttum önce ve “Esmere şiir” kitaplarını aynı anda çıkardım. “Esmere Kürtçeydi” ve o dönemde Artuklu Üniversitesinde yüksek lisans yapıyor olmanın etkisiyle yazdığım şiirlerden oluşuyordu.  

 

2018 de “Dışarısı Mağara Kaç” daha sakin kafayla dosya hazırlamanın bilinciyle çıkardığım bir kitap oldu. 2019'da çağdaş Sanat Eserlerine şiir-yorum olarak yazdığım “İp Cambazı” 2020 yılında sağlık sorunlarım tedaviler özel hayatımdaki çalkantıları kaleme aldığım bir nehir şiir olan “Tanrı Beni Dansa Kaldırdı” 2022 de ise çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı anlattığım Oto portre-”Annemin mırıldandığı Şarkı” çıktı. Yakın bir zamanda toplu şiirlerim kitaplaşacak. 

 

 

-Şair kimliğiniz yanında Kürt, kadın, eğitimci kimliğiniz ve diğer yönlerinizden kısaca bahseder misiniz? 

 

Kürt, kadın ve hatta eğitimci olmam benim çabamla tercihimle değil; içinde olmuş bulunduğum şeyler. Elbette benim ben olmam konusunda çok büyük payları olan, politik, sıyrılmak istesen sıyrılamadığın şeyler, Kendiliğinden politikleştiriyor seni, bir taraf yapıyor, tanımlıyor. Tanımlarken geriye kalan bütün uzamını koparıyor bazen.  

 

Duyarlılıkların, tercihlerin üzerinde büyük tesirler yapıyor. Diğer yönlerim; detaylar çok ilgimi çeker benim. Mesela bir olayın ana karakterleri hafızamda kaybolurken -hatta yaşandığı anda bile olanı biteni kavrama konusunda eksikliklerim var. Ama o anda ki bütün nesneler renkler küçücük bir ayrıntı bir deyim bir ses tonu bütün canlılığıyla kalır.  

 

Sanat her zaman çok ilgimi çeken beni rahatlatan, esneten olmazsa olmaz bir şey oldu. Yaşadığımız hayat çok çok sert olduğu için belki kendimi bildim bileli sanata sığındım. Unutmak hatırlamak iyileşmek büyük resmi algılayabilmek açısından hep yol gösterdi bana.  

 

Bu yüzden pek çok alanla ilgilendim. Tiyatro sinema müzik resim en nihayetinde asla vazgeçmeyeceğim yazmak. Hepsi kendini birbirine devredip zenginleştiriyor. Ve elbette şiirime de çok katmanlı bir yapı yaratıyor. 

 

-Yazma ritüellerinizden bahseder misiniz? Şiiri ve Yazıyı hangi ortamlarda, mekânlarda nasıl müziklerle yazmayı tercih ediyorsunuz? 

 

En büyük ritüelim yazmayı yaşamaya dönüştürmek. Okuduğum izlediğim karşılaştığım dinlediğim her şeye dair notlar tutarım. Özellikle bir konuya odaklı yazacaksam o konuyu beynimde önceliğe alır ona dair okur onun gözüyle bakmaya çalışır yakınlaşıp uzaklaşırım.  

 

Kitap değerlendirme yazıları yazacaksam yazı yazdığım masaya o kitabı alırım ve mutlaka masada oturarak notlar alarak ek okumalar yapmam gerekenleri de masaya ekleyerek çalışırım. Yani okuma yazma masama gelmişse bir kitap o benim için üzerine çalışılacak bir şeydir.  

 

Her odada o ruh haline uygun kitaplar bulundururum not kâğıtları bazı kitapların üzerine yazarım onları haritaya çeviririm neredeyse.  Tüm hazırlıklardan sonra yazmaya oturunca müzik dinlerim aynı şarkıyı yazıya son noktayı koyana kadar devam eder. Genelde yazdıklarımla ve yapımla alakasız müzikler olur bunlar. Sözlü olması şarttır. Normal zamanlarda çocuklar da müzikle uğraştıkları için piyano müzikleri, spor yapmak için hareketli pop şarkılar. Kızım için Kürtçe Zaza'ca şarkılar dinlerim.  

 

-Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüvenimdir? Yazmayı bırakmayı düşündüğünüz zamanlar oldu mu? Şiir veya yazılarınızı kimse okumasa bile yazar mıydınız? 

 

Hayat boyu yazarak olmasa harflere kâğıda dökülmese bile yazmaya devam edeceğim. Çünkü her şey sözle yazılmaz. Hayatınız yazmanın kendisine dönüşüyor zaten. Hiçbir zaman yazmayı bırakmayı düşünmedim. Tam tersine yazıyı güçlendirmek için hiç durmadan kendimi yenilemeyi donatmayı başka ifade olanakları yaratmak için birçok disiplinden yardım almayı kendime şiar edindim. 

 

Kesinlikle evet. Hatta kendim bile okumasam yazardım. Dünyada olup bitenlerle başa çıkabilmemin kendimi iyileştirme, sağaltma hatta şımartma için yazarım. Yazı benim için olmazsa olmaz. 

  

 

 


Eğitimci Yazar “Seçil Duyan” ile “Bulutlaralti Caddesi” romanı üzerine bir Söyleşi

Ocak 26, 2024 0 Yorum

 


Röportaj Hazırlayan: Tuba Çiçek

 

 Eğitimci Yazar “Seçil Duyan” ile “Bulutlaralti Caddesi” romanı üzerine bir Söyleşi

        

“Daha önce ayak basılmamış, insan eli değmemiş bir coğrafya gibi benzersiz, nesli tükenmemiş bitkilerin baygınlık veren kokusu gibi basımı donduruyorsun ve hayvanların henüz soykırıma uğramadığı, özgürce doludizgin koşturduğu koşumsuz o mavi atsın sen. 


Ne güzeldir kim bilir, uçarcasına koşabilmek, hesapsız atlamak tüm engellerden ve ay işliğinin altında tüm yıldızlar suya düşmüşken sen pervasızca girersin o gole, suda yıldızlar ve o dolunay ve sen. Bende sadece görebiliyorum seni. Frida’ nin tablosunda ki çorak toprağım, çatlamış, renksiz, kuru… Sen “ Borchert Manifestosu ” gibi süssüz, keskin bir ok olup kalbimden vuruyorsun beni.


 İnsanla olan tüm kavgan ve insana ait olan tüm kavgan yine insanlar için iken her hâlükârda galip geliyor ve bayrağı çekiyorsun göndere…”


Diye not düşülmüş,  “Bulutlaralti Caddesi” romanının arka kapağına.

 

Okumayı ilke edinmiş kişilerin çoğu dikkat etmişlerdir. yazarların; roman, hikâye, şiir, köşe yazıları vs çoğu içinde bulundukları aile, kültür, şehir, toplum veya ülkeden etkilenerek, beslenerek yazmışlardır. Yazmak biraz da etkisinde kalınan psikolojik yaşantılar, toplumsal olaylardır aslında.


Bu anlamda “İbn Haldun’ a göre insan, doğuştan her türlü iyi ve kötü eğilimlere meyyal bir tabiata sahiptir. İnsanın fizyolojik ve psikolojik farklılığında fiziksel çevre ve iklim de etkilidir”.

 

“Bulutlaralti Caddesi”  romanını okurken Asim, Selahattin, Sevda, Asli, Fidan hanim, Eşref ve diğer roman kahramanları tanıdık, aşina olduğumuz simalar ve İnsan hayatinin izdüşümünün resimleri gibiler. 

  

“Külüstür sokak”, ta “hijyenik pezevenk Eşrefi takip eden Asim gibi arada marjinal sıfatlar ve vakıalarda romanın tadı tuzu gibidir aslında.


Bu kısa değerlendirmenin ardından sorular ile söyleşimize devam edelim.

 


-Öncelikle kendinizden bahseder misiniz, Seçil Duyan kimdir?


Genelde kim olduğum sorusu sorulduğunda bocalarım. Değişkenlik söz konusu. İnsan doğduğu andan itibaren fikir ve merak ile büyütüldüğünden dallanıp budaklanıyor. Hem düşünsel hem de duygusal olarak gelişiyorsun bir ağaç gibi. Fakat bazen ağaçlar da hastalanır. Meyve veremez, kurur, kireçlerler. İşte insan bazen kendine yapar bunu. Beğenmez meyvesini, tatsız tuzsuzdur. Bir ormanda, tüm ağaçların arasında kendini tedavi etmeye çalışan bir ağaç. Diğer yandan basmakalıplık iyidir diyelim. En iyi yaptığımız şeydir kolaya kaçmak çünkü. İki çocuk annesiyim. Öğretmenim.

 


-Yazmaya merakınız nasıl başladı ve sizin için ne ifade ediyor?


Aslında yazmaya ortaokul sıralarında başladım. Arada yazıp atıyordum. Az önce bahsettiğim değişkenlik mevzusu. Yazdıklarımı daha sonra okuduğumda hoşuma gitmiyordu, ya eksikti ya da fazla. İşin içinden çıkamayınca öteledim yazmayı. Yıllar süren bir tembellik hali müzminleşti. Bu yüzden yaşam felsefesi diyemeyeceğim. En doğrusu iç ses diyelim. Okuduklarını ve gözlemlerini harmanlayıp sana fısıldıyor. Hayal gücün ile başka hayatların, hikâyelerin mimarı oluyorsun.


-Ne zamandan beri yazıyorsunuz? Aileniz, yakınlarınız yazar olma yolculuğunuzda size destek oldular mı?


Ailemin desteği çok önemliydi. Ama önce insanın kendini hazır hissetmesi çok mühim. Yolculuğum Bulutlaraltı Caddesi romanımla başladı. Kolay değildi. Vip olarak yolculuk yapmaktan ziyade bir atın sırtında belki günler hatta yıllar süren bir yolculuk. Gündüz gözüyle gitsen de gece gözlerini yumduğunda da o atın sırtındasın. Romanımı yazarken yaşadım diyebilirim. Kahramanlarım ete kemiğe büründü. Özellikle yan karakterlerde çevremden etkilendiğimi söyleyebilirim.


-İlk kitabınız (Bulutlaraltı Caddesi) ne zaman çıktı; böyle bir hayaliniz var mıydı?


Çiçeği burnunda bir yazarım. Ocak (2023) ayında basıldı. Yazma aşamasında pek düşündüm diyemem. Sadece bitirmeye odaklıydım. Bittiğinde bir süre bekledi beş altı ay kadar. Sonra bunu bilgisayar ortamına aktarıp düzeltmelerimi yapmam da iki yıla yakın sürdü.


-Yazar kimliğiniz yanında kadın, eğitimci kimliğiniz ve diğer yönlerinizden kısaca bahseder misiniz?


Fazla kategorize etmiyorum, iç içe geçiyor zamanla hepsi. Düşünce ve hareket kabiliyetimi sınırlıyor bazen. Her kadın ve eğitimci gibi zorluklarla karşılaştığımda içe dönmeyi başarabiliyorsam mutlu sayıyorum kendimi, yoksa basmakalıplık cenderesinde ezilirim.


-Yazma ritüellerinizden bahseder misiniz? Hangi mekânlarda; nasıl yazmayı tercih ediyorsunuz?


Evde yazamam mesela. Dışarı çıkıp kalabalıkların arasında kaybolmak hoşuma gidiyor. Kulaklığı taktığım anda ilişiğim kesiliyor. Bir çalma listem vardı. İç sesimi duymak için klasik Batı müziği, Farsça ve Kürtçe şarkılar tercih ediyordum.


-Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven midir? Yazmayı bırakmayı düşündüğünüz zamanlar oldu mu?


Hayat boyu olmasını isterim tabii. Daha önce dediğim gibi, hikâyeyi bir süre sonra yaşamaya başlıyorsun başka bedenler, başka zihinler bir nevi reenkarnasyon. Zihninde yarattığın sokaklarda yürüyorsun, bir zeytin dalına uzanıyorsun. Tabii bunlar romantik anlar; bazen de yumruk yumruğa dövüşüp bitkin düşüyorsun, dizlerinin üstüne düşüyorsun. İşte o sırada ayağa kalkmak bambaşka bir haz veriyor.


-Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi hayali mi, kurgu mu yoksa karşılaştığınız olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?


Öncelikle buradan Gani Türk’e selam yollamak istiyorum. Son kitabı “Yazmak ve Bilinç Akışı” kitabı yayımlandı yakın zamanda. Baskıdan çıkar çıkmaz okudum tabii. Yazmayı düşünen gençlere mutlaka tavsiye ederim. Ben onu okuyunca romanımı bilinç akışıyla yazdığımı fark ettim. Romanım tamamen kurgusal. Bazı yan karakterlerde esinlendiğim karakterler oldu.


-İnsanların çoğu “Hayatımı yazsam roman olur.” der. Siz hiç böyle düşündünüz mü? Romanınızda kendi yaşantınızdan esintiler var mı?


Evet, çok duyarız. Hikâyelerini dinlediğimizde de hak veririz. Hatta yazılsa kimse inanmaz gerçek olduğuna, öyle hikâyeler var. Çok etkilendiğim oluyor dinlediğimde ama ben yazamam sanırım. Tıkanırım. Gerçeğe bağlı kalmak adına zorlanırım diye düşünüyorum. İster kurgusal ister yaşanmış olsun okuyucu kendini romanın içine koyabiliyorsa, oradaki kahramanla bağ kurabiliyorsa o hikâye artık gerçektir. Ben cümlelerin sonuna nokta koydum.


-Sizce herkes kitap yazabilir mi, yazmak yetenek midir?


Herkes yazabilir. Hatta herkes her şeyi yapabilir. Sonunda ortaya çıkan ürün önemli. Yetenek konusuna gelirsek bence yetenek. Eğer yetenek olmasaydı sanatın dalları içinde yer alamazdı


Paylaşımlarınız için Teşekkürler.