Follow Us @bedelencu

24 Ağustos 2022 Çarşamba

BİSTURİ (Huzursuz Metinler)

Ağustos 24, 2022 1 Yorum


Kitap Tanitimi ; 

Tuba Çiçek


“Daha küçük bir çocukken kırlangıçların içinde yuva yaptığı kerpiçten bir evimiz vardı. Babam eve sürekli elinde bir gazeteyle gelirdi. Bendeki okuma-yazma merakı ta o zamanlardan kalma.”


Yukarıda ki cümlelerin sahibi yazar, bu denemeleri kendisiyle yüzleşme olarak değerlendiriyor. Kendisini huzursuz eden, yâda huzurlu kılan, yasama dair anılarını ölümsüzleştirmek istiyor kelimeleriyle.


Kendisini Huzursuz eden anılarını, okurun huzurunu bozmadan, ama iyileştireceğini ümit ettiği Neşteri (Bisturi) vurarak yapmaya çalışıyor. Coşkuyla, umutla, hevesle…


Bir kitabı yâda yazıyı okurken, yazının içinde kullanılan, anlamını bilmediğimiz bazı kelimeleri araştırmak çoğu okurun yaptığı bir şeydir.


Bu anlamda Metin Aydin in yazdığı “BISTURI” (Huzursuz Metinler) adli denemelerden oluşan kitabini okumaya karar verince, “Bisturi” başlığı ilk dikkatimi çeken şeydi ve hemen araştırdım.


Meğer Bisturi NESTER demekmiş. Genelde tıbbi amaçla cerrahide kullanılan, bezende çeşitli sanat ve zanaatlarda kesim yapmak için kullanılan çok keskin uçlu küçük bir bıçak imiş.


Neşter gibi inmişti kelimelerin böğrüne, yazarın huzursuz olduğunu düşündüğü, “Huzursuz bir huzurla” yazdığı cümleleri…


Belki de ironi yapmıştı yazar.


Tedavi eden bir huzursuzlukla yazmış gibiydi. Huzur veren bir coşku yüze çarpıyordu adeta.


Yazarın kaleminde kaos yok, dramatize yok, ajitasyon yok, adaletsizliği anlatırken bile coşkulu, ironi dolu bir heyecan çarpıyor okurun yüzüne.


Yazar eline Neşteri (BISTURI) almış Doğunun kadim bilgeliğine yakışır bir dille acıtmadan, tutkuyla ifade etmeye çalışıyor meramını.


Mardin, Mezopotamya’nın kavurucu güneşinin altında yazdığı bu kelimeler günlük hayatin sadeliğini, aileyi, sevgiyi, arkadaşlığı, ruh esini,  çocukluğu, çocuğu, kardeşliği, gençliği, işsizliği, kavgayı, anadilini, (Kürtçe) doğuyu, ötekileştirilmeyi ve bölgenin makûs talihini anlatıyor. Motivasyonu yüksek sade ve edebi bir üslupla.


Bazen keyifli, bezende bam teline dokunarak, acıları damıtarak, suçluların kim olduğuna atıfta bulunmadan.


Bilir ki yazar; okumayı kendine ilke edinmiş, aydınlığa kanat açmış insanlar, suçluları isimleri söylenmese de bilirler. Hem ne gereği var ki aksam haberleri izler gibi suçlu isimlerinin kaydını tutmaya.


Huzursuz Metinler” BISTURI” deneme türü meraklılarını, edebiyat sevenleri, toplumsal konulara ilgi duyan okuyucuları, Huzursuz etmeden, neşeyle, coşkuyla, bıktırmadan, bir solukta okuma imkânı sunuyor.


Ülkemizde toplumsal bir yaraya dönüşmüş olan aile, kadın, çocuk şiddetine kulak kabartmış olanlar ise bu denemelerde sevgiyi, beraberliği, hayat arkadaşlığını, tatlı sert atışmaları göreceklerdir. Sevginin gücünün şiddeti nasıl yenebileceğine tanık olacaklardır.


Düşüncelerini kâğıda dökmeden önceki hazırlık aşamalarını, yazarken ki muştusunu da okura hissettirerek anlatmış yazar…


Adeta bir yazı yazma aşığı olan yazar “Metin Aydin” ismi ile müsemma bir şekilde “Metinlerini” yani “Cümlelerini” “Bisturi” diğer bir ifade ile “neşter” yardımıyla kelimelerin böğrüne indirmiş. Metinler, Ayşeler, Ahmetler adına.


HUZURSUZ METİNLER de Yazar


“Huzursuzluğun dört başı mamur bir “huzura” galebe çaldığı, aklın ise nicedir inzivaya çekilip yurdum insanının galeyan psikozunda –durmadan- ateşinin yüksel(til)diği kritik (ölümcül!) demlerde; siz okurlara, biraz özel ve cevapsız kalacağını bildiğim “huzursuz metinler” yazacağım tuttu. Umarım sizler de en az benim kadar “huzursuz” olursunuz diye. Hülâsa: Bu yangın yerinde, daha âşık (huzursuz!) olamamışların vay haline! Vah ki ne vah!” Diyor.


Yazar kitapta eleştiri oklarını sadece çevreye yapmıyor, bezen yazarlığına da kem gözle bakıyor, öz eleştiri yapıyor ve devam ediyor…


“Müsveddeden bir yazarın müsveddeden evi olur! Müsveddeden bir yazarın müsveddeden evi olur! Müsvedde! Müsvedde! Müsvedde!”


BİSTURİ


Sonra yazar: Neşteri diğer adıyla “Bisturi” yi indiriyor cümlelerine ve şöyle sesleniyor okuruna;


“Hiç sonlanmayacak gibi duran bu biri diğerinin kötü bir tekrarı sığ gündemlerin kuyruğuna takılıp giden hayatlarımız... Basit bir mizansen üzre takır takır işliyor nicedir.


O her şeyi bizden daha iyi bilen, türlü çeşit münafık “toplum mühendisleri” tarafından tayin edilmiş vasati rollerimiz… Kendimiz olmak dışında ne istenirse “o” olmaya amade robotlar olarak durmadan vakit (ömür) tüketiyoruz. “Tüketmek” dışında da bizde bir marifet yok!


Ve yazar Peter Furtado’nun da söylediği gibi “kendi geçmişini kendi sözleriyle anlatan insanlara da gerçekten ihtiyacımız var. Aksi takdirde ‘resmi tarihten’ devşirilmiş uyduruk hikâyelerle ‘ecdat masalları’ dinlemeye mecbur bırakılıyoruz.”


Furtado`nun bu cümlelerini Bisturi kitabi için uyarlarsak; Kendi toplumunu, kültürünü, yerelliğini kendi üslubuyla anlatan insanlara, yazarlara ihtiyacımız var aksi takdirde resmi söylemler ve haber kaynaklarından öğrenilen, imaj bozan, algılarda kirlilik oluşturan, zehirli haberler dinlemeye, yazılar okumaya mecbur kalacaktık.


Uzun, derin analizleri sevmeyen okurlara “Bisturi” edebiyata ve yasama dair okumalar sunuyor.

                                                                                                       

BİSTURİ

(Huzursuz Metinler)

Metin AYDIN

(Kaos Çocuk Parkı Yayınları – 1. Baskı 2018)

 


 

24 Nisan 2022 Pazar

Sürgündeki Tarih (OSMANLI)

Nisan 24, 2022 0 Yorum


 

''Hüzün, acı, hasret'…


“Yüce dağların başı hep fırtınalı karlı olur.”


İbni Haldun derki:


Devletler de tıpkı insanlar gibi ‘’doğar büyür ve ölürler’’ Osmanlı devleti de doğdu, büyüdü ve öldü Küçük bir beylikten altı yüzyıl hüküm sürecek imparatorluğu kurmak büyük bir başarı hikâyesidir. .


Bu ölüm sıradan bir yok oluş değildi.


Türkiye derken Osmanlı gelir akıllara… Osmanlı olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti’ de olamazdı. Dünya Türkiye’yi Osmanlı denince tanıyor. Osmanlı geçmiş, cumhuriyet ise şimdidir.


Başkent deyince de her ne kadar resmi adı Ankara olsa da zihinlerdeki başkenttir İstanbul.


İstanbul Boğazı ahengi tarihle bütünleşince bir başka anlam ve ilgi kazanır.


Birçok sultan gelip geçti, hâkimiyet kurdukları yerlerde izlerini görmekteyiz. Sanatsal baş başyapıtlar, günümüze adını bırakmış mimarlar, ressamlar, şairler, bilim insanları.


Bu görkemli imparatorluğun sonu böyle acı, hüzün, yalnızlık mi olmalıydı?


Derler ki: sürgüne gönderilen Osmanlı ailesi fertleri ve devam edilir…


“Biz Türkiye’nin taşından toprağından yaratılmıştık. Ecdadımızın sevgili yurduna zorla veda ettirildik Yurdumuzu yurt yapmaya vesile olan atalarımıza bu yapılmamalıydı.


Osman oğlu olmak yalnızlıktır. Bu toprakları korumak için fetihler yapan bir ecdat için ne kadar acı bir cümle. Diye üzüntüsünü dillendiriyor Sürgündeki Osmanlı aile fertleri.”


Sorgusuz sualsiz sanki 600 yıl yokmuş gibi bir aile kökleri kurusun dercesine sürgüne gönderilmiş. Oysaki Avrupa da hanedan ailelerine,  tarihe olan saygıdan dolayı dokunulmamış. Kültürel ve tarihsel figür olarak sembolik yetkiler ile yerlerinde kalmaları sağlanmış.


Osmanlı’ya kızıp, eleştirecek birçok konu elbette var, ama eleştirenler şimdi gidip “The Crown” izleyip, İngiliz kraliyet ailesine hayran olmaya devam ede dursunlar…


Osmanlı hanedanı da sembolik olarak İstanbul’da sarayda kalabilirdi. Osmanlı torunuyuz diyenlerde, gerçek Osmanlı ailesini rol model alırlardı.


Milyonlarca turist gelirdi İstanbul’a, İngiltere’de olduğu gibi.


Osmanlı ülkesinde doğmuş eğitim almış rütbeli asker statüsüne yükselmiş Mustafa Kemal ve arkadaşları imparatorluğun çöküş sürecine girmesiyle baş başa verip elde kalan toprak parçaları üzerinde ” Laik Demokratik bir Cumhuriyet “ kurdular.


Kurdukları Cumhuriyet, Halk hareketi sonucu oluşan bir devrim değildi. Elitlerin, Burjuvanın, merkezde ( Osmanlı Ailesinin) çevresinde yaşayanların kurduğu bir devletti, tıpkı Osmanlı gibi.


Yeni bir devlet, yeni bir tasarım, çoğulculuğun, çok kültürlülüğün olduğu bir ülke değil, tekçi, yasakçı bir zihniyetin üretimi yeni bir zihin dünyası ve yeni bir inşa süreci başlamıştı.


Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında olmuştur.1699 yılında Karlofça Antlaşması sonrası Osmanlı Devleti gerilemeye başlamış ve 1922 yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte yıkılmıştır. 


Osman oğulları için beklenen son ise 3 Mart 1924 günü gelmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Osmanlı hanedanını bütün mensuplarının vatandaşlık haklarını ellerinden alınmasını ve sonsuza dek Türk topraklarını ülkeyi terk etmeleri istenmişti. Hanedanın Erkeklerine ülkelerini terk etmeleri için 72 saat kadınlarına ise 10 gün mühlet verilmişti. Trenle yahut vapurla ülkeyi terk etmeleri istenmişti. Ellerini 2 bin İngiliz lirası verildi 1 yıl geçerli ama dönüşü izni olmayan pasaportla ülkeyi terk ettiler. Son Osman oğullarının sürgün pasaportunda son padişah Vahdettin, in tuğrasının bulunduğu damga pulları vardı.


Kadın, erkek ve çocuk, 155 kişi. Osmanlı hanedanı bu 155 kişiden ibaretti ve 1924 Mart'ında, hepsi Türkiye dışına çıkartıldı... Mal varlıkları tasfiye edildi... Türkiye'ye girmeleri ve transit geçmeleri yasaklandı... Artık ne vatanları, ne de gelirleri vardı... Macera dolu bir sürgün yaşadılar... Geçinebilmek için, her türlü işte çalıştılar... Kimisi mezar bekçiliği yaptı, kimisi kapı-kapı dolaşıp sabun sattı... Yabancı zindanlarda can verenleri oldu... Bazıları gömülecek bir toprak, ülke bulmadı. Kimisi de başka hanedanların mensuplarıyla evlenip yeniden asalet unvanı aldı...


Sürgün Osmanlı hanedanının kadınları için 28 erkekleri için ise 50 yıl boyunca ölümden de beter sıkıntılar ile geçti. . Kadınlar Türkiye’ye 1952 de Adnan Menderes’in çıkardığı özel bir kanunlar ile döndüler. Erkekler ise1974 Bülent Ecevitçin çıkardığı af kanunu beklemeleri gerekti. Cumhuriyetin ilanlını 50. Yıldönümünde Türkiye’ye dönebilmişlerdi.


Yavuzun, Fatihin, Kanuninin torunları doğdukları ve ilk gençlik yıllarını geçirdikleri İstanbul’u cumhuriyetin kurulduğu 50. Yıldönümünde görebildiler.1924 Martında sürgüne gönderilen 37 şehzadenin sadece 6 sı Türkiye’ye gelebilmiştir. Diğerleri sürgünde can vermişlerdir”


Osmanlı yok oldu. Tarihin tozlu arşivlerine kaldırıldı, bize gösterildiği kadar tarihi okuyup, anlamaya çalışıyoruz. Bu sürgün 600 Yıl bir coğrafyaya hükmetmiş bir aileye reva görülürdü ise ebetteki…


Ermeni, Kürt, Arap, Türk, Rum, Süryani, Alevi, Sünni, komünist, muhalif, türbanlı, şalvarlı her kesimi sıkan, bir dayatma olacaktı, oldu da.


Teklerin, yasakların, kutuplaşmanın, şucu bucuların çoğaldığı bir ülke kurulmuştu. Sevabı,  günahıyla, iyisi kötüsüyle bir imparatorluk yıkıldı. Yerine sevabı, günahıyla Türkiye Cumhuriyet kuruldu.


Biz de yüz yıllık bu serüvenin mensupları olarak anlamaya ve yaşamaya çalışıyoruz.

 

Kaynak;

You tube

SON OSMANLILAR BELGESELI 1.2.3.4 BOLUMLERI

“Meçhule Yolculuk” (Murat Bardakçı) Royal Family of Ottoman

 


1 Nisan 2022 Cuma

NEVRUZ VEYA NEWROZ YÂDA NOWRUZ

Nisan 01, 2022 1 Yorum


 İlk defa olarak; 21 Mart baharın gelişini muştalayan, müjdeleyen bayramda diğer adlarıyla Newroz veya Nevruz kutlamasında bulundum.

Yüzlerce yıldır insanlar bu kutlamayı farklı coğrafyalarda, çeşitli ritüeller – ayinler ve farklı isimler ile kutluyorlar.

Newroz. Nowruz, Nevruz gibi.

Açıkça herhangi bir isim takıntım yok.

Newroz kutlamasına gitmeden önce poğaça, kek. Sarma. Dolma yapıldı. Hatta termosta çayda düşündüm, cay nevroz alanına bırakılmaz diye vazgeçtik.

Alana gittik bir kaç güvenlik barikatında ayrıntılı aramadan sonra, değil cay yaptığımız pastalarında içeri alınmayacağı söylendi.

Getirdiğimiz yiyecekleri araca bıraktık ve zorda olsa alana girdik,

Nevroz kutlama alanına giderken tedirgin bir şekilde gitmiştim.

Tedirginliğimin birçok nedeni var elbette! örneklersek: siyasi bir partinin propagandasının yapıldığı, slogan atıldığı, bir miting havasında gerçekleşmesi, eğlence için katılmak istendiğinde dahi bir militan gibi görülmesi, Nevroz kutlamalarının üzerinde yapılan sansasyonel tartışmalar Nevroz’a gidenlerin Terörizm ile yaftalamaları gibi sebepler ve…

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile önüme ara ara çıkan 1992 Cizre Nevrozu. Yoksul, eğitimsiz, köylülerin Özel hareket timlerince üzerlerine mermi yağdırılarak nobranca kovalanmaları ve gözaltına alınmaları, gözaltı yapılanların bazılarının faili meçhul olarak yok edildiği söylenceleri.

Hatta daha önceki Newroz kutlamalarında bomba patlamaları, Newroz kutlamalarına giden 23 yaşındaki Malatyalı Kemal Korkut adli gencin Polis kurşunuyla yâri çıplak halde öldürülmesi ve daha birçok benzer kötü, ürkütücü, küçük düşürücü haller ve görüntüler den kaynaklı mesafeli durduğum bir etkinlikti Newroz kutlamaları.

21 Mart ta Diyarbakır’da bulunmamdan dolayı toplumsal hareketliliği bol olan bu etkinliği kaçırmak istemedim.

Karşılaştığım manzara;

Suçlu arayan gözleriyle üst araması yapan, asık suratlı, sinirli, gergin güvenlik görevlileri.

Bu elbise, bu şalvar, bu renk, bu bakış uygun değil giremezsin gibi gergin iletişim! Bunun karşılığında kızan, tepki veren o anda örgütlenip slogan atan bir halk ve sonrası; üzerlerine biber gazi boca edilen, onurları ile oynanan küçük düşürülen, kışkırtılan Türkiye Cumhuriyeti halkı, kadını, çocuğu, yaşlısı ve genci ile “ülke” vatandaşları.

Dikkat edilirse Newroz veya Nevruz deyince bayram, tarih, Kültür, doğa,  bereket, mutluluk, doğanın yeniden dirilisi, coşku ve heyecan dan bahsetmedim.

Çünkü bizim yasadığımız ülkede adi Newroz olan,( Nevruz olana değil) etkinliğe katilim sağlayanlara suç işliyorlarmış gibi tavır alınır. Medya da bu yönlü bir intiba yaydığı için, insanlar bu etkinliğe giderken düşünmek durumunda kalıyorlar, gidersem nasıl görülürüm, ne yaşarım diye.

Öyle ki; “Nevruz” diyenler vatansever, zararsız, ulusalcı görülürken. “Newroz” diyenlere tehlikeli elemanlarmış gibi bir ayrım ve yaftalama var.

Nevroz bölücü Kürtlerin, Nevruz devletin ve devletini çok sevenlerin bayramı olarak görülür.

Zihinlerde ikiye bolünmüş bir toplum var maalesef.

Tüm bu itiş kakış içinde Şöyle bir görüntü hayal ettim; bir an! Nevroz kutlama alanına girenlere; güler yüzlerle hoş geldiniz diyen güvenlik görevlileri ve bunun karşılığında neşelenen, mutlu olan daha fazlasıyla selam veren ülke insanları.

Yeni bir yılın başlangıcını işaret eden Newroz ’un kökeni eski İran'a dayanır. İrani halkların Yeni Yılı olarak da bilinen Newroz 3.000 yıldan fazla bir süredir baharın karanlığa karşı zaferi olarak görülüyor.

İrani bir din olan Zerdüştlükte bir bayram günüdür. 

Demirci Kawa Efsanesi, İrani mitolojide acımasız yabancı hükümdar Zahhāk'a isyan eden mitolojik kahramanın öyküsüdür.

Hikâye, Fars şair Firdevs’inin en önemli eseri olan Şehnamede yer alır.

Yine Cizre'de 1450/1451 yılında yaşanan ve 17. yüzyıl sonunda Ahmed-i Xani tarafından manzum bir eser olarak yazıya geçirilen destansı aşk öyküsü Mem ile Zîn, de baharın müjdecisi olan Mart ayında bir Newroz günü tanışıp âşık olurlar.

Newroz ‘un Nevruz olarak Türklerin yeniden tarih sahnesine çıkışını, yeni bir yılın başlamasını ifade eden bir gün olarak ta yorumlandığı ve son yıllarda devlet erkânı tarafından kutlanmaya çalışıldığı da görülmektedir.

Görüldüğü gibi Newroz veya nevruz baharın gelişini yeniden dirilisi, doğusu, bolluğu, bereketi, yasamı, birlik ve beraberliği, hoşgörüyü kutlamak için yapılan bu şenlik, Karanlığa karşı isigin, Kötülüğe karşı iyiliğin zaferini anlatan bir kültür ve doğa bayramıdır.

Asil amacı mutluluğu, aşkı, dirilisi, doğuşu, bereketi anlatmak olan bu bayram maalesef ülkemizde bereketsizliğin, agresyonun nefretin, kışkırtmanın, sloganların. Kötülüğün alanı imiş gibi çatışmalar ile yürütülüyor.

Güzelliklerin geldiğini haykırmak için kutlanan, kadim. Ortadoğulu, irani bu bayramı, kimler kanın, gözyaşının, bereketsizliğin, bölünmüşlüğün sembolü haline getirdi?

Dünyevi adalet ağır aksak ilerleye dursun…

Bu kötülüğün vebali, bu sucu isleyenlerin üzerinedir. Ve inanıyorum ki aydınlık zifiri karanlığı yenecektir.

Hakikatin adaletiyle…

Newroz Piroz be!

Nevruz kutlu olsun!

11 Mart 2022 Cuma

Savaş Görselleri: “Taş Devrini” yansıtan Kahve tenli Ortadoğu (Suriye, Irak, Afganistan vs) Modern “sarı saçlı mavi gözlü” (Ukrayna) Karşılaştırması

Mart 11, 2022 0 Yorum

 


Ortadoğulu ve ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde savaş olması Dünyanın Rutin inlerinden biri haline getirilip o kadar kanıksanmış olmalı ki Ukrayna da savaş çıkınca herkes şaşkına döndü, sanki nesillerdir ilk kez savaş oluyormuş gibi bir hava oluştu dünyamızda.

Dünya medyasında çok çeşitli haberler yapıldı; Mavi gözlü, Sarı saçlı, modern batı ülkelerinden birinde savaş oluyordu

Dünyanın en iyi bilinen medya araçlarındaki programlarda, yazılarda, tartışmalarda derin hayretler ve şaşkınlıklar içerisinde; Mavi gözlü beyaz tenli insanlar öldürülüyor gibi birçok haber başlığı atıldı.  

 

Irk ve uluslararası statü konusunda rahatsız edici bir tavır takınan muhabirler Ukrayna'yı Irak, Afganistan veya Suriye gibi diğer ülkelerden daha “uygar” olarak nitelendirip ülkenin savaşı hak etmediğini belirttiler. İşte( sanki) hiç beklenmemiş bu savaş ile ilgili haber yorumlarına bir göz atmakta yarar var sanırım:

BURASI AFGANİSTAN DEĞİL MEDENİ AVRUPA KENTİ
ABD merkezli CBS NEWS muhabiri Charlie D'Agata canlı yayında

"Burası on yıllardır kaos içerisinde yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığınız medeni Avrupalılara has bir kent." ifadelerini kullanması izleyenleri şaşırttı.

Muhabirin sözleri Twitter'da 1,5 milyondan fazla kez görüntülendi. Kullanıcılar D'Agata'nın ırkçı söylemini tarihi bir hata olarak yorumladı.

 

Muhabir skandal yorumunun internette viral hale gelmesinden sonra geri adım atıp özür diledi ve “Pişman olacağım bir şekilde konuştum ve bunun için üzgünüm. Çatışmaları asla karşılaştırmamalıyız, her biri benzersizdir. Kötü bir kelime seçimi yaptım, özür dilerim.” dedi.

D'Agata'nın yorumuna medya dünyasından en sert tepki Chicago Sun-Times muhabiri Nader Issa'dan geldi. Issa "CBS News bugün doğrudan ırkçılık düdüğünü çaldı" dedi ve ekledi;

“Kelimelerini dikkatle seçtiği versiyon buysa, alternatifi şu olur: Bunlar medeni beyaz insanlar, medeni olmayan kahverengi insanlar değil."

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKESİ DEĞİL
ABD'li muhabir Charlie D'Agata talihsiz yorumlarında yalnız değildi. İngiltere'den meslektaşı bir kadın muhabir de benzer söylemlerle ırkçılık kervanına katıldı.

ITV News muhabiri Lucy Watson da bir tren istasyonundan yaptığı yayında "Ukraynalıların başlarına düşünülemez bir şey geldi. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa." ifadelerini kullandı.

BOMBALARDAN KAÇAN SURİYELİLERDEN BAHSETMİYORUZ
Fransız kanalı BFM TV'de konuşan başka bir yorumcu, “Putin'in desteklediği Suriye rejiminin bombalarından kaçan Suriyelilerden bahsetmiyoruz, Avrupalıların bizimkine benzeyen arabalarla kendilerini kurtarmak için ayrılmalarından bahsediyoruz” dedi.

Fransız Gazeteci Ulysse Gosset'i ise yaptığı bir yayın sırasında “21. yüzyıldayız, bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak'ta ya da Afganistan'daymışız gibi seyir füzesi ateşi var, hayal edebiliyor musunuz!” ifadelerini kullandı.

 

SARI SAÇLI, MAVİ GÖZLÜ AVRUPALILAR ÖLDÜRÜLÜYOR
BBC’ ye konuşan Ukrayna'nın eski başsavcı yardımcısı David Sakvarelidze ise canlı yayında "Benim için bu yaşananlar çok duygusal, çünkü 
mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalıların öldürüldüğünü görüyorum" dedi.

 

Bu haber yazısını pek uzatmaya da gerek olduğunu düşünmüyorum yazı başlığı ve dünya medyasında yapılan yorumların kâfi olduğu kanaatindeyim.

 Evet, Ortadoğu ilkel, kahverengi, taş devri mağara dönemlerinde yaşayan insanlar topluluğunu andırıyor çoğu zaman, ancak, bu insanlar, bu toplum, bu kültür ve tarih nasıl bu Dispotya da birleşti ve tüm dünya elbirliği ile ilkelliği, vahşiliği ve savaşı yakıştırıyor bu coğrafyaya. Dünya mı suçlu yoksa Ortadoğu diye nitelendirilen yerlerin insanları mı? Bunu iyi bir düşünüp sorgulamak lazım. Sonra en gerçekçi eleştiri ve tanımları yapmak mümkün olabilir.

 

Keşke Ukrayna ya da tüm Avrupa ya düşünüldüğü gibi savaş yakışmasaydı ve savaş hiç olmasaydı

Yıllar önce Irakta, suriyede başlayan kahverengi tenli ve kara gözlü kadınlara, çocuklara üzüntümüz gibi mavi gözlü beyaz tenli insanların zorla içine sokulduğu bu dehşet tabloyu görmeseydik.

 

Keşke savaşlar, acılar bu derece kanıksanmasaydı da; hem kendi acılarımıza hem de başklarının acılarına doyasıya üzülebilseydik.