Follow Us @bedelencu

4 Kasım 2017 Cumartesi

Ölenler İle Birlikte Gömülen Değer : Dil

Kasım 04, 2017 1 Yorum

Halkın kendi kültürel değerleriyle oluşturduğu resmi olmayan gerçekler ile devlet sisteminin resmi bir şekilde başta eğitim kurumları aracılığı ile topluma vermeye çalıştığı öğretiler arasında yaşanan çelişkiler, o dönemler içinde geçen çocukluk anı belleğimizde kaydoluyordu.  Bu kaydoluş yıllar sonra arka arkaya yitirilen aile büyüklerini son yolculuklarına uğurlarken onlar ile birlikte tanık olduğumuz, benimsediğimiz, aşina olduğumuz bir dil, kültür’ü de beraber gömüyorduk adeta toprağa.

Bu anlamda yaşanan köy; derin yoğunluklu Kürt kültürü, dili, yaşam biçimi ile harmanlanmış bir yerdi. ezici çoğunluğu ve hatta hepsi Kürtçe konuşup, Kürtçe güler, Kürtçe ağlarlardı. Kürtçe giyinip, Kürtçe evlenirlerdi. Öldüklerinde ise o dili, müziği, yaşam biçimini folkloru an’ ane’yide birlikte mezara götüren son çınarlar olduklarını bilmezdik taki zaman geçip çocukluk yıllarına uzaktan bakacak yaşlara gelinceye kadar.

Bir yıl içerisinde o köyün birden çok ferdini yaşlılık, hastalık ve insan ömrünün son periyoda gelmesiyle yitirdiğimiz büyüklerimizi, gömünce mezara üzerine toprak atılınca o an düşündüm bir nesli gömmüyoruz sadece toprağa bir kültürü, dili, yaşam biçimini de beraber gömüyormuşuz. Nedeni ise; onların çocukları, torunları olarak bizlerin o dile vakıf olmamamız, o kültürün izdüşümlerini içselleştirip çocuklarımıza, yeni nesillere aktarama bilinci ve misyonuna sahip olmayışımızın hengâmesidir beni bu cümleleri yazmaya iten dürtüler itkiler.

Belki başka köylerde ölen yaşlılar ile birlikte gömülmüyordur bir dil ve onun bağlamında gelişen kültür, yaşam biçimi. Fakat benim yazıma konu olan köy, eminim ki bu bir emsaldir bu çerçevede yaşayan diğer birimlere. Ölen her yaşlı çınar ile birlikte adeta dili de gömüyoruz toprağa. Çünkü yeni nesiller ne o dile sempati gösteriyorlar nede onlarla beraber oluşturulan kültüre. Yeni nesillerin geçmişine bu şekilde bigâne olmasının birçok nedenleri var tabi ki ve bu nedenler için yüzyılı aşkın bir süredir her türlü oyun, dalavere ötekileme ve hatta ölümler olmaktadır.

Doğduğumuz coğrafya ibni Haldun’un dediği gibi kaderimizi de belirliyor. Evet, insan evladı parselleyip otorite kurduğu, dünya düzleminde eline aldığı, sahip çıktığı belki de gasp ettiği toprak parçasını var ettikleri devlet sitemi ve onların militarist güçleri ile beraber insan üretimi anayasalar çerçevesinde insanın doğduğu, büyüdüğü, dağı, taşı, toprağı, anıyı, kültürü, dili, inancı gasp edip kendilerince yeni bir tasarım, isim, nizam getirince başladı yaşanan bu keşmekeş ve kargaşalar. İnsanı diğer insana karşı kine iten sahip olma ve otorite kurma güdüsü nedeni ile bugün yaşadığımız coğrafya kan deryasına dönüşmüş adeta.

Oysaki hangi kutsal kitapta yazar insanın insana tahakkümünün meşruluğu, olabilirliliği. Yâda hangi felsefe ve akıl kitabında yazılıdır, bir milletin diğer millete sansür koyup ötekileştirme yapmasının doğruluğu. İnsan özgürdür, hürdür ve insan ile var olan kültür, inanç, dilde özgürdür aydın beyinlerinde, duygularında.

İnsan üretimi anayasalar ile yasaklanan diller, inançlar, kültürler azat edilmelidirler. Kendi topraklarında özgürce gelişip, büyüyüp, boy versinler ve nesilden nesile devam edip gitsinler diye. ölümleri kutsamaktan vazgeçip yaşamı kutsayınca bu kaos bitecek ve bu topraklar hak ettiği saygıya, güvene kavuşacaktır. En üst mercilerden en alta ki bireye saygıyı, sevgiyi, tahammülü öğreterek değiştirilebilir bu kanlı zulüm dönemleri

Madem Birçok kültürün, uygarlığın iç içe olduğu birçok kültürden etkilenip birçok kültür’ü de etkileyen mozaikler bütününün adı olarak değerlendiriliyor; Anadolu olarak nitelendirilen coğrafyamız, neden! bu özgürlük sadece sözlüklerde, sözcüklerde özgür olsun ki…

26 Eylül 2017 Salı

Devletsizlik sosyolojisi ve Kürdistan örneği

Eylül 26, 2017 3 Yorum

Devletler uygarlık ve gelişmişlik göstergesi toplumlara vurgu yapar. Devlet genelde bir devrimle inşa edilir. Birçok ilke, inkılâp gibi yenilikler sunarlar toplumun ana damarlarına uysa da uymasa da.

 

Bu çerçeveden devletsiz yâda yarı meşruiyetli devletleri örneklendirirsek; Filistin, Bosna, Arakan…

 

Yüz yılı aşkın bir süredir Kürtler de birçok çatışmanın hedefi olmuş resmi bir organizasyon altında anayasa ile kendisini var edemeyen bir millettir.

 

Bu anlamda yeryüzü üzerindeki her milletin en tabii hakkıdır özgür bir gökyüzünde yaşamak,  bunu yani özgür olmayı istemek insanın var ettiği anayasa dışında, hangi kutsal kitapta yasak.

 

Yüz yılı aşkın bir süredir devam eden Kürt olma ve Kürdistan sorunu sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin problemi değildir. İran, Irak, Suriye de dâhildir bu probleme.

 

Kürt halkına yakıştırılmayan devlet kurma veya var olduğu bir devlet içinde anayasal güvence ile haklarının tanınması, orta doğunun son yüzyıldaki en büyük sorunlarından birini ortaya çıkarmıştır.

 

Yasadıkları bölgeye, tarih kitaplarına baktığımız zaman; kürdistan olarak yazılan, bu isim bölücülük olsun diye, kotu amaçlar ile zorla oluşturulmuş planlı, bir isim değil. Bin yılların yaşanmışlığı sonucunda doğal süreçlerde ortaya çıkmış kültürel bir gerçektir.

 

Kürt halkının kendi toprakları üzerindeki otoritelerce (devletler) zulme uğraması güncel dünyamızda da çok tartışılan bir konudur.

 

 'Irak Kürdistan federal bölgesi' olarak bilinen Güney Kürdistan'da yapılan "25 Eylül 2017" tarihinde yapılacak olan bağımsızlık referandumu şu soruları getiriyor akıllara. 

 

Kürtlerin devleti olmalı mıdır? Kürt milletinin bir devleti olabilir mi? Kürt halkı kendi otoriteleri ile kurdukları bir devleti yönetebilirler mi? benzeri sorular geçmişte olduğu gibi günümüzde de sıkça tartışılmaktadır.

Bu açıdan Kürtler de milliyetçi duygular çok fazla gelişmemiştir. bu tarihten itibaren böyledir. Genelde var olan bir otoritenin boyunduruğu altında yaşamayı tercih etmişleridir. Bazen Arap, bazen Türk, bazen Fars'ın otoritesi içinde.

 

Fransız devrimi ile dünyaya yayılan milliyetçilik akımları sonucunda gelişen tek bir irkin üstünlüğüne dayalı kurulan ulus devlet gerçeği ve yapılan şiddet içerikli dayatmalar kurt siyasetçi, entelektüeli, aristokrasisi ve halkı içinde de homurdanmalara neden olmuştur.

 

Kürt sorunu sürekli tekrarlanan, keşmekeş içinde tartışılan, tarihsel sosyolojinin büyük sorunlarından biridir.

 

Kürdistan meselesi Önceleri "Kürt var mı? Yok, mu?" tartışmalarından sonra uzun yıllar süren inkâr ve asimilasyon politikaları ve günümüzde bugün ise Kürtlerin varlığı bir şekilde kabul ediliyor, Fakat sorun hala farklı mantalitelere bürünerek devam ediyor. 

 

Türkiye’de ise kendimizi bildik bileli Kürdistan diye bir ülkenin bağımsızlık ilan etmesi fikri “kıyamet senaryosu" gibi değerlendirilmektedir.

 

Bu çerçeveden bakınca Çerkez’in Çeçen'in, Boşnak'ın Filistin’ linin devletleri olması İsrail Siyonizm’ine kapı aralamaz iken Kürtlerin kendi kaderlerini yönetme hakkı istemeleri neden kötü söylemler ile araçsallaştırılıyor. 

 

Bir taraftan; Yahudilere atfedilen kötümserlik ile eş deş tutulan, damgalanan Kürt ismi "Büyük İsrail'den büyük Kürdistan" gibi söylemler, din kardeşi olarak nitelenen, ümmetin bir parçası olan, Kürt milletine karşı öne sürülen bu kötüleyici üslup ve düşünceler.

 

Diğer yandan ise; Türkiye’nin İsrail devleti ile kurduğu çıkar ve dostluk ilişkileri.

 

Kürdistan bağımsızlığına yönelik gerçeği yansıtmayan bu gibi tutum ve davranışlar güvenleri sarsmıştır.

 

Emperyalizmin desteklediği suni kukla devlet, büyük İsrail'in aygıtı Kürdistan gibi söylemler bir halka yönelik ötekileştirici, dışlayıcı, nefret edici bir söylemdir.

Okuduğum kuran ayetlerinde "Büyük Kürdistan lanetli devlet"' kurulmamalı gibi bir cümleyle rastlamadım bu söylem bencil, uyanık bir ruhi mücerret halinin zuhurudur. 

 

Arap, Türk, Fars milliyetçiliği gayet makul karşılanır iken Kürtlerin örgütlenmeleri "Siyonist proje" olarak görülmesi mantık hatası gibi görünmektedir.

 

Kürtlerin özgürlük talebinin sebebi İsraillin Ortadoğu da ki çıkarlarımidır?

 

Kürtlerin kendi menfaatlerine, halkına karşı, özgürce varoluşunu sergileme gibi bir istemi feraseti olamaz mı?

 

Evet, bir iddia atıldı ortaya Kürtler devlet kurmaya yeltense dahi başarılı olamazlar kendi içlerinde yaşayacakları iç çatışmalardan kaynaklı.

 

Hülasa olarak; Devlet kurmak gibi niyetleri olan Kürt siyasetçileri, bürokrasisi, entelektüeli, sanatçısı, akil adamı, vb. kurulacak devleti özverili biçimde yönetebilmek için ciddiyet, samimiyet, disiplin, rasyonellik en büyük ödevi ve görevleri olmalıdır.

 

Dünyanın gözleri üzerlerinde bu doğrultuda olaya bakılmalı işin ciddiyeti değerlendirilmelidir.

 

 

4 Temmuz 2017 Salı

İdeolojiler Ve Kürt Gençliği

Temmuz 04, 2017

İdeoloji üzerine söylenmiş en iyi sözlerden biridir Cemil Meriç’e ait olan;

 

‘’insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleri" cümlesi.

 

 İnsanları belirli sınırlar içerisine hapsedip fikirlerinin gelişmesini engelleyen, açık fikirliliğin en büyük düşmanı olarak görülen düşünce kalıplarıdır ideolojiler.

Bu anlamda daha doğuya gidince değerler anlamında ideolojilerin hâkim olduğuna gençlerin öz değerlerine daha az bağlı olduklarına şahit oldum.

 

Bazı insanlar için önemli olan bazı değerlerin, oradaki bazı genç insanlar için komik değersiz, pasifize eden gereksiz bir takıntı olarak görülmesi şaşırtıcı idi.

Genel görünümde fazla politikleşmiş, ön yargılı gençler. Kafalarına soktukları ön yargı o derece büyük ki karşılarındaki insanı ne olduğu, kim olduğunu bilmeden dışlayıcı, ön yargılı olunması ilginç ti.

 

Gücendirici, kırıcı bu tecrübe bakışlarımın ön yargılı olmasına neden olmadı. Aşina olunan bir kültür ve insan mizacı, fakat fazlasıyla ön yargılı ve şüpheci yaklaşımlar.

 

Bu serzenişten yola çıkarak; Kürtler de tıpkı diğer milletler gibi doğal olarak kendilerine özgü yaşam biçimleri, kültürleri, dilleri, inanç biçimi olan bir halktır. Kürtlerin geçmiş tarihlerini incelediğimiz zaman görüyoruz ki kendi dinamikleri içinde birçok âlim din adamı mütefekkir çıkmıştır.

Yıllardır yapılan baskı, ötekileştirme, küçümseme, imkânların doğu bölgesine kısıtlı götürülüp orada yaşayan insanları mahrum bırakma, bölgede otorite kurmuş bazı ideolojilerin varlığı vb. sebeplerden ötürü oluşan ön yargılar sonucunda bölge yıllardan itibaren var olan bir sorun yumağına dönüşmüştür.

Sorun yumağına dönüştürülen bir halk ve o halkın çocukları gençler, üretilen ideolojilerin kıskacında kendini ifade etme ve varoluş mücadelesi vermektedirler.

Kürt toplumunun bağrına ve gelecek nesillerin içine kangren olarak bırakılmış toplumun kültürel genetiğini, sosyo-ekonomik yapısını bozmuş ideolojiler Kürt gençlerini ailesinden kopuk, tarihsel kültürel kimliğini Kürt kültürü içinde harmanlanmış olan âlim, filozof, bilim insanları, başta olmak üzere Dünya’ya yön vermiş düşünürleri örnek alacakları yerde, kendi değer yargılarıyla örtüşmeyen, hayat teranelerine bir katkısı olmayacak akılcı, çağdaş, hümanist ve sağlıklı düşüncenin en büyük düşmanı bazı ideolojilerin elinde git gide geleceksiz, üzgün, kayıp insanlık kadrosuna eklemlenmiş bir şekilde Hayatlarına devam etmektedirler.

Yaşanan bu ve benzeri kargaşa ortamlarından dolayı küçük yaşlarından itibaren siyasetle tanışan, devlet ve kimliği arasındaki pozisyonu daha çocuk yaşlarda idrak etmiş bilinci buna göre şekillenmiş çocukluğundan, gençliğe, orta yaşına kadar bu kini biriktirmiş bu öfkeyle mücadele ederken kendi yaşam modüllerine de zarar verecek süreçlere yol almış bir halkın çocuklarıdır.

İdeolojilerin kıskacına sıkıştırılmış Kürt gençleri  bu ideolojilere karşı söylenen gülden hafif eleştirilere dahi kapalı, bazı ideolojilerin jandarmalığına soyunmuşlardır.

 

Bir durumu irdelerken şu sorulmalı davamı, ideolojimi Yoksa şahıslar mı önemlidir?

Dava nedir: Savunulan bir düşünce ve ideale ulaşma çabası, davaların yürütücü liderleri olur ve bu liderler fanidir fakat davalar belirlenen o hedefe ulaşmak için hep vardır.

 

Lider ölür yeni bir kadro ve lider gelir fakat amaçları hep aynıdır o davanın.

Bu halkın çocukları dağlara neden çıkarıldı?

 

Bu bağlamda Kürt gençlerini neredeyse yarım asırdır dağa çıkarmış bir dava yani ideoloji var ve bu dava uğruna oluşmuş bir toplumsal hareket mevcut.

 

Bu uğurda canını vermiş ve vermeye hazır sayısını bilmediğimiz genç insanlar var yine bu davayı siyaset arenalarında temsili yete soyunmuş siyasi örgütlenmeler var.

Kürt aile yapısını değerlerini geleneklerini tanımadan anlamadan dışlayıcı söylem ve eylemlerin sonucunda gelinen bu nokta her biri bir yere savrulmuş vatanından, şehrinden, köyünden uzak o yörelerin değerleri, yakılan köylerin enkazında yok olmuş, bir insanlık, gençlik bırakıldı geriye.

 

Yüzyılların emeği ürünü zulümle karışık kötülükler yüzünden boşaltılmış insansız şehirler, köyler, beldeler, yıkılan bir kültürün yerle yeksan edilen insanı, halkı, çocuğu, genci.

İdeolojilerin kıskacına bırakılmış bir toplumun insanlık değerleri Nasıl normalleştirilecek?

 

Nasıl gelişebilecek ki küçümseyip horlanan, darağaçlarında sallandırıp asit kuyularında faili meçhullere gönderilen insanların, araç arkalarında yerlerde sürüklenen gençlerin, haftalarca ölü bedeni yerlerde bekletilen annenin.

 

Nasıl düzeltilecek yıkılan bin yılların ürünü,  halkın değerleri, kırılan duyguları, üzerine kan damlatılan, gözyaşı dökülen, ağıtlarla karışık havarları.

Anlatılan bu sorun Birikmiş ve patlayan bu öfke ülkenin sistemsel yanlışının toplumsal tezahürüdür. Bu toplumsal harekete bu açıdan bakmayıp terör sorunu olarak bakıldığı müddetçe bu durum bu şekilde karambole bürünüp devam edecek gibi.

Hülasa olarak Kürt sorununda terör sorunu çıkaran bu ülkenin bir avuç aklı yıllardır bu karambol içinde devam eden sancılı, hastalıklı bitirilmek istenmeyen bu sorun nedeniyle sosyolojik anlamda çok karışık bir sürece girmiştir.

 

Öz değerlerinden kopuk, ailevi gelenek değerleri unutulmuş kültürel mirası kaybolmaya yüz tutmuş üretilen ideolojilerin kıskacının kurbanı olmuş bir gençlik oluşturuldu. Öyle ki bu genç insanlar oluşturulan ideolojilere eleştirisiz, koşulsuz itaat etmekte eleştirenlere de yüksek sesle tepkilerini göstermektedirler.

Devletin resmi kayıtlarında geçen terör sorunu Kürt halkının bazı kesimlerinde ise varoluşsal sorun Kürt olabilme sorunu yöre insanının kişiliğini yaşam biçimini kültürel değerlerini yozlaştırmış aile değerlerinden koparıp önemsiz bir hale getirmiştir.

Nede olsa artık din ümmet söylemlerine kanacak bir kitle de yok.

 

Onlar Resmi ideolojinin ötekileştirdiği, kendi muhitlerinde birer muhalif modunda özgürlük bayraklarını ellerine aldıkları gün eminim ki küçümsenen kültürleri ile karşınızda bir anıt gibi duracaklar ve onları anlamadan dinlemeden susturanlar da derin kesif bir utançla karışık mahcubiyete bürünecekler tabi vicdan varsa.

 


23 Mayıs 2017 Salı

Aydınların Issız Yolculuğu

Mayıs 23, 2017

Nice farklı dünya görüşüne ve milliyete mensup aydın, mütefekkir, kalemleriyle silahları yere indirdiler. Bedeli hayatları olsa bile, hangi görüşten olurlarsa olsunlar ilkeleri adil olmaktı. Bu aydın kişilikler tarihin sivil itaatsiz isyancıları, çağlara yön veren gür seslileri idiler. Çağların zulmü kutsayıcı, haksızlıklar karşında itaatkâr memurları değil aksine haksızlıklara La diyen cesur yüreklileriydiler.

Aydın denince; genel manada kendini yetiştirmiş, sürekli araştıran, okuyan, belli bir kültür ve medeniyet düzeyine sahip, bulunduğu ortamlara ışık saçan, kapsayıcı içinde bulunduğu toplumun kültürel farklılıkları başta olmak üzere tüm dünya milletlerine ve onların değerlerine gıpta ile bakan, farklılığın renklilik olduğunu düşünen, bir heykeltıraşın taşı oyduğu gibi kendini yontmuş, bir medeniyet yapısını bedenen ve ruhen kendinde toplamış ve topladığı bu içselleştirme durumunu sözlü yâda yazılı olarak somutlaştırmış, geçmişten deneyim alıp yüzlerce yıl ötesini görecek kadar ferasete sahip cesur kişiliklerdir.

Bu yol yani aydın olma yolu kolay değildir. Büyük bedeller verirsin ömründen, düşüncelerinden yorulursun toplumsal duyarlılık ve bilincin yüksek olduğu için emek harcarsın, zaman alır götürür bu harcanan yıllarda ömrünün en heyecanlı en enerji dolu yıllarını, bitmez tükenmez bir yara olur yaşadığın toplumun kargaşaları düşüncelerinde yüreğinde.

Düşünmek,  düşüncelerini yazılı yâda sözlü ifade etmek yürek ister cesaret ister her kesin harcı olmaz bir fikrin önderliğini yapmak ve bildiğin doğru uğruna canını vermek, karanlık odaklar hep korkmuştur bilginin bilenin okuyup araştıran insanın aydınlığından, bizimde içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında bu sebepten okuyan, araştıran cesur yürek ve kalemler hep namlunun ucunda hedef gösterilmişlerdir.

Gerçek manada bir aydın doğru gördüğü gerçekleri şaşmadan tökezlemeden söyleyendir. Aydın denince; anlam dünyası daha dar olan, okuma seviyesi ve bakış açısı düşük düzeyde ki kişilerin gözünde, tv lere çıkıp çene çalan, ünlü olmak için çabalayan kişilerdir. Oysaki birazcık dahi olsa okuyup araştırınca anlarsın ki gerçek bir aydının işi çok zordur ve üstelik işin içinde eğlence de yoktur. Çünkü rasyonel düşünen, aklını öncelemiş vicdanlı bir aydın statü ile güç ile para ile pek işi olmaz o toplumsal hastalıkları düşünür ve onlara kendince en doğru şekilde yön vermeye çalışır. zamanın muktedirlerinin saraylarında gözü yoktur gerçek bir entelektüelin.

Bu duruma bir örnekle devam edelim; imam azam Ebu Hanife bütün zorlamalara rağmen Emevi ve Abbasi saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışını onaylamadığı Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi,  Halife Ebu Cafer el-Mansur’un kadılık teklifini kabul etmemiştir. Sunulan teklifi Kabul etmediği için işkence edilerek kırbaçlandığı ve hapse atıldığı daha sonra Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine hazırlanan zehirli süt içirilerek öldürüldüğü söylenir.

Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebu Hanife, sultanın gasp etmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş. İmam, Bağdat’ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedilmiştir.

Kurulu düzeni, egemen siyasi düşünceyi ve onların güç ardına sığınarak uyguladıkları zulmü, haksızlığı aydınlatıcı felsefi düşünceye dayanan cümleleriyle yerle bir eden filozoflar, âlimler, bilim adamları diğer bir tabir ile aydınlar yüzyıllar boyunca bu ve benzeri sinsi suikastların hedefi olmuşlardır. Kuşkusuz ki Aydınlar; kendi ilgi alanı ve mesleği dışında evrensel düşüncelere ilgi duyan, yaşadığı toplum başta olmak üzere dünya toplumları içinde kaygılanan, içinde bulunduğu zamanın üstünde düşünen, düşünceleri ve sağlam duruşu nedeniyle yukarda ki örneklerde görüldüğü gibi canı pahasına olsa da hiçbir gücün ardına sığınmadan doğruları haykıran, hayat yolculuğunda yalnız, dürüst ve ıssız olmayı onursuz bir güç ve kalabalığa tercih eden, haksızca elde edilmiş dünyalık menfaatleri elinin tersiyle iten, tüm çağlarda güneş gibi ışıldayan, aydınlığın yayıcıları, hakikatin arayıcısıdırlar.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Palu'nun Yerlileri

Nisan 12, 2017 14 Yorum

Yerli nedir: Herhangi bir yerin eskiden beri meskûn olan halkı, yakın bir zaman içerisinde dışarıdan gelmemiş olan, o yörede uzun yıllar yaşamış yaşadığı toprak parçası üzerinde her anlamda derin köklere sahip toplulukların yaşadığı yerin halkına denir.

 

Bu anlamda çocukluğumdan itibaren hep duyarım, biri ile tanışırken örneğin; nerelisin Elazığ-Palu-Harput-neresinden merkezliyim, köylüsü değil yerlisiyim. Nedir bu yerlisi? Kimdir? Kime denir? Hep merak etmişimdir. Araştırmalarım sorgulamalarım ve gözlemlerime dayanarak kelimeler üzerinden anladıklarımı anlatmaya çalışacağım.

 

Bu yerli ve yerli olmayan kavramlarını örneklendirirsek; benim atalarım, Büyüklerin tevatür yoluyla bize kadar ulaşan söylemlerine göre yüzyıllar önce İran’ dan göç ederek konargöçer olarak Palu’ ya göç etmişler. 

 

O zamanlar çocuktum, bilgisayar ve İnternet teknolojisi şimdiki kadar yaygın değildi. Söylenenlere kulak misafir olurdum. Şimdi İnternet taraması yapınca anlatılanların doğruluğuna şahit olmaktayım. Anlatılanlar doğrultusunda şu çıkarımda bulanabilirim demek ki biz Palu'nun yerlisi değiliz. Göçler yoluyla oraya yerleşmiş bir aileyiz.  

 

Genel kanıda yerliler; geçmişte  Palu merkez de etkin rol oynayan geneli Türk olan Ağalara ve onların aile efradına söylenen bir kelimedir.  

 

O dönemler (Osmanlı imparatorluk dönemi) ağalar bulundukları yöre halkı hangi dili konuşuyor ise o dile hâkim olup, yöre halkının diliyle diyalog içine girerlermiş.

 

Palu merkez dışında ki köy nüfusunun büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu. Burada bulunan 300 köyden sadece 40'ı Ermeni nüfusa sahipti; geriye kalanların büyük çoğunluğunda ise Kürtler yaşıyordu. Palu şehir merkezinde üç Türk' mahallesi  dört Ermeni mahallesi vardı. Palu şehir merkezi yakınlarındaki ''Seydiler''  Türk köyü bunlardan biridir. (1)

 

Öyle ki, taşradaki etnik gruplar arası ilişkileri mercek altına aldığımızda, burada şehir söz konusu olduğunda daha çok Ermeni-Türk ilişkilerini, köylerde ise Ermeni-Kürt ilişkilerini dikkate almak gerekir. (2) 

 

Bu anlamda göç insanoğlunun dünya da var olduğundan itibaren ajandasında taşıdığı bir olgudur.

 

Dünya milletleri şu an var oldukları yerlere göçler yoluyla yerleşmişlerdir. Hz adem ve Havva bile metaforik cennet tasvirlerinde anlatılan hikayelerde dünyaya göç etmişlerdir. İlk indirildikleri yerlerde sabit durmayıp sürekli yürümüş diğer bir değişle göç etmişler, ta vuslat anına kadar.

 

Bu bağlamlar üzerinden bakınca demek ki yerli kavramı çokta doğru bir ifade değil. demografya bilimini incelerseniz insanoğlunun kendini var etme süreci hep göçlerle olmuştur. Yüzyılların birikimi olan bu var etme sürecinde çeşitli kültürler, diller, yaşam biçimleri meydana gelmiş. İlk etap ta aşiretçilik, federasyon birlikleri oluşturulmuştur. 

 

Aşiretçilik zamanla etkisini yitirerek, İmparatorluklara, imparatorluklarda yerini günümüz Ulus devletlerine bırakmıştır.

 

Ulus Devletleri kuran toplumların iktidar elitleri ile militarist güçleri, devleti kendi tekellerinde, kendi ırkları ve düşünce dünyaları üzerinden yorumlayıp kendilerini tek kurucu unsur, yegâne sahibi gibi görmeye başlamışlardır.

 

Devleti ellinde tutan bu kurucu unsur var oldukları toprak parçasını çeşitli siyasi bölümlere ayırıp tek millet, tek dil gibi insan yapımı ve insan doğasına aykırı olan ötekileştirici siyasi bir zemin meydana getirmişlerdir.

 

Şu anda belirttiğim ‘’yerlisi’’, ‘’sahibi’’, ‘’otoritesi’’ kavramları da devlet gücünü eline geçirip, kendilerini bu ülkenin sarsılmaz sahibi olarak gören  kişilerin, tek etnisite, kültür, inanç üzerinden tüm toplumu değerlendirmelerinin sonucudur.

 

Konumuza devam edersek; Palu VII.(8)  Yüzyılından itibaren Müslümanlar ile Bizanslılar arasında sık sık el değiştirmiştir. 1015’ten sonra Anadolu’ya başlayan Türk akınları buralara kadar uzanmış 1071 Malazgirt Zaferinden sonra da tamamen Türk toprağı olmuştur. Diye geçer resmi tarih anlatılarında. 

 

Buradan anlaşılıyor ki Palu'nun yerlileri Türkler değildir. Çünkü Türkler bu yöreye yerleştikleri zaman bu bölgede Bizanslılar, Kürtler, Zazalar, Süryaniler, Ermeniler yaşamaktaydılar. 

 

Güncel Sosyolojik algıda ise Palu; yıllarca şeyhler tarafından yönetilen politik duruşu da buna göre şekillenen muhafazakâr sağ gelenekten gelen bir ilçedir. Genelde belediyeleri milli görüş çizgisi veya merkez sağ alır. 

 

Dışarıya yoğun göç vermiştir. Halkının çoğunluğu şimdilerde Zaza - Kürtlerden oluşur. Şeyh Sait isyanında ciddi destekleri söz konusudur. 

 

Palu yörenin tarihsel etkinliklerinde büyük etki ve isimler bırakmış geçmişi köklü olan bir beldedir. Fakat cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Palu ve çevresinde yaşanan isyanlar, toplumsal hareketlerden kaynaklı olarak siyasi güç, rutin olarak idari değişimlere giderek, siyasi ve idari konumunda daraltma ve farklılıklar yapmıştır. 

 

Daha önce çevresinde bulunan köy veya belde denilen yerlere ilçe statüsü kazandırılması bu değişimlere örnek olarak verilebilir. Örneğin, Kovancılar ilçesi bu isim; Balkanlar’dan gelen Türklerin, halk arasında (muhacirlerin) Romanya’ daki köylerinin adıdır.

 

Bu ilçe Ermenilerin resmi söylemle tehcir edilmesinden sonra 1937 yılında Romanya’ dan Türkiye’ye gelen 300 hanelik balkan dönemin gazetelerinde (Has Türkler) olarak manşet atılan Türkler için kurulmuştur.


Bu ve benzeri ayrılmalar sonucunda Palu ilçesi 36 köye sahip küçük ve geri kalmış bir belde olarak orada adı şanlı kendisi ise tarihi bir yıkıntı olarak adına yakışmayan bir şeklide durmaktadır. 

 

Toplumsal konulara ilgili biri olarak, ötekileşme yapmadan, kültürlere zenginlik olarak bakmak daha insani bir yaklaşım olacağı düşüncesindeyim.

 

Resmi olarak çizilmiş sınırların yok olduğunu varsayarak şunlar söylenebilir: hiç birimiz değil bir köyün, ilçenin, ilin, ülkenin bu dünyanın bile yerlisi (sahibi) değiliz. Hepimiz önce Dünya denen gezegende, eğer inanıyor isek,  Hz. Âdem- Havva nın göç etmesiyle var olmuş fanileriz. Söylenen bu ‘’yerli’’ (sahibi) ve ‘’yerli olmayan’’ kavgası pek yersiz duruyor.

 

Dünyasını dar kalıplara sıkıştırıp tek tipçi söylemlere sahip insanlar hiçbir zaman dürüst ve insani değillerdir ki bunun örneklerini çokça görmekteyiz.

 

Hep beraber Türk, Arap, Fars ve Kürtlerin ayrı ve farklı meziyetlere sahip milletler olduklarını anlayıp, kabullenip, farklılıklarına saygı gösterip, tahammül edeceğimiz bir toplum inşa edilmesi aydınlık yarınlara kapı aralayacaktır. 

 

Bu topraklarda eşitliğin adaletin hâkim olması için bu şarttır. 

 

Kimsenin kendi milletini bu toprakların sahibi, yerlisi görmediği her milletin kendi onuruyla var olduğu bir toplumun inşası için; sistemsel yanlışlar ile yüzleşilmelidir.

 

Toplumu çıkarları için oyalayan, Şerli ruhlu, menfaatçi, adil olmayan, ahlak yoksunu despot yöneticilerde def edilmelidirler.

 

Kaynak: (https://www.houshamadyan.org/tur/haritalar/diyarbakir-vilayeti/palu/sosyoekonomik-yapi/etnik-gruplar-arasindaki-iliskiler.html?

 

16 Mart 2017 Perşembe

Toplumsal Ahlakın Manifestosu

Mart 16, 2017 2 Yorum

Bu yazı bir manifesto’dur bildiridir. En başta haksızlıklar karşında susmayı şiar edinmiş insana, susarak suçsuz, mazbut, mazlum, masum olduğunu zanneden kitlelere. Allah'ın yaratırken Eşrefi mahlûkat dediği zata, yeryüzünün halifesine bana, sana, ona, bize hepimize bir nutuktur, bildiridir. Öz eleştiridir. Kişinin Dünyada ki konumunu ihata etmesidir.

Yüce Allah kuranda Bakara 30. Ayette şöyle buyuruyor:

Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yapacağım," demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz seni överek tespih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. (Rabbin): Ben sizin bilmediklerinizi bilirim," dedi.

Burada ki halifeden kasıt peygamberin ölümünden sonra başlayan ve hırs yüklü devlet başkanlığına dönüşen dünyevi, seküler tek adamın halifeliği değildir. İyi irca ederseniz anlarsınız ki yeryüzünde ki tüm insanları temel alarak Allah'ın varlığını ve biriliğini kabul etmiş biz inananlara bir mesajdır ötelerden gönderilen uhrevi bir gönderidir.

Hasılı anlayarak okursanız yazılan şu halifelik mesajını; dünyada ki bulunduğunuz yerin anlam ve önemini, görev ve sorumluluklarınızı idrak edip, iktidara kendi ellerinizle taşıdığınız kişi veya kişilere tapınırcasına eylemlerde bulunup, haksızca itaat etme derdinden de azade olursunuz.

Bu düzen böyle gitmez, bir kişinin ya da azınlığın yalnız başına tüm dünyalık gücü ve nimetleri bencilce elde etmesi, yüreklerin kara, kulakların sağır, vicdanların çamur olmasıyla devran dönmez. Bireysel ahlaka ve toplumsal ahlaka verilen önem; toplumsal adalete ve özgürlüğe giden kapıları sonuna kadar açar. 

Sokakta ki dilenci çocuğun, kadının, yaşlının gözlerine bakın o insanların tüm insani özünü çöpe atıp yoldan geçen herkese ağız eğip bir şeyler istemesi bizleri düşündürme dikçe bu devran bu şekilde karışık, karanlık, klasik tabirle Ortadoğu bataklığı şeklinde davam edip gider.

Çünkü o dilenci çocuğun sokaklarda insanlara yaptığını takım elbise giyip kendini burjuva üst insan görenlerde dilenciliğin farklı bir halini, modern tarzını yaşamaktadırlar kendi üstlerine karşı.

Bu düzen bitmeli herkesin adaletli yaşayabileceği, kimsenin kimseye ağalık taslamayacağı erdemli ahlaklı ilkeli bir toplum inşa edilmelidir.

Bunun olabilmesi içinde bizler her birimiz tek tek yeryüzünün halifesi olarak görevlerimizin farkında olmalı ve haksızlıklara tepki gösterebilmeliyiz.

Filler tepişir çimenler ezilir. Hep alta kalan ezilir. Bu durumun değişmesi, kimsenin ezilmemesi için toplumsal ahlak iktidardan başlayarak en üstten kitlerle öğretilmeli elden geldiğince, erdemli, ilkeli siyaset başta olmak üzere tüm kamu kurumlarında ilkeli, dürüst ve adil olmak şart haline getirilmeli ve bu fiili sergileyenler övülmeli, ödüllendirilmelidirler. dürüstlük, ve erdemin sosyal model olması açısından bu durum elzemdir. 

Zira Toplumsal kültürel genlere işlemiş olan, ahlaksızlığın, tutarsızlığın bitmesi için en üst mercilerden başlamak üzere; Haksızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik, ilkesizlik, tutarsızlık, yalancılık, hırsızlık yapanlar ceza almalıdırlar en alttaki bireye ve tüm topluma örnek olsun diye.

Âmin Maalouf' bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar. Der. Yaşadığımız toplumda aynen bu şekilde bir dinin mensubu oldum demekle ahlakı elde ettiğini zanneden insanlarla dolu. Ahlak nedir; doğru ile yanlışı ayırt etmedir. 

Yaşadığımız toplum üzerinden toplumsal ahlaka değinirsek ülke insanının genel ahlaksal doğrusu şu şekilde gerçekleşmektedir: ülke halkı kendi elleriyle, kendileri gibi bir grup insana iktidarı teslim ediyorlar ve bu ediş sonrasında ise halkın çoğunluğunda güce karşı itaat kültürü gelişiyor. Bu durum bir manivela gibi tekrar eden bir hale dönüşüyor. 

Halk uyuşmuş bir memnuniyetle kendi elleriyle teslim ettiği iktidar koltuğunu kendisi gibi fanilere, tabiri caizse tapınmaya, biat etmeye, sorgusuz sualsiz itaat ederek yüceltmeye başlıyor. Bu yüceltme sonrası o koltuğu alan kişi ve o kişiyle beraber var olan kadro da kibir, büyüklenme halleri zuhur ediyor. ve bu büyütülen ve sorgusuzca itaat edilen kadro, güçlendikçe; büyüklenme, öteki leme, tehdit, daha da fazlalaşıyor.

Tabi bu kötü gidişin ve zulüm halinin devam etme nedeni halkın tepkisizliği haksızlıklar karşısında çıkarları için susmalarıdır. Fakat bilinmelidir ki susan o insanlarda ilahi adaletin ve dünyevi adaletin önünde hesabını elbet bir gün vereceklerdir.

Balık baştan kokar deyimi bu anlamda bu yazı için iyi bir emsal olacağı düşüncesindeyim nedeni ise; gelişmekte olan ülkeler de her şey ahbap çavuş mantığıyla yürüdüğü için insanlar bu durumu kanıksamış ve bunun dışında bir gerçekliğin olabileceğine mahal vermiyorlar, düşünemiyorlar.

Sorgulamayan, okumayan insan yığınları haline gelince toplum erdemsiz yöneticilerde iktidarı ele alıp her türlü kurnazlığı, dala vereyi siyaset, din ahlak adına yaptıklarını söyleyip kandırılmaya müsait ya da kandırılmanın işine geldiği yığınlara arenalarda, minberlerde nutuklar atıp vaazlar verip dini argüman (kanıt) larla göz boyuyorlar. 

Öyle ki bugün beyaz dediğine yarın kara diyen, bugün dost dediğine yarın düşman diyen, renkten renge halde hale giren demokrasi, insan hakları martavalları ile binlerce yılın emeği, özü ve kültürel değerleriyle harmanlanmış şehirleri, ülkeleri yıkıp binlerce insanın ölümüne, yersiz yurtsuz kalmasına sebep olup hile ve entrikalarla servet ve kuvvet elde eden, sonra da adalet ve vicdan diyenler, bizim yani halkın payelendirip statü verdiğimiz, kişiler değilmidir; düşünen, sorgulayan vicdanlı insanları şaşkına uğratan.

Halk haksızlığı yolsuzluğu öyle kanıksamış ki hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksız tavırlar karşısında tutumu sorulduğunda ben olsam bende Çalardım demekte pekte beis görmüyorlar. Peki, yüce yaratıcı ne diyor; ‘’ Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse Salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir.’’ İsra,17/16.

1400 yıl öncelerden, peygamber den ulaşan rivayetlere göre, ise ‘siz Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.’  Özetle; siz bozgunculuğa, hırsızlığa, adaletsizliğe, ikiyüzlülüğe, bencilliğe, hırsa meyilliyseniz başınızdakiler de öyle olur diyerek, aslında yönetimin manivelasının bizim yani halk kitlelerinin elinde olduğunu beyan etmiş bulunuyor. Çok önemsediğimizi iddia ettiğimiz yüce yaratıcı.

26 Şubat 2017 Pazar

Coğrafya Kaderdir

Şubat 26, 2017 1 Yorum

‘’Coğrafya kaderdir’’ der ‘’ibni Haldun’’. Bu yeryüzü parçasının Ortadoğu kısmına düşen hayat yolcuğuna başlarken farkında lık hissim ve düşüncelerim artarken oluştu her şey. Yaşadığım ülkenin sistemi yerine oturmamış, sürekli olarak sistemin yıkılma tehlikesine karşı tetikte bekleyen insanların yaşadığı bir yerdi benim adına memleket ya da ülkem dediğim yer. Sahiplenici cümleler kurduğuma bakmayın çünkü bu ülkenin ‘’bir grup sahibi’’ var onlara emanet edilmiş her şey o yüzden diğerleri yani halk, yani biz, herhangi bir suça bulaşmışda değilim şu ana kadar. Hep bir potansiyel suçlu konumundaydı bu ülkenin erk’lerince diğerleri. O sebepten sahiplik ekine yabancıyım. Ama mecburen sahiplik eki kullanıyorum çünkü burada doğdum ve öyle görünüyor ki bu topraklarda öleceğim.

Evet, bu sistem kavgalarını anlamaya çalışırken; yaşadığım toplumun çok kutuplu bir toplum olduğunu da anlamaya başlıyordum.

Sürekli çatışmalar vardı ülkede. İnsanoğlunun ürettiği ve tüm insanların katılımıyla oy verdiği sisteme demokrasi deniyordu. İsteyerek veya zorla bir sitem kurmuşlardı. Adına devlet denilen. Mekke müşriklerinin yaptığı putlara tapması gibi benim yaşadığım coğrafyada da insanlar kendi kurudukları sistem için insan öldürmenin meşrutiyetini konuşurlardı. Öyle ki devlet çok kutsaldı. Yaratıcıdan, Anneden, babandan, çocuktan, canlıdan, yaşamdan kısacası devasa bir şeydi…

Şöyle bir söz vardır; ‘’akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler.’’ Diye benim yaşadığım ülkede ise genelde akıllı sayısı az olduğu için olmalı ki her şey dövüşerek, kavga ile elde edilmeye çalışılırdı. Örneğin; hep beraber kurulduğu söylenen ülke İçinde farklı dil konuşan birçok farklı milletten insan varken sayıları milyonları geçen, onların varoluş savaşı vardı yasaklanmıştı o halkın (dediğim halk aslında benim halkımdır, aidiyet hissi pek verilmese de bu öyledir.) Geçmişi, tarihi, dili, kültürü, sanatı, müziği. kirletilmiş'ti o halkın varlık sebepleri, o halkın ismi Üzerine kan akıtılmıştı. Çığlık, acı, korku vardı en tabii haklarının üzerinde. Dokunan suçlu oluyordu o dile, müziğe, sanata, halka. Kirletilmişti, yaftalanmıştı dokunmaya çalışan kişide yaftalanıyordu terörist, bölücü diye.

Bittimi bu ülkenin sorunu? Hayır, bitmedi; Birçok düşmanı vardı bu ülkenin, ya da düşman üretilmişti birilerince. Bu ülkenin ilk düşmanları içten olanlardı. ülke ilk kurulduğu günden yaşadığım şu ana kadar insan insanı düşman edinmişti. Ve üstelik hamasi bir söylemle de arenalarda kardeşim diye nutuklar atılıyordu.

Kafam çok karışmıştı, çünkü bu sitemin tek düşmanı, teröristi öteki olan farklı kültüre ve dile mensup halklar değildi diğer düşman ise inançlardı. İnancın sembollerini aktif bir şekilde gelenek ve inanç karışımı kullanan halktı diğer bir düşman. 

İslam dininde olmadığı halde bir çok cemaat, vakıf, tarikat, mezhep tarafından siyasilerin de desteklediği bir çok angaje dini kavram üretilmişti. Her biri kendince yeni bir İslami dünya düzeni kurgusu içinde olan. Bu tarikat’ lar, cemaatler ve onları destekleyen siyasiler birçok toplumsal yozlaşmaya, dini çürümeye ve yanlışa sürüklüyordu, aklını kullanmayı sevmeyen, öz bakım becerilerinin dışında düşünmeyen ülke halkını.

Hâsılı kafası karışık bu sistem, içinden ürettiği farklı zihniyetten insanları bazen yönetici yapıyordu. Halkın demokrasi yöntemiyle seçtiğini düşündüğü dini okullar açıyorlardı adına imam hatip denilen. Oysaki indirilen din İslam da böyle kutsanmış okullar yoktu. Bir takım aklı evvel, herkesten üstün düşündüğünü zanneden adamların, aklının üretimiydi. Özelikle kız çocuklarını okutmayan; geleneksel dindar ailelerin çocuklarını bilerek veya bilmeden o okullara kanalize edilmişlerdi.

Yaşadığım ülkenin insanları yaşlısı, genci sanki hepimiz aynı tarihte dünyaya gelmişiz gibiydik, benden büyük olanlar bile benim kadar acemi ve tecrübesizdiler. Yaşlısı, genci beraber öğreniyorduk her şeyi. Dine yabancı, dünya Gerçeklerine yabancı, aklına yabancı garip gelişimini tamamlayamamış insanların yoğun olduğu bir toplusal bütünlüktü yaşadığım gelişmekte olan ülke ve insanları.

Konuyu dağıtmadan sistemin onayıyla açılan imam Hatip okulları, halkın çocuklarını o okullara yönlendiren sistem, bu defada imam hatip denilen okullara giden öğrencileri ve onların ailelerini sistemin, devletin sahipleri cezalandırmışlardı.. Bu okullara kat sayı uygulaması denen, duvarı örmüşlerdi. Bu sorunu en derininden yaşayan bir ailenin ferdi olarak yıllarca üniversiteye gidemeyen aile fertlerim oldu. hayatının en küçük yaşında, en büyük hüzne gark edilmiştik bu ülkenin, coğrafyanın bir ferdi olmanın verdiği en büyük şansızlığı yaşıyorduk ki halende bitmiş değil.

Bu hengamenin cezasını halk yani biz, argo tabirle kaymağını ise; aç gözlerini bir türlü doyuramayan, adaleti unutmuş sözde dinci siyasiler almışlardı.

O dönemlerde ‘’yine bir oyun eğlence ile burada ironi yaptım’’. İmam hatipli bir başkan seçmişlerdi. tabi bizde önümüze sunulan başkan adayını bizden diye oy vermiştik. o zamanlar hatırlıyorum. Kızını, oğlunu bu imam hatipli başkan kat sayı probleminden ve başörtüsü yasağından dolayı hep eleştirdiği ABD ye göndermişti. 

Bizler ise katsayı duvarına uzun seneler maruz kalmamıza, yıllar sonra üniversiteye gitmek için eşarplarımızı çıkarmamıza rağmen; O zamanlar,gitsinler Amerika'ya çocukları demiştik imam hatip camiası mensubu olarak birde başörtü camiası tabi. O dönemlerde çok ötekileştirildiğimiz için biz ve bizim gibiler, imam hatipli yeni yönetici, ne yapsa sanki kendimiz yapmış gibi mutlu oluyorduk belki onlara güvenmiştik oda olabilirdi.

Fakat zaman geçtikçe bu İslamcı’ lar büyüdükçe, güçlendikçe bencil ve ahlak tanımaz oluyorlar dı. ‘’galiba hep öyle idiler biz yukarıda da bahsettiğim gibi her şeyi yeni öğrenmenin verdiği acemilikle onları iyi, dürüst zannederdik.’’oysa ki güç elde edince, beklediğimiz amaçlarının dışına çıkıyorlar sürekli kötüledikleri kişilerden, farklı olmayan tavırlar sergiliyorlardı. kısaca; çok kötü dedikleri adamların çevresinde etrafında dört dönüyorlardı. Bizi ya da bizim gibilere ise her türlü hendeği kazıyorlardı değişen bir şey yoktu. 

İlk defa olarak onların partisine üye olmuştuk büyük bir umutla, tabii saf olduğumu düşünüyorum o niyetlerimden dolayı, hakperest zannettiklerimiz bizi kandırmışlardı.  argo tabirle öyle bir kelek atıldı ki bize! Şimdilerde diyorum ki hiçbir ideolojinin taraftarı değilim hakkın ve haklının tarafındayım Çünkü; bir ideolojinin fanatiği olursan o adamların yaptığı yanlış fillerin savunucusu ve taraftarı olursun.Vesselam.

Dolayısıyla ‘’Silah, siyasetin bittiği yerde ortaya çıkar,’’ bu tüm taraflar için böyledir, bu ülkede de tam böyle olmuş bir kısım insanlar ülkenin burjuvası, aristokratı konumuna berceste ederken, diğerleri yani sıradan eğitimsiz, yoksul halk ise bir şekilde devam ediyordu kargaşanın hüküm sürüdüğü bu zalim memlekette yaşamına. Silahlar kuşanılmıştı artık savaş vardı. üstelik bu savaş ülkeyi birlikte kurduklarını iddia eden iki tarafın arasında gerçekleşecekti. Yaşanan bu gerçekliği; hazine bulunca arkadaşını arkasından vuran, hırslı adamın kalleşliğine benzetiyorum.

Bu ülkenin gündemi yüz yılı aşkındır kanlı, ürkütücü, baskıcı, ahlaksız,yobazlıkla devam ede dursun, okuyup araştırınca dahi yüreğe derin bir hüzün ve sıkıntı bırakan bir çatışmadır. intikam hıncına dönüşen. Hiçbir ilerleme kaydedilmeyen; girift, karanlık, üzücü, iç sıkıcı keşmekeş, karamsar bir serüvendir yaşananlar.

Hülasa olarak farabi’ nin dediği gibi devlet adamı erdemli olmalıdır. Günümüz vasat Erdem'siz devlet yöneticileri ile farabi nin bu cümlesini kıyaslayamıyorum bile çünkü Günümüz devlet adamları: "devlet intikamcıdır"  diyorlar. Böyle diyen bir devlet adamını nasıl ikna edilebiliriz ki aksi bir yönteme; onun çivisi öyle çakılmıştır kafasına.

Devlet adına, statü adına, güç adına, yücelttikleri ve yüceliğinden yaralandıkları için bir faninin bekası adına intikam yemini içen günümüz dinci,faşist, ulusalcı,kemalist  monşerleri, ile Farabi nin erdemli yöneticisini yan yana düşünemiyorum bile çünkü bu bizim yaşadığımız coğrafya için bir ütopya dır. 

Zira birlikte kurduğumuz devlet denilen oluşumu sahiplenen faniler değilmidir hep halkı provoke eden; onlara yasadışı yolların meşruiyetini gösteren, diğer bir değişle halkı tetikçi seçen, öteki gördüğünü, terörist ilan eden, bölücü, terörist ilan ettiği kişi ya da kişileri, ölüme gönderen bu zihniyetin, yaşadığı ve yaşattığı çelişkiyi hiçbir zaman idrak edemedim.

Özetle ne diyor Mevlana:’kötülük yaptın mı kork, çünkü o bir tohumdur, Allah yeşertir ve karşına çıkartır.’’ Bizde amenna ve sedakkna diyoruz. Ve yine ne diyor: ‘’İbni Haldun’’ ‘’coğrafya kaderdir’’  ve bende naçizane bu coğrafyada yaşadığımız kaderi ve iyilik süsü verilmiş kötülükleri yazdım. Neler yaşandığını görmemiz için, yarınlara ve değişime ışık olsun diye.