4 Kasım 2017 Cumartesi
26 Eylül 2017 Salı
Devletsizlik sosyolojisi ve Kürdistan örneği
Devletler uygarlık
ve gelişmişlik göstergesi toplumlara vurgu yapar. Devlet genelde
bir devrimle inşa edilir. Birçok ilke,
inkılâp gibi yenilikler sunarlar toplumun ana damarlarına
uysa da uymasa da.
Bu çerçeveden devletsiz yâda yarı meşruiyetli devletleri
örneklendirirsek; Filistin, Bosna,
Arakan…
Yüz yılı aşkın bir süredir Kürtler
de birçok çatışmanın hedefi olmuş resmi bir organizasyon altında
anayasa ile kendisini var edemeyen bir millettir.
Bu anlamda yeryüzü üzerindeki her milletin en tabii hakkıdır özgür
bir gökyüzünde yaşamak, bunu yani özgür olmayı istemek insanın var
ettiği anayasa dışında, hangi kutsal kitapta yasak.
Yüz yılı aşkın bir süredir devam eden Kürt olma ve Kürdistan sorunu
sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin
problemi değildir. İran, Irak, Suriye de
dâhildir bu probleme.
Kürt halkına yakıştırılmayan devlet kurma veya var olduğu bir devlet içinde
anayasal güvence ile haklarının tanınması, orta doğunun son yüzyıldaki en büyük
sorunlarından birini ortaya çıkarmıştır.
Yasadıkları bölgeye, tarih kitaplarına baktığımız zaman; kürdistan olarak
yazılan, bu isim bölücülük olsun diye, kotu amaçlar ile zorla oluşturulmuş
planlı, bir isim değil. Bin yılların yaşanmışlığı sonucunda doğal süreçlerde
ortaya çıkmış kültürel bir gerçektir.
Kürt halkının kendi toprakları üzerindeki otoritelerce (devletler) zulme uğraması
güncel dünyamızda da çok tartışılan bir konudur.
'Irak Kürdistan federal bölgesi'
olarak bilinen Güney Kürdistan'da
yapılan "25 Eylül 2017"
tarihinde yapılacak olan bağımsızlık referandumu şu soruları getiriyor
akıllara.
Kürtlerin devleti olmalı mıdır? Kürt milletinin bir devleti olabilir mi?
Kürt halkı kendi otoriteleri ile kurdukları bir devleti yönetebilirler mi?
benzeri sorular geçmişte olduğu gibi günümüzde de sıkça tartışılmaktadır.
Bu açıdan Kürtler de milliyetçi duygular çok fazla gelişmemiştir. bu
tarihten itibaren böyledir. Genelde var olan bir otoritenin boyunduruğu altında
yaşamayı tercih etmişleridir. Bazen Arap, bazen Türk, bazen Fars'ın otoritesi içinde.
Fransız devrimi ile dünyaya yayılan milliyetçilik akımları sonucunda
gelişen tek bir irkin üstünlüğüne dayalı kurulan ulus devlet gerçeği ve yapılan
şiddet içerikli dayatmalar kurt siyasetçi, entelektüeli, aristokrasisi ve halkı
içinde de homurdanmalara neden olmuştur.
Kürt sorunu sürekli tekrarlanan, keşmekeş içinde tartışılan, tarihsel
sosyolojinin büyük sorunlarından biridir.
Kürdistan meselesi Önceleri "Kürt var mı? Yok, mu?"
tartışmalarından sonra uzun yıllar süren inkâr ve asimilasyon politikaları ve
günümüzde bugün ise Kürtlerin varlığı bir şekilde kabul ediliyor, Fakat sorun
hala farklı mantalitelere bürünerek devam ediyor.
Türkiye’de ise kendimizi bildik bileli Kürdistan diye bir ülkenin bağımsızlık
ilan etmesi fikri “kıyamet senaryosu"
gibi değerlendirilmektedir.
Bu çerçeveden bakınca Çerkez’in Çeçen'in, Boşnak'ın Filistin’ linin devletleri olması İsrail Siyonizm’ine kapı aralamaz iken
Kürtlerin kendi kaderlerini yönetme hakkı istemeleri neden kötü söylemler ile araçsallaştırılıyor.
Bir taraftan; Yahudilere atfedilen
kötümserlik ile eş deş tutulan, damgalanan Kürt ismi "Büyük İsrail'den büyük Kürdistan"
gibi söylemler, din kardeşi olarak nitelenen, ümmetin bir parçası olan, Kürt
milletine karşı öne sürülen bu kötüleyici üslup ve düşünceler.
Diğer yandan ise; Türkiye’nin İsrail devleti ile kurduğu çıkar ve dostluk
ilişkileri.
Kürdistan bağımsızlığına yönelik gerçeği yansıtmayan bu gibi tutum ve
davranışlar güvenleri sarsmıştır.
Emperyalizmin desteklediği suni kukla devlet, büyük İsrail'in aygıtı Kürdistan gibi söylemler bir
halka yönelik ötekileştirici, dışlayıcı, nefret edici bir söylemdir.
Okuduğum kuran ayetlerinde "Büyük Kürdistan lanetli devlet"'
kurulmamalı gibi bir cümleyle rastlamadım bu söylem bencil, uyanık bir ruhi
mücerret halinin zuhurudur.
Arap, Türk, Fars milliyetçiliği gayet makul
karşılanır iken Kürtlerin örgütlenmeleri "Siyonist proje" olarak görülmesi mantık hatası gibi
görünmektedir.
Kürtlerin özgürlük talebinin sebebi İsraillin Ortadoğu da ki çıkarlarımidır?
Kürtlerin kendi menfaatlerine, halkına karşı, özgürce varoluşunu sergileme
gibi bir istemi feraseti olamaz mı?
Evet, bir iddia atıldı ortaya Kürtler devlet kurmaya yeltense dahi başarılı
olamazlar kendi içlerinde yaşayacakları iç çatışmalardan kaynaklı.
Hülasa olarak; Devlet kurmak gibi
niyetleri olan Kürt siyasetçileri, bürokrasisi, entelektüeli, sanatçısı, akil
adamı, vb. kurulacak devleti özverili biçimde yönetebilmek için ciddiyet,
samimiyet, disiplin, rasyonellik en büyük ödevi ve görevleri olmalıdır.
Dünyanın gözleri üzerlerinde bu doğrultuda olaya bakılmalı işin ciddiyeti
değerlendirilmelidir.
4 Temmuz 2017 Salı
İdeolojiler Ve Kürt Gençliği
İdeoloji üzerine söylenmiş en iyi sözlerden biridir Cemil Meriç’e
ait olan;
‘’insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleri" cümlesi.
İnsanları belirli sınırlar
içerisine hapsedip fikirlerinin gelişmesini engelleyen, açık fikirliliğin en
büyük düşmanı olarak görülen düşünce kalıplarıdır ideolojiler.
Bu anlamda daha doğuya gidince değerler anlamında ideolojilerin hâkim olduğuna
gençlerin öz değerlerine daha az bağlı olduklarına şahit oldum.
Bazı insanlar için önemli olan bazı değerlerin, oradaki bazı genç
insanlar için komik değersiz, pasifize eden gereksiz bir takıntı olarak görülmesi
şaşırtıcı idi.
Genel görünümde fazla politikleşmiş, ön yargılı gençler. Kafalarına soktukları
ön yargı o derece büyük ki karşılarındaki insanı ne olduğu, kim olduğunu
bilmeden dışlayıcı, ön yargılı olunması ilginç ti.
Gücendirici, kırıcı bu tecrübe bakışlarımın ön yargılı olmasına
neden olmadı. Aşina olunan bir kültür ve insan mizacı, fakat fazlasıyla ön
yargılı ve şüpheci yaklaşımlar.
Bu serzenişten yola çıkarak; Kürtler de tıpkı diğer milletler gibi
doğal olarak kendilerine özgü yaşam biçimleri, kültürleri, dilleri, inanç
biçimi olan bir halktır. Kürtlerin geçmiş tarihlerini incelediğimiz zaman
görüyoruz ki kendi dinamikleri içinde birçok âlim din adamı mütefekkir
çıkmıştır.
Yıllardır yapılan baskı, ötekileştirme, küçümseme, imkânların doğu bölgesine
kısıtlı götürülüp orada yaşayan insanları mahrum bırakma, bölgede otorite
kurmuş bazı ideolojilerin varlığı vb. sebeplerden ötürü oluşan ön yargılar
sonucunda bölge yıllardan itibaren var olan bir sorun yumağına dönüşmüştür.
Sorun yumağına dönüştürülen bir halk ve o halkın çocukları
gençler, üretilen ideolojilerin kıskacında kendini ifade etme ve varoluş
mücadelesi vermektedirler.
Kürt toplumunun bağrına ve gelecek nesillerin içine kangren olarak bırakılmış
toplumun kültürel genetiğini, sosyo-ekonomik yapısını bozmuş ideolojiler Kürt
gençlerini ailesinden kopuk, tarihsel kültürel kimliğini Kürt kültürü içinde
harmanlanmış olan âlim, filozof, bilim insanları, başta olmak üzere Dünya’ya
yön vermiş düşünürleri örnek alacakları yerde, kendi değer yargılarıyla
örtüşmeyen, hayat teranelerine bir katkısı olmayacak akılcı, çağdaş, hümanist
ve sağlıklı düşüncenin en büyük düşmanı bazı ideolojilerin elinde git gide
geleceksiz, üzgün, kayıp insanlık kadrosuna eklemlenmiş bir şekilde Hayatlarına
devam etmektedirler.
Yaşanan bu ve benzeri kargaşa ortamlarından dolayı küçük yaşlarından itibaren
siyasetle tanışan, devlet ve kimliği arasındaki pozisyonu daha çocuk yaşlarda
idrak etmiş bilinci buna göre şekillenmiş çocukluğundan, gençliğe, orta yaşına
kadar bu kini biriktirmiş bu öfkeyle mücadele ederken kendi yaşam modüllerine
de zarar verecek süreçlere yol almış bir halkın çocuklarıdır.
İdeolojilerin kıskacına sıkıştırılmış Kürt gençleri bu
ideolojilere karşı söylenen gülden hafif eleştirilere dahi kapalı, bazı
ideolojilerin jandarmalığına soyunmuşlardır.
Bir durumu irdelerken şu sorulmalı davamı, ideolojimi Yoksa
şahıslar mı önemlidir?
Dava nedir: Savunulan bir düşünce ve ideale ulaşma çabası, davaların yürütücü
liderleri olur ve bu liderler fanidir fakat davalar belirlenen o hedefe ulaşmak
için hep vardır.
Lider ölür yeni bir kadro ve lider gelir fakat amaçları hep
aynıdır o davanın.
Bu halkın çocukları dağlara neden çıkarıldı?
Bu bağlamda Kürt gençlerini neredeyse yarım asırdır dağa çıkarmış bir
dava yani ideoloji var ve bu dava uğruna oluşmuş bir toplumsal hareket mevcut.
Bu uğurda canını vermiş ve vermeye hazır sayısını bilmediğimiz
genç insanlar var yine bu davayı siyaset arenalarında temsili yete soyunmuş
siyasi örgütlenmeler var.
Kürt aile yapısını değerlerini geleneklerini tanımadan anlamadan dışlayıcı
söylem ve eylemlerin sonucunda gelinen bu nokta her biri bir yere savrulmuş
vatanından, şehrinden, köyünden uzak o yörelerin değerleri, yakılan köylerin
enkazında yok olmuş, bir insanlık, gençlik bırakıldı geriye.
Yüzyılların emeği ürünü zulümle karışık kötülükler yüzünden
boşaltılmış insansız şehirler, köyler, beldeler, yıkılan bir kültürün yerle
yeksan edilen insanı, halkı, çocuğu, genci.
İdeolojilerin kıskacına bırakılmış bir toplumun insanlık değerleri Nasıl
normalleştirilecek?
Nasıl gelişebilecek ki küçümseyip horlanan, darağaçlarında
sallandırıp asit kuyularında faili meçhullere gönderilen insanların, araç
arkalarında yerlerde sürüklenen gençlerin, haftalarca ölü bedeni yerlerde
bekletilen annenin.
Nasıl düzeltilecek yıkılan bin yılların ürünü, halkın değerleri, kırılan duyguları, üzerine
kan damlatılan, gözyaşı dökülen, ağıtlarla karışık havarları.
Anlatılan bu sorun Birikmiş ve patlayan bu öfke ülkenin sistemsel yanlışının toplumsal
tezahürüdür. Bu toplumsal harekete bu açıdan bakmayıp terör sorunu olarak
bakıldığı müddetçe bu durum bu şekilde karambole bürünüp devam edecek gibi.
Hülasa olarak Kürt sorununda terör sorunu çıkaran bu ülkenin bir avuç aklı
yıllardır bu karambol içinde devam eden sancılı, hastalıklı bitirilmek
istenmeyen bu sorun nedeniyle sosyolojik anlamda çok karışık bir sürece
girmiştir.
Öz değerlerinden kopuk, ailevi gelenek değerleri unutulmuş
kültürel mirası kaybolmaya yüz tutmuş üretilen ideolojilerin kıskacının kurbanı
olmuş bir gençlik oluşturuldu. Öyle ki bu genç insanlar oluşturulan
ideolojilere eleştirisiz, koşulsuz itaat etmekte eleştirenlere de yüksek sesle
tepkilerini göstermektedirler.
Devletin resmi kayıtlarında geçen terör sorunu Kürt halkının bazı kesimlerinde
ise varoluşsal sorun Kürt olabilme sorunu yöre insanının kişiliğini yaşam
biçimini kültürel değerlerini yozlaştırmış aile değerlerinden koparıp önemsiz
bir hale getirmiştir.
Nede olsa artık din ümmet söylemlerine kanacak bir kitle de yok.
Onlar Resmi ideolojinin ötekileştirdiği, kendi muhitlerinde birer
muhalif modunda özgürlük bayraklarını ellerine aldıkları gün eminim ki
küçümsenen kültürleri ile karşınızda bir anıt gibi duracaklar ve onları
anlamadan dinlemeden susturanlar da derin kesif bir utançla karışık mahcubiyete
bürünecekler tabi vicdan varsa.
23 Mayıs 2017 Salı
Aydınların Issız Yolculuğu
Nice farklı dünya görüşüne ve milliyete mensup aydın, mütefekkir, kalemleriyle silahları yere indirdiler. Bedeli hayatları olsa bile, hangi görüşten olurlarsa olsunlar ilkeleri adil olmaktı. Bu aydın kişilikler tarihin sivil itaatsiz isyancıları, çağlara yön veren gür seslileri idiler. Çağların zulmü kutsayıcı, haksızlıklar karşında itaatkâr memurları değil aksine haksızlıklara La diyen cesur yüreklileriydiler.
Aydın denince; genel manada kendini yetiştirmiş, sürekli araştıran, okuyan, belli bir kültür ve medeniyet düzeyine sahip, bulunduğu ortamlara ışık saçan, kapsayıcı içinde bulunduğu toplumun kültürel farklılıkları başta olmak üzere tüm dünya milletlerine ve onların değerlerine gıpta ile bakan, farklılığın renklilik olduğunu düşünen, bir heykeltıraşın taşı oyduğu gibi kendini yontmuş, bir medeniyet yapısını bedenen ve ruhen kendinde toplamış ve topladığı bu içselleştirme durumunu sözlü yâda yazılı olarak somutlaştırmış, geçmişten deneyim alıp yüzlerce yıl ötesini görecek kadar ferasete sahip cesur kişiliklerdir.
Bu yol yani aydın olma yolu kolay değildir. Büyük bedeller verirsin ömründen, düşüncelerinden yorulursun toplumsal duyarlılık ve bilincin yüksek olduğu için emek harcarsın, zaman alır götürür bu harcanan yıllarda ömrünün en heyecanlı en enerji dolu yıllarını, bitmez tükenmez bir yara olur yaşadığın toplumun kargaşaları düşüncelerinde yüreğinde.
Düşünmek, düşüncelerini yazılı yâda sözlü ifade etmek yürek ister cesaret ister her kesin harcı olmaz bir fikrin önderliğini yapmak ve bildiğin doğru uğruna canını vermek, karanlık odaklar hep korkmuştur bilginin bilenin okuyup araştıran insanın aydınlığından, bizimde içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında bu sebepten okuyan, araştıran cesur yürek ve kalemler hep namlunun ucunda hedef gösterilmişlerdir.
Gerçek manada bir aydın doğru gördüğü gerçekleri şaşmadan tökezlemeden söyleyendir. Aydın denince; anlam dünyası daha dar olan, okuma seviyesi ve bakış açısı düşük düzeyde ki kişilerin gözünde, tv lere çıkıp çene çalan, ünlü olmak için çabalayan kişilerdir. Oysaki birazcık dahi olsa okuyup araştırınca anlarsın ki gerçek bir aydının işi çok zordur ve üstelik işin içinde eğlence de yoktur. Çünkü rasyonel düşünen, aklını öncelemiş vicdanlı bir aydın statü ile güç ile para ile pek işi olmaz o toplumsal hastalıkları düşünür ve onlara kendince en doğru şekilde yön vermeye çalışır. zamanın muktedirlerinin saraylarında gözü yoktur gerçek bir entelektüelin.
Bu duruma bir örnekle devam edelim; imam azam Ebu Hanife bütün zorlamalara rağmen Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışını onaylamadığı Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi, Halife Ebu Cafer el-Mansur’un kadılık teklifini kabul etmemiştir. Sunulan teklifi Kabul etmediği için işkence edilerek kırbaçlandığı ve hapse atıldığı daha sonra Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine hazırlanan zehirli süt içirilerek öldürüldüğü söylenir.
Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebu Hanife, sultanın gasp etmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş. İmam, Bağdat’ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedilmiştir.
Kurulu düzeni, egemen siyasi düşünceyi ve onların güç ardına sığınarak uyguladıkları zulmü, haksızlığı aydınlatıcı felsefi düşünceye dayanan cümleleriyle yerle bir eden filozoflar, âlimler, bilim adamları diğer bir tabir ile aydınlar yüzyıllar boyunca bu ve benzeri sinsi suikastların hedefi olmuşlardır. Kuşkusuz ki Aydınlar; kendi ilgi alanı ve mesleği dışında evrensel düşüncelere ilgi duyan, yaşadığı toplum başta olmak üzere dünya toplumları içinde kaygılanan, içinde bulunduğu zamanın üstünde düşünen, düşünceleri ve sağlam duruşu nedeniyle yukarda ki örneklerde görüldüğü gibi canı pahasına olsa da hiçbir gücün ardına sığınmadan doğruları haykıran, hayat yolculuğunda yalnız, dürüst ve ıssız olmayı onursuz bir güç ve kalabalığa tercih eden, haksızca elde edilmiş dünyalık menfaatleri elinin tersiyle iten, tüm çağlarda güneş gibi ışıldayan, aydınlığın yayıcıları, hakikatin arayıcısıdırlar.
12 Nisan 2017 Çarşamba
Palu'nun Yerlileri
Yerli nedir: Herhangi bir yerin eskiden beri meskûn
olan halkı, yakın bir zaman içerisinde dışarıdan gelmemiş olan, o yörede uzun
yıllar yaşamış yaşadığı toprak parçası üzerinde her anlamda derin köklere sahip
toplulukların yaşadığı yerin halkına denir.
Bu anlamda çocukluğumdan itibaren hep duyarım,
biri ile tanışırken örneğin; nerelisin Elazığ-Palu-Harput-neresinden
merkezliyim, köylüsü değil yerlisiyim. Nedir bu yerlisi? Kimdir? Kime denir? Hep
merak etmişimdir. Araştırmalarım sorgulamalarım ve gözlemlerime dayanarak
kelimeler üzerinden anladıklarımı anlatmaya çalışacağım.
Bu yerli ve yerli olmayan kavramlarını
örneklendirirsek; benim atalarım, Büyüklerin tevatür yoluyla bize kadar ulaşan
söylemlerine göre yüzyıllar önce İran’ dan göç ederek konargöçer
olarak Palu’ ya göç etmişler.
O zamanlar çocuktum, bilgisayar ve İnternet
teknolojisi şimdiki kadar yaygın değildi. Söylenenlere kulak misafir olurdum.
Şimdi İnternet taraması yapınca anlatılanların doğruluğuna şahit olmaktayım.
Anlatılanlar doğrultusunda şu çıkarımda bulanabilirim demek ki biz Palu'nun
yerlisi değiliz. Göçler yoluyla oraya yerleşmiş bir aileyiz.
Genel kanıda yerliler; geçmişte Palu merkez de
etkin rol oynayan geneli Türk olan Ağalara ve onların aile efradına söylenen
bir kelimedir.
O dönemler (Osmanlı imparatorluk dönemi) ağalar
bulundukları yöre halkı hangi dili konuşuyor ise o dile hâkim olup, yöre
halkının diliyle diyalog içine girerlermiş.
Palu merkez dışında ki köy nüfusunun büyük çoğunluğu
Kürtlerden oluşuyordu. Burada bulunan 300 köyden sadece 40'ı Ermeni nüfusa
sahipti; geriye kalanların büyük çoğunluğunda ise Kürtler yaşıyordu. Palu
şehir merkezinde üç Türk' mahallesi dört Ermeni mahallesi vardı. Palu
şehir merkezi yakınlarındaki ''Seydiler'' Türk köyü bunlardan biridir. (1)
Öyle ki, taşradaki etnik gruplar arası ilişkileri
mercek altına aldığımızda, burada şehir söz konusu olduğunda daha çok
Ermeni-Türk ilişkilerini, köylerde ise Ermeni-Kürt ilişkilerini dikkate almak
gerekir. (2)
Bu anlamda göç insanoğlunun dünya da var olduğundan
itibaren ajandasında taşıdığı bir olgudur.
Dünya milletleri şu an var oldukları yerlere göçler
yoluyla yerleşmişlerdir. Hz adem ve Havva bile metaforik cennet tasvirlerinde
anlatılan hikayelerde dünyaya göç etmişlerdir. İlk indirildikleri yerlerde
sabit durmayıp sürekli yürümüş diğer bir değişle göç etmişler, ta vuslat anına
kadar.
Bu bağlamlar üzerinden bakınca demek ki yerli kavramı
çokta doğru bir ifade değil. demografya bilimini incelerseniz insanoğlunun
kendini var etme süreci hep göçlerle olmuştur. Yüzyılların birikimi olan bu var
etme sürecinde çeşitli kültürler, diller, yaşam biçimleri meydana gelmiş. İlk
etap ta aşiretçilik, federasyon birlikleri oluşturulmuştur.
Aşiretçilik zamanla etkisini yitirerek, İmparatorluklara,
imparatorluklarda yerini günümüz Ulus devletlerine bırakmıştır.
Ulus Devletleri kuran toplumların iktidar
elitleri ile militarist güçleri, devleti kendi tekellerinde, kendi ırkları
ve düşünce dünyaları üzerinden yorumlayıp kendilerini tek kurucu unsur, yegâne
sahibi gibi görmeye başlamışlardır.
Devleti ellinde tutan bu kurucu unsur var oldukları
toprak parçasını çeşitli siyasi bölümlere ayırıp tek millet, tek dil gibi insan
yapımı ve insan doğasına aykırı olan ötekileştirici siyasi bir zemin meydana
getirmişlerdir.
Şu anda belirttiğim ‘’yerlisi’’, ‘’sahibi’’,
‘’otoritesi’’ kavramları da devlet gücünü eline geçirip, kendilerini bu ülkenin
sarsılmaz sahibi olarak gören kişilerin, tek etnisite, kültür, inanç
üzerinden tüm toplumu değerlendirmelerinin sonucudur.
Konumuza devam edersek; Palu VII.(8)
Yüzyılından itibaren Müslümanlar ile Bizanslılar arasında sık sık el
değiştirmiştir. 1015’ten sonra Anadolu’ya başlayan Türk akınları buralara kadar
uzanmış 1071 Malazgirt Zaferinden sonra da tamamen Türk toprağı olmuştur. Diye
geçer resmi tarih anlatılarında.
Buradan anlaşılıyor ki Palu'nun yerlileri Türkler
değildir. Çünkü Türkler bu yöreye yerleştikleri zaman bu bölgede Bizanslılar,
Kürtler, Zazalar, Süryaniler, Ermeniler yaşamaktaydılar.
Güncel Sosyolojik algıda ise Palu; yıllarca şeyhler
tarafından yönetilen politik duruşu da buna göre şekillenen muhafazakâr sağ
gelenekten gelen bir ilçedir. Genelde belediyeleri milli görüş çizgisi veya
merkez sağ alır.
Dışarıya yoğun göç vermiştir. Halkının çoğunluğu şimdilerde Zaza - Kürtlerden
oluşur. Şeyh Sait isyanında ciddi destekleri
söz konusudur.
Palu yörenin tarihsel etkinliklerinde büyük etki ve
isimler bırakmış geçmişi köklü olan bir beldedir. Fakat cumhuriyetin
kurulmasıyla birlikte Palu ve çevresinde yaşanan isyanlar, toplumsal
hareketlerden kaynaklı olarak siyasi güç, rutin olarak idari değişimlere
giderek, siyasi ve idari konumunda daraltma ve farklılıklar yapmıştır.
Daha önce çevresinde bulunan köy veya belde denilen
yerlere ilçe statüsü kazandırılması bu değişimlere örnek olarak verilebilir. Örneğin,
Kovancılar ilçesi bu isim; Balkanlar’dan gelen Türklerin, halk arasında
(muhacirlerin) Romanya’ daki köylerinin adıdır.
Bu ilçe Ermenilerin resmi söylemle tehcir edilmesinden
sonra 1937 yılında Romanya’ dan Türkiye’ye gelen 300 hanelik balkan
dönemin gazetelerinde (Has Türkler) olarak manşet atılan Türkler için
kurulmuştur.
Bu ve benzeri ayrılmalar sonucunda Palu ilçesi 36 köye sahip küçük ve geri
kalmış bir belde olarak orada adı şanlı kendisi ise tarihi bir yıkıntı olarak
adına yakışmayan bir şeklide durmaktadır.
Toplumsal konulara ilgili biri olarak, ötekileşme
yapmadan, kültürlere zenginlik olarak bakmak daha insani bir yaklaşım olacağı
düşüncesindeyim.
Resmi olarak çizilmiş sınırların yok olduğunu
varsayarak şunlar söylenebilir: hiç birimiz değil bir köyün, ilçenin, ilin,
ülkenin bu dünyanın bile yerlisi (sahibi) değiliz. Hepimiz önce Dünya denen
gezegende, eğer inanıyor isek, Hz. Âdem-
Havva nın göç etmesiyle var olmuş fanileriz. Söylenen bu ‘’yerli’’ (sahibi) ve
‘’yerli olmayan’’ kavgası pek yersiz duruyor.
Dünyasını dar kalıplara sıkıştırıp tek tipçi
söylemlere sahip insanlar hiçbir zaman dürüst ve insani değillerdir ki bunun
örneklerini çokça görmekteyiz.
Hep beraber Türk, Arap, Fars ve Kürtlerin ayrı ve
farklı meziyetlere sahip milletler olduklarını anlayıp, kabullenip, farklılıklarına saygı
gösterip, tahammül edeceğimiz bir toplum inşa edilmesi aydınlık yarınlara kapı
aralayacaktır.
Bu topraklarda eşitliğin adaletin hâkim olması için bu şarttır.
Kimsenin kendi milletini bu toprakların sahibi, yerlisi görmediği her
milletin kendi onuruyla var olduğu bir toplumun inşası için; sistemsel
yanlışlar ile yüzleşilmelidir.
Toplumu çıkarları için oyalayan, Şerli ruhlu, menfaatçi, adil olmayan,
ahlak yoksunu despot yöneticilerde def edilmelidirler.
Kaynak: (https://www.houshamadyan.org/tur/haritalar/diyarbakir-vilayeti/palu/sosyoekonomik-yapi/etnik-gruplar-arasindaki-iliskiler.html?
16 Mart 2017 Perşembe
Toplumsal Ahlakın Manifestosu
Sokakta ki dilenci çocuğun, kadının, yaşlının gözlerine bakın o insanların tüm insani özünü çöpe atıp yoldan geçen herkese ağız eğip bir şeyler istemesi bizleri düşündürme dikçe bu devran bu şekilde karışık, karanlık, klasik tabirle Ortadoğu bataklığı şeklinde davam edip gider.
Zira Toplumsal kültürel genlere işlemiş olan, ahlaksızlığın, tutarsızlığın bitmesi için en üst mercilerden başlamak üzere; Haksızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik, ilkesizlik, tutarsızlık, yalancılık, hırsızlık yapanlar ceza almalıdırlar en alttaki bireye ve tüm topluma örnek olsun diye.
Yaşadığımız toplum üzerinden toplumsal ahlaka değinirsek ülke insanının genel ahlaksal doğrusu şu şekilde gerçekleşmektedir: ülke halkı kendi elleriyle, kendileri gibi bir grup insana iktidarı teslim ediyorlar ve bu ediş sonrasında ise halkın çoğunluğunda güce karşı itaat kültürü gelişiyor. Bu durum bir manivela gibi tekrar eden bir hale dönüşüyor.
26 Şubat 2017 Pazar
Coğrafya Kaderdir
İslam dininde olmadığı halde bir çok cemaat, vakıf, tarikat, mezhep tarafından siyasilerin de desteklediği bir çok angaje dini kavram üretilmişti. Her biri kendince yeni bir İslami dünya düzeni kurgusu içinde olan. Bu tarikat’ lar, cemaatler ve onları destekleyen siyasiler birçok toplumsal yozlaşmaya, dini çürümeye ve yanlışa sürüklüyordu, aklını kullanmayı sevmeyen, öz bakım becerilerinin dışında düşünmeyen ülke halkını.
Bu hengamenin cezasını halk yani biz, argo tabirle kaymağını ise; aç gözlerini bir türlü doyuramayan, adaleti unutmuş sözde dinci siyasiler almışlardı.
O dönemlerde ‘’yine bir oyun eğlence ile burada ironi yaptım’’. İmam hatipli bir başkan seçmişlerdi. tabi bizde önümüze sunulan başkan adayını bizden diye oy vermiştik. o zamanlar hatırlıyorum. Kızını, oğlunu bu imam hatipli başkan kat sayı probleminden ve başörtüsü yasağından dolayı hep eleştirdiği ABD ye göndermişti.
Bizler ise katsayı duvarına uzun seneler maruz kalmamıza, yıllar sonra üniversiteye gitmek için eşarplarımızı çıkarmamıza rağmen; O zamanlar,gitsinler Amerika'ya çocukları demiştik imam hatip camiası mensubu olarak birde başörtü camiası tabi. O dönemlerde çok ötekileştirildiğimiz için biz ve bizim gibiler, imam hatipli yeni yönetici, ne yapsa sanki kendimiz yapmış gibi mutlu oluyorduk belki onlara güvenmiştik oda olabilirdi.
Zira birlikte kurduğumuz devlet denilen oluşumu sahiplenen faniler değilmidir hep halkı provoke eden; onlara yasadışı yolların meşruiyetini gösteren, diğer bir değişle halkı tetikçi seçen, öteki gördüğünü, terörist ilan eden, bölücü, terörist ilan ettiği kişi ya da kişileri, ölüme gönderen bu zihniyetin, yaşadığı ve yaşattığı çelişkiyi hiçbir zaman idrak edemedim.