Follow Us @bedelencu

31 Aralık 2018 Pazartesi

Başörtülülerin Değişen Hükümetlerle Değişmeyen Kaderi

Aralık 31, 2018 0 Yorum

Türkiye’de çoğu ciddi toplumsal hareketin yan oyuncusu olarak niteleyebileceğimiz oyuncularımı desem figüranlarımı veya kuklalarımı ne desem bilemedim sanki hep başörtülülerdir.

28 Şubat döneminde de ellerine kelepçe vurulup kodese gönderilenlerin çoğunluğu ve hatta hepsi başörtülü dindar haremlik selamlık hayat yaşayan kadınlardı.

Bir zamanların en modernist cemaati olarak görülen, övgülerin ayyuka çıkarıldığı hükümet ve diğer sivil toplum kuruluşlarınca içten bir övgüyle Fethullah gülen cemaati, hoca efendi (şimdilerde ise namı değer feto olan) ve o cemaatin hanım ağalarının da hepsi başörtülü idi. ellerine kelepçe vurulup çocukları ile birlikte zindanlara tıkıldılar.

Yine Furkan vakfı cemaati olarak kendini tanıtmış cemaat mensubu kadınlarda radikal bir giyim olarak bilinen çarşafı tercih etmiş kadınlardan müteşekkil bir grup, bu cemaatin liderinin iktidar partisini eleştirdiği için hapse atıldı ve onunla birlikte birçok kadında yine ellerine kelepçe takılıp zindana gönderildi.

Kürt haklarını önemseyen, partilerdeki kadın vekilleri gördük bir ara toplu olarak ellerinde kelepçe hapse götürülürken. 

Ha birde Adnan Oktar denen şahıs vardı: ne yaptığı anlaşılmayan gazino işletmecisi tavırlarıyla dini cemaatçilik oynuyordu vur patlasın çal oynasın pratiğiyle.

Hiçbir zaman halkı anlamadan, dinlemeden, tanımadan Atatürk adını kullanarak elde ettikleri güç ile toplumda kargaşa çıkaran , kutuplaştırıp, nefret ettiren, yaşadıkları gettolarında, gasp ettikleri ülke statüsü ve zenginliklerinin üzerine çöreklenmiş, Rakı içmeyi uzaya çıkmakla eşdeğer gören; kendilerini laik, çağdaş olarak niteleyip, öteki gördüklerine Tanrısal bir itkiyle zorla yaşam biçimi dikte etmeyi efendi-sel hak sayan, bu kudretli kemalist, ulusalcı  azınlığın, kadınlarının böyle elleri kelepçeli toplu bir şekilde hapse tıkıldıkları na şahit olmadım. 

Dünyada ki hayatlarını garantiye almış bu pek öz güvenli, kokoş, acayip görgülü! grubun terörist, irtica, sıkma baş, sargı bezi taktıkları için beyinlerine oksijen gitmeyen insancıklar, yobaz gibi daha nice hakaretleri yapanlar, topluma yön veren aydın fikirli kadınlar & erkekler gibi değil, mahallenin en usta dedikoducuları modunda, aşağılayan, hakir gören söylemleri ve eylemleri sonucunda , eğitim hayatları gasp edilmiş binlerce kız çocuğu tanıdım. Oysa ki en gerçek çağdaşlık özgür düşüncedir, özgürlüktür. 

Burada en nesnel bakış açısıyla bir değerlendirme yapmak istiyorum başörtülü olmayı ve ona bağlı olarak oluşturulmuş yaşam biçimini isteyerek yada aile, çevre baskısıyla tercih etmiş kadınlar toplumsallaşma ve sosyalleşme arayışlarını sevdiklerine emin olduğum devletlerinin meşru gördüğü onayladığı çoğunlukla kendi yaşam ve düşünce biçimlerine uygun gördükleri dernek, grup, cemaat yada partide göstermeye çalışırlar. Aynı şekilde laik, çağdaşlık iddiasında olanlarda kendi cemaat, dernek tarikatlarında var oluşlarını göstermeye çalışırlar.

Bu anlamda bakıldığı zaman toplumsal göstergede başı örtülülerin edilgen, sorgulamayan itaatkar birer robot olduğunu düşünen binlerce kişi vardır, bu ülkede. bu bağlamda cemaatler itaati, edilgenliği seven, sorgulamayı sevmeyenlerin tercih edip birleştiği yerler olarak bilinir.

Peki, haremlik selamlık uygulamalara girişen ses tonun dahi bir erkeğin duymasını istemeyen anti devrimci bu ablalar en kallavi devrimcilere taş çıkartırcasına neden dönem dönem ellerinde kelepçeler ile zindanların o soğuk odalarına gönderiliyorlar. Bunu hiç düşündüler mi? Neden? Niçin? Siz örtü takmayı tercih etmiş kadınlar olarak;  ülkesini, vatanını ‘’laik olmayı gasp etmiş, Kemalist, çağdaşlıkta level atladığını düşünenlerden’’ daha fazla seven kişiler olarak neden bu sistemin egemenliğini gasp etmişlerce dışlanıyorsunuz ve zayıf halka olarak ilk yular sizin boynuza takılıyor düşünün? neden diye!

Bir zamanlar cemaatlerinde, aldıkları statü karşılığında; itaatte ve baskıda sınır tanımayan bu kişiler düşünsünler neden bizlerin başına geliyor bu saçma hırsız polis oyunu. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz vakti gelince sistem önünü sonuna kadar açtığı cemaat, tarikat, parti vs gibi oluşumları işi bitince baskınlarla yok edip o gibi yerlere tabi olmuşları da cezalandırıyor en ciddi yaptırımlarla.

Artık akıllanın ey! Başörtüsü camiası! Örtü sembolünü taktınız diye dinci bir cemaate yada partiye ihtiyacınız yok, inanıyorsanız bunu millileştirmeyin birilerinin aleti, maşası, maskarası olmayın. Bağımsız, sorgulayan haksızlıklara La, Na (hayır diyen) doğruları alkışlayan aydınlık fikirli bireyler olmayı tercih edin ben, siz onlar hepimiz yani.

Bu bir kader değil, tercih bunu değiştirmek ve tarihe yön vermek ise sizlerin bizlerin elinde bizlerde her birimiz tek tek yeryüzünün halifesi değil miyiz ihtiyacınız yok Allah ile aranıza aracılar koymaya ve bu aracılara itaat etmeye.



3 Kasım 2018 Cumartesi

KÜRT SORUNUNU ‘’GIRGIRINA’’ SAVUNAN KÜRT’LERE DAİR BİR TARİZ

Kasım 03, 2018 1 Yorum

Tariz bilenler bilir, bilmeyenler için: bir konuyu eleştirirken iğneleme, dokundurma, taş atma, kinaye içeren biraz alaylı, eleştirel söz söyleme biçimidir.

Hallacı Mansur’un dediği duygular ile ‘’bizi düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar’’…Gibi bir tariz olacak bu ifadeler herkes için.

İmparatorluk sisteminin yıkılması ve yerine Cumhuriyetin kurulması ile bariz şekilde ortaya çıkan, Kürt sorunu; bir türlü çözümlenememiş. Çözülmesi için ise samimi bir çaba sarf edilmediği bilinen bir gerçek.

Bu anlamda neredeyse bir asrı bulmuş olan, Kürt olma bilincini yok etme çalışmaları.. Maalesef ki inatla, nefretle savaşarak, öldürerek, ölerek halen devam ediyor, etmekte…

Kendilerini bu ülkenin erkleri olarak görenlerin; meşru olmasa dahi kendilerince meşru gördükleri yollarla, yılardan itibaren gayet despotça, fakat kendilerince insani bir yöntemle, karşı gördükleri (…) tarafın hak etlerini düşündükleri bir tavırla ciddiyetsiz, saygısız, üstenci, kibir dolu bir üslupla yok sayılan, küçümsenen, istekleri dikkate alınmayan bir halk Kürtler.

Bu sorun yumağı içinde Kürtlerin var olma mücadelesini görmezden gelen onları dışlayan, kötüleyen hakeza milli eğitimle, inançlarla, kültürle, siyasetle pratikte ve teoride dıştalayan, gayet lakayt edalı tavır sergileyenlerin, yani kendilerini bu sistemin yegâne sahibi görenlerin; bu sistemin yegâne sahibi görmedikleri ‘’ayrık otları’’na karşı yürüttükleri bir garip savaş ve kaostur değinmeye çalıştığım…

Peki, Kürtlerin bu durum içindeki tavrı ve tarzı nedir? Bu etkiye nasıl bir tepki veriyorlar? ya da vermemektedirler. Bu durumu irdelemek istiyorum.
Dürüst, özverili, ilkeli, aydın, sanatçı, müzisyen, siyasetçi vd. tenzih ederek.  böyle görmediklerim üzerinden bir tarizde bulunacağım. Kürt sorununu dert edinmiş ve bu uğurda argo tabirle kelle koltukta korkusuzca bu sorunu gündeminin en başnoktasına almış kişilere değildir bu tarizim.

Bir halkın, toplumun sorununu öncelik olarak gören; gördüklerini iddia eden şahıslar, ister aydın olsun yâda şarkı-türkü söylesin, isterse kitap yazsın, yâda siyasetçi olsun fark etmez. Hitap ettikleri topluma, halka, insana rol model olacağı bilincinde olarak, bu düstur üzerine görev ve ödev bilinci ve ciddiyetiyle hareket etmelidirler. Ciddiyet derken surat asıklığından bahsetmiyorum prensipler anlamındaki ciddiyettir arz ettiğim.

Bilindiği gibi Kürt halkı’da diğer milletler gibi kendi içinde ‘’heterojen’’ (çoktürlü) bir yapıya sahip. Yani Kürt deyince aynı düşünen, yaşayan insan topluluğu yok karşımızda. Kürtlerde kendi içlerinde dinli, dinsiz, muhafazakâr, İslamcı, solcu, sağcı, alevi, Sünni, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ezidi, Zerdüşti diye birçok kategoriye ayrılmışlardır. 

Yani; Kürt olmak dışında, ortak yönleri olmayan bir millet var karşımızda. Yine Yaygınlaştırılmış bir kanaat olarak sunulmuş olan, bir halkın, Kürtlerin tek ve emsalsiz mizacı olarak görülen yâda görülmeye çalıştırılan, Kürt deyince; kaba, sert mizaçlı çabuk kanan, kendi dışında ki halkalara pek öykünen, kendi özünü beğenmeyen bir düşünce kipi oluşturulmuş dimağlarda.

Bu yüzden Kürt adı üzerinden siyaset yapanlar başta olmak üzere, diğerleri de bu ayrımın farkında ve bilincinde olarak hareket etmelidirler. Bu halkı bir kimlik; Kürt kimliği etrafında birleştirmek isteyenler bu çerçeveden olaya bakıp öyle hareket etmelidirler. Kendi ideolojilerini, yaşam biçimlerini merkeze alarak baskıcı bir üslupla, tek tip bir bakış açısıyla bu soruna bakanlar bilmelidirler ki bu tek tipçi bakıştan kaynaklı olarak çözülmeyen bir sorun var.

Bu sorunun çözülmesi için objektif, mantıklı çabalar edinmeden, birlik olma, birleştirme,  bilinç edindirme çabaları beyhude bir enerjiden başka bir işe yaramayacaktır. Bunun örneklerini geçmişe ve şimdiye bakarak görebilirisiniz.

Bu hareketi savunan aydınlar, siyasetçiler, akademisyenler sanatçılar vd. Kürt siyasi, toplumsal ve kültürel hareketi için çaba sarf edenler, bulundukları sistemce ötekileştirilen, ‘’her fikirleri ve eylemleri terörizm, bölücülük ve kötülük’’ olarak görülenler. Peki, bu ciddi tepki karşısında nasıl bir varoluş ve kendini ifade tavrı oluşmuş, Kürt haklarını savunan aydın ve siyasetçi vd. cenahta.

Bu cenahta; ben kimim neden bu meydanlardayım sorgusunu yapmamış olmalılar ki  ‘’önce can sonra canan’’ lafzını bilmeden tüm her şeye(ideolojiler, cinsel tercihler, ekoloji, vs) herkese özgürlük ve farkında’lık oluşturmaya çalışıyorlar.

Sanki Kendi halkı yâda milleti, tüm ihtiyaçlarını tamamlamış, pek gelişmiş bir devlet içinde çatışmasız ve ölümsüz ifade alanı bulmuş, var oluşlarını resmi olarak dikte etmiş ve bunu kabul ettirmiş gayet özgüven dolu bir halkmış ta, sıra diğer ezilenlerin halklarına gelmiş. Ve Onların hamisi modunda savunuculuğunu yapıyorlar. 

Bu halk (Kürtler) tüm sorunlarını çözmüş mü?  İhtiyaçlar hiyerarşisinde ki ihtiyaçlarını giderdi mi? , sanattan, mimariye, tarımdan ekonomiye, kültürden eğitime, hukuktan dillerinin özgürlüğüne kadar her anlamda ki çatışmalar ölümler bitmiş mi ki? Diğer ötekilerin hakları için çığırıyorlar.

Oysaki daha aydın bir bakış ile bakılırsa cinsiyetlere, ekoloji’ye, diğer halklara hakkını verecek olan öncü güç devlettir. Parti olmalarına dahi kerhen ‘’izin’’ verilmiş bir grubun, daha planlı, akılcı, hitap ettiği kitleyi bilerek, içinde bulunduğu sistemin kendilerine bakışını iyi analiz edip kendi (Kürtlerin) menfaatlerini koruyarak hareket edilmesi en uygun olandır.

Önce özünü bilip, kendin olacaksın, savunduğun halka en akıllıca sunumlar yapıp, model olduktan sonra, diğer; ötekilerin savunuculuğuna soyunacaksınız. Ellerinde viskileri, (her birey istediği gibi yaşar, bağnazlar için bu değini) Kürtlerin tüm değer, kültür, ananesini küçümseyip dışlayarak, hiçleyerek kendi ürettikleri yaşam biçimi ve ideoloji etrafında kendi oluşturdukları tarikat kulelerinde Kürt sorunu çözümlenemez.

Yukarıda da değindiğim gibi; Kürt toplumu homojen (türdeş) bir yapıya sahip değil. Kendi ideolojileri gibi olmayanları ötekileştirip, Kürt olmaktan bile azad, ederek bir sorunun öncülüğü yapılamaz ve bir sorun çözülemez.

İşte esas sorunlardan biri bu ve ben soruyorum; ideolojik, tekçi bakış açınız olduğunu düşünüyorum. Kürt çoğunluğun sosyolojisini taradınız mı? Araştırdınız mı? Toplumun neresinde görülüyorsunuz bunu araştırdınız mı? Sizi kabullenmeyen sizinde onları kabul etmediğinizi düşündüğüm, Kürt fakat yaşam biçimi farklı Kürt prototipleri (ilk örnek) ile uzlaşı sağladınız mı?

Kürt siyasetçisi tüm halklara, cinsel tercihlere, ekolojiye doğaya özgürlük diyor: iyi hoşta bu etrafına sardığı kalabalık yüzünden biz Kürt diye bir şey göremiyoruz. Bu tutumlarından dolayı kafası karışık bir Kürt gençliği, kadını ve erkeği savurdular bu ülke içerisine üstü cami altı şişhane bireyler meydana getirdiler.

bu tiplerin, ‘’gerçek samimi olanları bir kez daha defaatle tenzih ederek,’’ Kürt sorununu ‘’gırgırına’’ savunan kişiler olduklarını düşünüyorum. Zaten onlarda kendilerini öyle sunuyorlar topluma. Sanırım, Farkında olmadan.


16 Eylül 2018 Pazar

Sıkma Başların İktidarında Çağdaş Yobazlara Ne Oldu

Eylül 16, 2018 1 Yorum

Evet, ne oldu? hani Şu kendini modern, çağdaş, laik gören kadın ve erkeklere. Kendilerini Türkiye'nin sahibi, koruyucusu gören şu bir avuç, ama pek kudretli şu zatı muhteremlere. Bu ülkenin Elit, yönetici sınıfını oluşturulduklarını düşünen çağdaş ama yobaz, gerici fakat kendini ilerde gören, despot, ötekileştirmeyi şiar edinmiş şu ilerici tayfaya ne oldu? Bir zamanlar meydanlarda Türkiye laiktir laik kalacak diye slogan atan, irtica terörden tehlikelidir diyen, işlerine yarayınca birlikte aynı vatan topraklarını kurduk diyen kişilere ne oldu? Hep ve çok merek ediyorum, yoksa onlar bukalemun mu oldular. Daldan dala, kılıktan kılığa girip irticacı, yobaz, sıkma baş, kara Fatma dedikleri iktidarın eteklerine mi tutuştular. Bir zamanlar başını örttükleri için okul, hasta hane kapılarından kovup, eşarplarını yolup, aşağı indiren kibarlık ve zarafette kimseye yer vermeyen, fazlasıyla özgüvenli yerine göre de pek kaba şu kadın ve erkeklerden bahsediyorum sahi ne oldu onlara.

Sokaklarda yürürken bile güya çok çağdaş, aklı başında, yaşını başını almış ve hatta çağdaşlıkta level atlamış teyzeler, amcalar, ablalar, ağabeyler( ne aykırısınız öyle sizle aynı havayı teneffüs ettiğimiz için bunalıyorum) diye laf atıp taciz edenlere ne oldu. Bilimsel olmayı, rasyonel olmayı, mantık disiplini etrafında hayata bakmayı şu örtüye indirgemiş vatandaşlarımıza ne oldu? Vallahi çok merak ediyorum ve meraktan klavyemi aldım elime yazmaya başladım şu 90 lı yılları hani Türkiye üstünlerini, pardon güya pek çağdaş, laik, tek tip özgürlükçü, ulusalcı, Kemalist tayfasını.

Kendilerini yaşadıkları toplumdan öyle ayrıştırmışlardı ki gitmedikleri, gitmek gibi bir çabalarının dahi olmadığı ötekileştirdikleri topluma, uzaktan maval okuyup küçümsedikleri, yanlarına dahi almaktan iğrendikleri onların deyimiyle insancıkları,  Üstelik nereden aldıklarını bilmediğimiz sahiplik duygusu, ödevi ve görevi ile pek pervasız bir öz güvenle bilinçaltılarına kadar indirgenmiş bir yafta ile diğer farklı kültür ve dil ailesine mensup şehir ahalisini dışlayan, nefret ettirip, kışkırtan bir tutumla sahiplenmişlerdi.  tabi pek pürü pak, vatansever milliyetçiler oldukları iddiasında olarak. Her karar onların elinin altından geçerdi, nede olsa onlar bu ülkenin sahipleri imişler, burada bir kahkaha atasım gelse de ciddiyim öyle idiler.  

Nemi oldu? Bu çağdaş tayfaya şu oldu: çoğu sıkma başlar, sargı bezi takanlar, yobazlar, irticacı, geri kafalılar dedikleri iktidarın eteklerine tutuştu. İhale, güç, statü kapmak için. Kaptılar da. Çoğu teyze denilecek yaşta başını örttü, belli bir eğitim ve iş hayatından geçmiş sözde çağdaş modern teyze ve amcalar.  

Hasılı kelam; Orta doğu ülkesinin çağdaşı ile yobazı arasında pek bir fark olmadığına şahit olduk yobaz, yobaz imiş nitelik giyimde değil aydınlık ve ön yargısız bir beyinde bitiyormuş.

İçinde yetiştiği ailenin sosyal, ekonomik, kültürel sermayesinden kaynaklı oluşan (habitus-sınıfsal altyapıdan kaynaklı oluşmuş yaşam biçimi) çevreden kaynaklı; belli bir yaşam stiline sahip kişilerin, kendini pek çağdaş, pek şehirli, pek bilmiş göstermelerinin bir balon olduğuna şahit olduk.

Yaşadığı ülkenin tarihini, sosyolojisini, kültürel mozaiğini tanımamış, tanımak gibi bir gayret edinmemiş sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi hep bir nefret ve ötekileştirme muhabbeti içinde, kendi mahallerinde en kallavi cümleler ile öteki gördüklerini yerden yere vurmakta hiçte beis görmüyorlardı, Görmediler de.

Hepimiz şunu anladık mı; anlasın artık bu ülke halkı; aydını, yobazı, çağdaşı, ilericisi, gericisi, muhafazakarı, dincisi ortak bir paydamız var aynı topraklar üzerinde bir yaşamı idame ettirmek bu vatan denilen yer kendin fildişi kulesine koymuş bir avuç sınıfsal ayrıcalığa sahip kişilerin değil bu bilinsin.

Bu ülke bir imparatorluğun devamı tek bir milletten müteşekkil değil, farklı birçok kültürün, inancın, dilin, milletin ve yaşam biçimine sahip kişilerin aynı topraklarda yaşamak zorunda olduğu bir uzamdır. Sevmeseniz dahi tahammül etmelisiniz etmek zorundasınız. Tahammülsüzlükten dolayı hep bir karikatür dönemler yaşandı yaşanıyor bu ülke içinde.

Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz irtica gömlek değiştirdiğini söyleyerek iktidar oldu! Çağdaş yani yobaz olmayan Kemalist ve laiklerin çoğu oraya konuşlandı. Demek ki neymiş güç olunca ideolojiler dolaba kaldırılıyormuş. Tekrar lazım olana kadar.

Hepsinin konusu güç imiş, güç muhafazakarın elinde ise muhafazakar, solcu'da ise solcu, sosyalistte ise sosyalist, dincide ise dinci, Kürt’ün eline geçerse hepsi Kürt olur vesselam. Bu bir kişilik pardon kişiliksizlik, kaypaklık sorunudur. Maalesef ki ayrılıkçılık üzerinden kendi varoluşunu sergileyen insanların yaşadığı bir bölgedeyiz.

not: çoğu kişi bilir sıkma baş yaftasının nereden çıktığını, bilmeyenler için: sıkma baş kavramı 90'lı yıllarda (post modern darbe 28 şubat döneminde) irtica ve çağdaşlık kavgasında, çağdaşların pardon ''çağdaş yobazların'' örtüyü tercih etmiş bireylere söyledikleri hakaretlerden sadece biriydi. ve zaman gösterdi ki koltuk ve statüyü bulanların çoğu, sıkma baş olmaktan gocunmadılar.

16 Ağustos 2018 Perşembe

SİVİL SİYASETE DOĞRU

Ağustos 16, 2018 0 Yorum

Siyaset teorik manada bir bilim dalıdır. Arapçada; seyislik, at bakıcılığı, yönetmek, idare etmek anlamına gelen bir kelimedir. Siyasetin sözlük anlamı bu kaideler etrafında çerçevelenmişken toplumsal algıda ise Siyaset: Yalan, dolan, hile, hurda, adam kayırma, yandaş kollama, başkasına iftira atma, karalama, dedikodu, başıboşluk, düzensizlik olarak algılanır.

Yaşadığımız ülkede, siyaset halkın sosyal yaşamında ekmek ve su kadar zaruri,- elzem bir motto’(slogan) dır. kültürdür, günlük yaşamın sürdürülmesi için var olan bir değerdir. Kutlu bir ifadedir.

Ülkemizde kutlu bir söyleme dönüşmüş olan siyaset kavramının, kutsi bir değere büründürülmesinin ana nedenlerinden bazıları şunlardır: siyaset varsılları ile her zorluğun aşıldığı bir kapı görevi görür adeta. Eğitimden, sanata, ekonomiden, sosyal hayatın renkliliğine kadar her türlü yaşamsal argüman’ın ana motoru gibidir siyaset. Bu kazandırıcı sebeplerden ötürü kişiler, topluluk haline bürünerek takım tutar gibi parti tutmakta pek beis görmüyorlar.

Bu bağlamda Türkiye’de Politikacı veya siyasetçi kimdir? Diye sorulsa bu kavramları sadece ağızdan duymuş şahıslara sorulsa dahi nedir diye, ilk söyleyecekleri cümleler yalan, dolan, hile, dolandırıcılık çıkar için her türlü hileye rahatça başvurabilecek utanmaz kişilerin seçtiği kendini zengin ve popüler etme mecrası veyahut macerası diyeceklerdir.

Maalesef ki bizim içinde bulunduğumuz coğrafya ve ülkede siyaset ‘’sistem’’ üzerinden değil ‘’kişiler’’ üzerinden yapıldığı için hep bir lider, efendi, halife, kurtarıcı ön plana çıkarma istemi ve itkisi görülür.

Sorunlara kalıcı çözümler üretebilmek için bir mehdi, lider, halife vb gibi kurtarıcılara ihtiyaç duymadan işleyebilen, toplumsal konsensüs’ün sağlandığı toplumsal değerleri ve farklılıkları içine alarak işleyen sistemler ile sorunlara kalıcı çözüm bulunabilir.

Sistemsel yanlışlar düzeltilmeden yapılacak her siyasi hamle veya değişim günü kurtarmaya dönük her gelen hükümetin benmerkezci çabaları ile değiştirmeye çalıştıkları kırık dökük bir sistem ile bir yere varılmaz ve varılmadığını da görmekteyiz

Sistemin (devlet idesinin) kişilerin, halkın,  liderlerin usunun gerisinde kaldığı toplumlarda bunun örneklerini bol Miktarda gördük görmekteyiz. Bu gibi sitemlerde tüm kesimlerin bir potada buluşamadıklarına şahidiz. Ayrılıkçılığı, öteki görmeyi yasal güvence altına alan sistemler yani devletler çöker ve toplumsal düzen tespih tanesi gibi dağılır.

Bu sebepten dolayı, siyasi figürlerin sistemin geçici bir memuru gibi görüldüğü, sağlam yapılı ekonomisi, sanatı, eğitimi, hukuku,  siyaseti ile gerçekçi ve toplumunun kodlarıyla uyumlu sistemlerde toplumsal refah ve mutluluk düzeyi istenilen seviyede olmakta dır.
Kuzey Avrupa ülkelerinden örnek vererek devam edersek tüm kesimlerin farklı kültür ve dil ailesine mensup olanların, farklı cinslerin, yaşam biçimleri anayasal güvence ile koruma altına 
alınmıştır. 

Seçmenlerin çoğunluğu bu anlamda siyasetçileri belli bir göreve talip olmuş, belirlenmiş bir zaman süreci içinde işini yapmakla yükümlü belirli zamanlı devlet memuru olarak algıladıkları için, siyaset o ülkelerde adam kayırma, slogan atma, taraf tutma gibi bir enerji ile yürütülmez.


Bu gibi gelişmiş ülkelerde; Sistem (devlet )  tüm sorunları çözecek mahir bir tabip edasına sahip olduğundan,  toplumunun üstünde ve kapsayıcı bir zeka ile güven verici duruşuyla yerini aldığı için, sistemsel tartışmaları yürütmek belirli bir süre için seçilmiş, belirli fikirsel argüman’ları savunan politikacıların işi değildir. Sistemsel bozulma veya eksikleri giderme işi bu anlamda toplumun teori üreten bilim insanlarının işidir tarafsız ve objektif tüm milletlere aynı eşitlikle yaklaşan literatür üreticilerinin görevi ve ödevidir.

Ortadoğu ülkelerine özgü lider sevicilik, bir şâhısa olağan üstü yetkiler verme lakaytlığı,  halkı, bir kurtarıcı beklentisi psikolojisi içine sokmuştur. Ve maalesef bu hastalığı üreten ise anayasa ile kanunlaştırılmış üzerine tartışılması bir yasak olan tabulardır.

Yaşadığımız ülke başta olmak üzere tüm orta doğuya da örnek olacak sistemsel yöntem ‘’sivil siyasetin’’ yaşama geçirildiği milli eğitimle, hukukla, aile ile tüm halkları ve inanç mensuplarını kapsayacak düzeyde gerçekçi, objektif, samimi, demokratik bir sivil siyaset kurma ve topluma yayma gayreti, kimsenin dinine, ırkına, mezhebine, cinsiyetine vs. bakılmaksızın her bireyin özgürlüğü refahı ve güvenliğini korumayı önemseyen çoğulculuk ve farklılıklara saygı esasına dayanan sivil bir siyasi anlayışın toplumun, halkın ana damarlarına egemen olması ile, geçmişten itibaren oluşan ve hatta fosilleşmiş kötücül düşüncelerden örneğin; ayrılıkçı, kutuplaştıran, taraflı, holigan, sloganist, pesimist, hamasi, popülist, takiye’ci ‘’siyasi curcuna’’ danda kurtarmış olacaktır.

Misyon sahibi bir siyasi söylemin tüm dillerde destan olması için yaşadığımız zamana ve geleceğe bir ses bir düzey, kalite, ahlaksal bir tutum bırakması için siyaset politika ve hatta inanç üzerinde oynanan oyunlara dur demek için ‘’sivil siyaset’’ mantalitesi şart olmuştur. Sivil siyasetin oluşturulabilmesi için anayasanın ve tüm hukuk kurumların eğitimin ve minvalde revize edilmezsi gerekmektedir

İlkeli bir siyaset, ilkeli bir iktidara ve muhalefete kapı açar. Üst merciden oluşturulacak ve eyleme geçirilecek düşünsel anlamda temiz bir hareket tüm topluma rol model olacaktır.

Tarafsız, ilkeli, cesur hakikatlere bağlı, siyasi bir duruş ve tavırla toplumunun gerçekleri ile yüzleşmiş, bilimsel, ahlaki tavra değer ve anlam yüklemesi yapılmalı ki yüz yıllık dejenerasyon yok olsun. Ahlaki değerlerin yer bulduğu, sivil siyasi oluşumların sözde değil eyleme dönüştüğü özgür ve güzel günlere ulaşmamız kolaylaşsın diye sivil siyasete doğru yol alalım, hep birlikte, tüm ‘’farklılar’’ ve ‘’aynılar’’ olarak.

Şairin de dediği gibi:  ‘’bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine


16 Temmuz 2018 Pazartesi

DİN İLE SAVAŞANLAR

Temmuz 16, 2018 3 Yorum


İslam inancına göre Yüce yaratıcı her bireyi kendi kararlarını vereceği bir irade ile yaratmıştır. İnsanları dinin varlığından haberdar edip inanıp inanmamakta belli başlı kuralları belirterek özgür olduklarını bildirmiştir. Dinde zorlama insanlara ait değil bu hak yaratıcıya aittir. Allah bu durumu kutsal mesajı Kuran’da detaylıca anlatmış Dini vecibelerin zorlamasız, iyi niyet ve rıza ile yapılması gerektiğini belirtmiştir.  Zorlama, bir kimseye hoşlanmadığı bir işi, fiili, inanç ve ibadeti tehdit ve korku ile zorunlu olarak yaptırmaktır. Hâlbuki din zorla yapılacak bir fiil değil kişilerin kendi özgür iradeleri ile seçtiği kalben tasdik edip onaylayacakları özgürlük ve içtenlik isteyen bir gerçekliktir.

Günümüz modern dünyasında yaşayan bireyler olarak toplumun en küçük birimini oluşturan aile insanların kendi özgür iradeleri ile seçtikleri ve kendilerine göre bir ideoloji inanç huzmesi etrafında birleşip oluşturdukları bir toplumsal realitedir. Bu anlamda topluma baktığımız zaman homojen bir inanç atmosferi göremeyiz her birey ve aile kendi içsel ve düşünsel durumuna uygun olarak seçtiği hayatı yaşamaktadır.

Her bireyin özgür iradesi ile seçtiği yaşamını idame ettirdiği inanç ve yaşam biçimi, bizim gibi gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde ise; din, inanç ve ideolojiler mafya tik bir hale bürünerek belirli tarikatların, cemaatlerin ve hatta devletin kendince belirlediği dini anlayışı; tarikatlar takipçi ve müritlerine devlet’te vatandaşlarına empoze etmeye çalışmaktadır. Bu durum sadece din için geçerli değil laikliği, çağdaşlığı tekellerine alan gruplarda aynı şekilde kendi cemaat, vakıf, tarikatlarını kurup karşı bir salvo ile kutuplaştırıcı bir şekilde didişmektedirler.

İnançlar, din, ideolojiler ve senin dinin sana benim dinim bana düşüncesi dini tekeline alıp öteki yaptıkları ateist, deist ve benzeri yeni kavramlar etrafında birleşenler başta olmak üzere, Allaha ve bir dine inanıp emredilen dini görevleri kendince yorumlayıp yaşamına aktaranları da günah keçisi seçip, günahkâr ilan edenler arasındaki didişme ve çekişmeden kaynaklı olarak din ile savaşanlar kimlerdir gerçeğini irdelemek istedim.

Kimlerdir din ile savaşanlar; Allah’ı tekeline almış cemaatler, tarikatlar, siyasetçilerdir. Dini sembolize ettiği düşünülen doneleri örneğin; başörtüsü, cübbe, sarık, sakal ve benzeri görseller üzerinden kendini cennetin tapusunu almış konumunda görüp, öteki gördüklerini dışlayıp günahkâr görenlerdir.

Kimlerdir din ile savaşanlar; inanıyorum inanç benim için manevi bir doyum sığınacak bir liman kâinat denen uçsuz bucaksız uzayda ben neyim? Kimim? Nasıl böyle her şeyin farkındayım.  iki ucu karanlık bu geliş ve gidişte nedir?. (Doğum- ölüm) gibi sorgulayıp diğer herhangi bir kimsenin inancını yâda inançsızlığını sorgulamayanlar başta olmak üzere onları yobaz, irtica, mürteci, gerici, görüp yaşama alanlarını gasp edenlerdir.

Oysaki yüce yaratıcı; inanan yâda inanmayan hangi inanç sistemi içinde olursa olsunlar, İslam inancına göre Allah tüm insanlık ailesinin yaratıcısı hamisidir. İnsanları inançlarını yâda inançsızlığına göre yakıp yıkmak suçlama eleştirmek hiç kimsenin sorumluluğunda değildir. İnsanın görevi bu dünya üzerinde ömrü vefa ettiği sürece kadar kendi iradesi ile yaşamaktır. İyilik ve kötülüklerin mükâfatı veya cezası yüce yaratıcının tekelindedir. İnsanların değil. Nasıl ki devlet adalet kurumu ile suçluları cezalandırıyorsa ve kişileri bu duruma itiraz etse dahi o ceza vuku buluyorsa,  Arşın sahibi, yüce yaratıcının işine karışmak kimsenin tekeline verilmemiştir.

İslam dininin ilk ve tek kaynağı Kuran’a bakıldığı zaman şu gibi ayetlere rastlıyoruz: "dinde zorlama yoktur." (bakara, 256) "dileyen iman etsin, dileyen küfre girsin." (kehf, 29)

 "senin dinin sana, benim dinim banadır." (kâfirûn, 6) ayeti ve bu anlamı veren diğer ayetlerde; tüm insanlığa hitap eden İslam’ın insanları zorla değil, özgür iradeleriyle tercih yapmalarına imkân veren hürriyet-sever bir din olduğunun göstergesidir. 

Bu ayetlerde dinde zorlamanın olmadığı gerekçeli şekillerde ortaya koyulmuştur. İnanmanın zorlama ile oluşacak bir durum olmadığı, gönül işi isteğe bağlı bir tercih olduğu, Zorunlu yapılan ibadetlerin gerçek ibadet sayılmadığı, Dinin asli unsurunun tasdik etmek, onaylamak ve kalpten inanmak olduğu ve Bunun kişilerin isteği, iradesi doğrultusunda oluşacak bir durum olduğu açıkça belirilmiştir.

Özetle; Zorbalıkla dindar veya ateist insan oluşturulamaz, Zor ile baskı ile ancak dindar görünümlü, ikiyüzlü, müfteri, münafıklar türer. İnanç yâda inançsızlık kişisel bir eğilim ve tercihtir. Kişiler kendilerine verilen iradeleri ile herhangi birini seçerler. Seçtikleri tercihlerinden dolayı birilerini aşağılamak, ötekileştirmek herhangi bir kişinin yada kurumun haddine, insafına bırakılmamıştır.

15 Nisan 2018 Pazar

İslamcılar Ve Muhafazakarlar

Nisan 15, 2018 0 Yorum

Her şey bir 28 Şubat günü yapılan; modern tabirle, askerin yaptığı ‘’post modern darbe’’ ile başlamıştı. O gün ortaya saçılmıştı gerçekler ve o gün ilk defa tanımıştık Recep Tayyip Erdoğan'ı Mili görüş, Erbakan olmasaydı o ismi hiçbir zaman tanımayacaktık belki de.

Muhafazakâr demokrat diye meydanlarda gürlüyorlardı, gömleklerini çıkarmışlardı. Dini argümanlara daha uzak ve mesafeli söylemler icra ediyorlardı ekranlarda. miting meydanlarında gömlek çıkarmadan önce başparmakla yapılan tamamdır, her şey yolunda anlamına gelen parmak işaretinin yerini 4 parmak Rabia işareti almıştı.

Eskiden başbakan şimdi Cumhurbaşkanı, Erdoğan, Rabia işaretinin Muhammed Mursi'nin cezaevine girmesinden sonra çıktığını hatırlattı meydanlara ve bunun anlamının "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" olduğunu ve yine Başbakan Erdoğan bu hareketin anlamları içinde Esma'nın da bulunduğunu belirtti.

İşte bu minval üzerinde tanımıştık yâda ben tanımıştım İslamcıları ve sonrada muhafazakârları güncel dünyamızda da sürekli bahsedilen siyasal İslamcılar, İslamcılar, muhafazakârlar kimdir? Nerden çıktılar amaçları nelerdir? Ne hedeflediler ve şu an ne yaptılar gibi sorular üzerinden devam edelim.

Siyasal İslamcı yâda İslamcı kimdir? Bakalım; Geçmişte iktidar olmadan, yani gömlek değiştirmeden önce TV programlarında atarlı, hamasi konuşmalar yapan diğer bir adıyla mücahitlerdi kendilerini öyle tanıtıyorlardı topluma. Benim ve ben gibilerin o dönemlerdeki genç bakışlarında ise; özü sözü bir, hilesiz hurdasız dürüstlüğü şiar edinmiş ilke, ışık, adalet dolu müminler diler.

Gömlek değiştirip; muhafazakâr, demokrat olup mücahitlikten vazgeçtiklerini TV programlarında verdikleri demeçlerle öz eleştirilerle duyurdular. Evet, artık o İslamcı mücahit imam hatipliler, güya çağlarının hasta ruhuna derman olarak gelip, nurlarıyla şifa verecek imam hatipliler; biz artık muhafazakârız diyorlardı.

Peki, neydi, kimdi? Bu muhafazakârlar. Bizler onları muhafazakârları yani,  muhalefette iken, imam hatipli, mücahit iken. Laikçiler tarafından mürteci, irtica, yobaz diye yaftalandıkları dönemlerinden, iktidara gelişlerini beynimizde not ederek tanıdık. Ve gördük ki bu İslamcılıktan muhafazakârlığa terfi etmiş kesimin çoğu, Kişisel menfaatleri için bir dediği diğerini tutmayan menfaat perest, sermaye çapkını ‘’imam hatipliler’’ pardon kişiliklermiş  şahit olduk.

Velhâsıl’ı kelam bir anonim tabirle birazda naçizane ben denizin katkılarıyla şu serencamı ekleyeyim: Müslüman devrimcidir, İslamcı hamasidir, muhafazakâr statükocudur. Müslüman hakkı ve adaleti korur. İslamcı hakkın adaletin reklamını yapar yani gösteriş yapar. Muhafazakâr ise, sistemi devleti korur.

Müslüman mazlumun yanındadır rengi, dili ırkı, dini fark etmeden. İslamcı, sadece Müslümanların yanında olduğunu iddia eder bayrak yakar slogan atar, yakar yıkar sinirlidir. Muhafazakâr ise; gücün ve güçlünün yanındadır sünepedir. 

Müslüman aktiftir çalıştığının dışında hayatın bir karşılığı yoktur bunu bilir emek harcar. İslamcı tembeldir en büyük sermayesi boşa attığı nutuklardır, hak yer hakkımdı der. Muhafazakâr ise pasiftir işini, statüsünü ve hatta elde edeceği yeni yüksek makamları kaybetmekten çok korkar. 

Yani diyeceğim odur ki; haksızlık karşısında dik durana Müslüman (üst insan), arkası olmayan boş nutuklar atana İslamcı (yaygaracı), susana ise (dilsiz şeytan) pardon muhafazakâr denirmiş.

31 Mart 2018 Cumartesi

Türkiye’de Değişen (Değişmeyen) Siyasi Dengeler Üzerine Bir Değerlendirme

Mart 31, 2018 0 Yorum

Siyaset; Aynı ülke topraklarında yaşayan farklı etnik, kültürel, sınıfsal, ekonomik taleplere sahip grupların, kendi çıkarları ve istekleri doğrultusunda bazen muhalefet bazense iktidar olarak yer edinip kendilerini ifade ettikleri bir arenadır.

 

Türkiye siyasetine bu çerçeveden baktığımız zaman birçok farklı görüşe sahip siyasi gruplar olduğunu görmekteyiz. Bu siyasi partiler bazen ekonomik, bazen sosyo-kültürel, bazen etnik birçok sorunla gündeme gelip var olan sorunlarına çözüm bulmak için meclis platformunda yer almaya çalışmaktadırlar.


Bir toplumun ayakta kalabilmesi birlik beraberlik, sulh içinde var olabilmesi için tüm muhalif seslere kulak verip çözüm odaklı ciddi yasalar ve uygulamalarla objektif bakış açısıyla çatışma ve düşmanlık ilişkisinden uzak, muhalif seslerin kendilerini ifade etmelerine fırsat verilmelidir.

 

Muhalif seslerin şiddetle susturulduğu geçmişte ve günümüzde yaşanan örneklerden görüyoruz ki nefret, ötekileştirme herhangi bir barış özgürlük ortamı getirmemiştir. Aksine şiddet tarz değiştirerek, farklı jargonlara bürünerek tam gaz devam etmiştir. Etmektedir.

 

Bu anlamda; Türkiye siyasetine ve toplumsal değişimlerine baktığımız zaman cumhuriyetin kuruluş döneminden şu ana kadar yaşanan Kürt sorunu, inançlara karşı koyulan tavır başta olmak üzere yaşanan bu ve benzeri kaos ve kargaşanın temelleri bu ülke kurulurken atılmıştır.

 

Muhalif seslere kulak tıkayarak körü körüne ve sert bir dille ötekileştirmek, dinlememek muhalif kesimlerin, kendilerini kendi yöntemleri ile ifade etme yolları aramaya itmiştir. Bu ifade etme haksızlığa uğradıklarını gösterme çabaları bazen doğru bezende yanlış yollara sürüklemiştir.

 

Bu durumu şu örnekle ifade edebiliriz; bilinçsiz, farkında lığı düşük ailesi, tarafından dikkate alınmadığı için her türlü ifade, eylem yolunu deneyen bir çocuğun yaşadığı travmatik hal gibidir.

 

Ülkemizde de iktidar koltuğunu elde edenlerin muhalif ve ötekileştirilmiş kesimlere, amiyane tabirle sistem yardakçılarının verdiği tepki bu teşbihe uygundur.

 

Toplumun farklı kesimlerinin dikkate alınmadığı ortak bir konsensüs (uzlaşma) sağlanmadığı sürece nefrete dönüşen, ayrılıkçı, ötekileştiren, dışlayan siyaset bu ülkenin önüne bırakılmış bir engel olarak, güç kaybetmesine neden olacaktır.

 

Bu bağlamlar üzerinden günümüze bakarsak;  görülüyor ki 16 yıldır tek başına iktidar olmuş kendini muhafazakâr, demokrat, dini öncelemiş olarak tanıtan bir partinin geldiği aşama; toplumsal aşınmanın, yozlaşmanın yoğun olduğu, sosyo-ekonomik durumun dengesini yitirdiği, kimlik siyaseti yapan başta Kürtler olmak üzere şamar oğlan misali bir iyilik bir kötülük yapıldığı, diğer bir değişle saygı gösterilmediği için her türlü dışlayıcı, küçümseyici siyaseti o halk üzerinde uygulamakta beis görmeyen kafaları karıştıran siyasi hamleler ile ne yapıldığı neye hizmet edildiği anlaşılabilmiş değildir.


İktidar partisi saatlik, günlük değişen politikaları ile ne yapmaya çalışmaktadır?

 

Oysaki kendine muhafazakâr dindar olarak tanımlayan bir iktidar partisi bilmelidir ki biliyordur; ‘’şeytanın atıyla cennete gidilmez’’.

 

Takiye yaparak iyilik yapıyorum denilmez. İnandıkları iddiasında oldukları dinin kutsal mesajında yalan dolan dalavere kesinkes yasaklanmıştır.

 

Şu anki iktidar döneminde elbette ki olumlu anlamda değişimler de olmuştur, örneğin; geçmişte kendini, laik, cumhuriyetçi, çağdaş, Kemalist olarak görenlerin öteki görüp yaftaladığı mürteci, irtica, yobaz, sıkma baş diye damgaladıkları kesim daha özgür ve görünür oldu.

 

 Yine geçmişte Kürt, Kürdistan gibi isimlerin anılması dahi yasakken bu iktidar döneminde Kürtçe yayın yapan TV açılması Kürtlere karşı pozitif anlamda yenilikler yapılması da bu anlamda olumlu siyasi hamleler olarak görülebilir.

 

Bu özgürlükçü hamlelerin sürekliliği olması gerektiğini belirterek devam edelim;

 

Halkının tüm muhalif vakıf, dernek, siyasi parti ve benzeri oluşumları ile çatışan bir iktidar partisi bilmelidir ki bu sayılan örgütlenmelerin toplumun yarısını aşan takipçileri yani halkı ile de çatışmaktadır. Bu öngörü üzerinden olaya bakılarak çatışmacı kavga eden bir yapı yerine tüm muhalif seslerin ortak bir paydada ve her birinin en makul hakları dinlenip çözüme kavuşturularak toplumsal refah, mutluluk ekonomik ve kültürel düzen sağlanabilir. 

Şeyh Edebali nin dediği gibi ‘’halkını yaşat ki devlet yaşasın’’.

 

Halkını tek kimlik ve etnisite din üzerinden değerlendirip kendi gibi düşünüp yaşamak istemeyeni terörist bölücü ilan edip dışlamak aynı topraklar üzerinde muhalif değil, düşman mevzileri oluşturmak demektir.

 

Mademki bu ülke Kürdü ile Türkü ile, farklı inanç türleriyle tüm renkleri bünyesinde barındıranların, o halde neden bu anayasal güvence ile somutlaştırılmıyor.

 

Türkiye bu anlamda hem ahlaki, hem siyasi, hem ekonomik yönden bir karambol (karmaşa)içindedir.

 

Türkiye siyasetinde Kürt sorunu ise; Kürtlere ( Kürt hareketine) saygı göstermeyen, herhangi bir hakkı vermeyi dahi lüks olarak gören, kibirli, küçümseyen tavırlar ile saygı ve ciddiye alınma fikrine istihza ile bakan bir oluşumun çözüldüğünü, ‘’Kürt açılımı’’ demokratik açılım süreci ile yapılan yanlışların düzeltileceği, Kürt halkının eşitlik taleplerinin ciddiye alındığı özür mahiyetinde bir değişim olarak görebilmeyi umut ederken, Türkiye’de yaşayan farklı talep ve istekleri olanlara karşı bir saygının olmadığını açılım sürecinin kapanışıyla görmüş olduk.

 

Özetle; Halkına ve halkının değerlerine eşit mesafede ve kucaklayıcı durması gereken devlet, tekçi ve ötekileştirici politikaları nedeniyle Kürt dimağlarında, çatışmaların bitmemesiyle derinleşen etnik ve kültürel alanlar inşa edilmiş oldu.

 

 Bu inşa süreci yıllardan itibaren yaşanan çatışma ötekileştirme, sosyo ekonomik yatırım eksikliği ile  daha da görünür leşti. 


Siyasilerin; ‘’siyasette her yol mubahtır’’ mantığı halkı bir kez daha Güvensizleştirip hayal kırıklığına uğratmış oldu. Ve üstelik halkın, devlet büyüğü olarak seçtiği siyasilerin tavır, duruş ve davranışlarını taklit ettiği bilinen bir gerçek olarak, toplumda oluşan dengesiz, tutarsız, anti sosyal insan davranışlarının çoğalması da siyasilerin topluma verdikleri mesajın iz düşümü olarak okunabilir.

 

Velhasıl kelam görülüyor ki; bu iktidar ve muhalefetinde diğer mazide kalan siyasiler ve onların partilerden pek farkları yokmuş.

 

Tarih tekerrürden ibaretmiş gördüğümüz de mesut bir tekerrür imiş..