Sinor Kavgası
Etimolojisini tam bilmediğim, Kürt’ler arasında sınıra “Sinor,” denildiği
için; Etimolojisinin Kürtçe olduğunu düşündüğüm, Türkçe ( sınır hudut )
anlamına gelen Sinor.
Sınır veya hudut hükumetler, devletler veya bir ülkenin idari olarak
birbirinden bağımsız bölümleri gibi politik varlıkların coğrafi bitiş
noktalarını yâda yasal yetki alanlarını tanımlayan bir terimdir. Hudut sözcüğü
ile eş anlamlıdır.
Wiki sözlükten alıntı yaptığım yukarıdaki Sinor tanımı
nerden geldi aklıma söyleyeyim: daha küçükken, çocukken çünkü anlatacağım olayı
ben hiç hatırlamıyorum aile büyüklerimiz anlatırdı. Sinor”u ve sinor yüzünden
çıkan ölüm olayını.
Bir köy düşünün Doğu Anadolu köylerinden biri, iki kardeş tıpkı Habil
ve kabil misali sürekli tartışmalı olan. Bu kardeşlerin en büyük
kavgası su ve sinor dur. İki kardeş arasındaki nefrete
varan konuşmalar, kötü görmeler, günlerce, aylarca, yıllarca devam
etmiş.
Bahsedilen ölüm olayının yaşandığı gün küçük kız babasına suyun amcası
tarafından tutulduğunu söyledi.
Masumca, olayın sonuna geldiğini bilmeden,
Alın yazısı ve kaderinin çizileceğini hissetmeden,
Baba silahı kaptığı gibi koşmaya başladı. Bu koşuş bir ölüm koşusuydu.
Sonunda koca bir pişmanlık yaşatacak, vicdanını bir ömür boyu sızlatacak,
sürekli olarak Allah'a tövbe etmesine neden olacak o yürüyüşü yapıyordu.
Koştu adam kardeşine sınırı (sinoru) aştığı, suyu kapattığı
için.
Kardeşi suyun başında bostanı suluyordu.
Silahı kaldırdı adam, tetiğe bastı. Kardeşi tek kelime bile edemeden yere
serildi.
Gökyüzünde kara bulutlar oluştu; kuşlar, duydukları o koca ses ten ürkerek
gökyüzüne yükseldiler.
Toprağa kan düşmüştü.
Acı bir çığlık duyuldu semada.
Sonrası koca bir pişmanlık...
Dağılan iki aile, öksüz kalan çocuklar, yıllarca süren acı, kin, yoksunluk,
korku.
Şimdilerde o uğruna can alınacak kadar değerli olan ''sınır (sinor ), su ve o
köy'' baykuşların öttüğü bir harabeye dönüşmüş.
Köy ahalisi o diyarı terk etmiş. Hüzün çökmüş her zerresine o toprakların.
Uğruna ölünecek kadar değer verilen dünya malının faniliği, insan olmadan
hiç bir kifayet arz etmediği, hüzünlü bir gerçek olarak orada durmakta.
Bu olayı anlatma sebebim edebiyat parçalamak değil elbette.
Amacım bireysel olarak bakıldığı zaman insanların parsellediği bu
topraklar, koydukları sınırlar diğer bir deyişle sinorlar ve bu durumun
toplumsal izdüşümleri; yani devletler içinde yaşanan sınır (sinor)
kavgaları.
Bu kavgaların ana nedeni dünyayı sahiplenme, her türlü nimeti, zenginliği
paylaşamama duygusu ve hırsından kaynaklanmaktadır.
İnsanların bu geçici dünya hayatında kendilerine bir ömür kadar emanet
edilen hayat teranesi, dünyaya bağlılıkları, önüne geçilemeyen kötücül
hırsları, kan akıtacak kadar pervasızlaşmaları kendilerinden geçmeleri.
''dünya hayatı bir oyun ve
eğlenceden ibarettir'' ayetini hiç anlamadan fakat çok mümince yaşadıkları
iddiasında bulunmaları insana özgü bir kargaşadır.
Bu durum ebetteki İslam in yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.
Bu anlamda konuyu dağıtmadan günümüze dönersek Türkiye örneği üzerinden bu
durumun toplumsal tezahürlerine bakarsak şunlar söylenebilir:
Türkiye bir imparatorluktan arta kalanlarla yani klasik cümlelerle kürdü”yle,
Laz’ıyla, Çerkez’iyle Alevi’siyle, Sünni’si ile bu ülkeyi yani cumhuriyeti
kurdu.
Avrupa dan dan ithal edilmiş devrim kanunlarıyla yeni bir dizayn
(tasarım) ile Kürt, köylü, dindar olmayan ama kendini Türk hisseden yada
Türk olan Avrupai bir millet oluşturulmaya çalışıldı.
Tek millet, tek devlet, tek dil önceliği olan.
Asıl önemli olan ise ülkenin sınır ( sinor ) ları çizilirken yapılan
görmezden gelinen kardeşinin hakları yıllardır bitmeyen bir sınır (
sinor ) kavgasına dönüşmüştür.
Bu durum sözde kardeşiyle empati yapılmadıkça daha yüzyıllarca devam
edilecek gibi duruyor.
Oysaki vatan uğruna ölene şehit diyecek kadar dindar olan bu oluşumların
mimarları aynı dinin şu öğretisini göz ardı etmekte pekte bir beis görmüyorlar.
‘bir kimse kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe hakiki
mümin sayılamaz’’.
Bu yazıyı okuyanlara şunu sormak istiyorum; madem kardeşim diyorsunuz iyi
hoş da peki hiç düşündünüz mü? Eğitim kitaplarını elinize aldığınızda, yâda bu
ülke yayın evlerinden aldığınız kitaplarda, resmi tarih yazıcılarının
kardeşlerinin adını, tarihini, kültürünü geçirmediklerini gördünüz mü? yada hiç
dikkat ettiniz mi?
Kürt aşiretlerini,
Kim olduklarını,
Nerede yaşadıklarını,
Kültürel yapılarını,
Yaşam biçimlerini merak ettiniz mi?
Neden yok bu kitaplarda? Diye.
Nede olsa hepimiz kardeşiz bu kavga ne diye. Değil mi?
Oysaki Aydın oğulları, Germiyan oğulları vd. Türk aşiret isimleri her türlü
yayında geçiyorken kardeşinin adı ve tarihi neden yok demezler mi?
Bu anlamda Tarihte bilinen ilk kardeş kıskançlığı kabilin kardeşi Habil i
öldürmesiyle başlamıştır böylece kabil yeryüzündeki ilk
cinayeti işlemiştir.
Bu bağlamda Şirazesini kaybetmişlere şu söylenebilir: Yoksa sizler Kabil
oldunuz ve Habil i öldürdünüz de bunun farkında değil misiniz?
Madem Kardeşiz diyorsunuz. Böyle büyük laf ediyorsunuz.
Bu cümlenin eyleme dökülmüş hallerini neden göstermiyorsunuz? Gösteremiyorsunuz
çünkü yok. Yok, görülmüş, yok sayılmış, ötelenmiş. Nedeni ne biliyor musunuz? Yukarıda
da bahsettiğim kıssada olduğu gibi hep kıskançlık sınır (sinor) kavgası
dünya menfaati, hırsı ve bencillik.
Zira
Napolyon: ''tarihi kazanalar yazar demiş'' yâda tarih
kazananların slogan atma yeridir.
Bizde diyoruz ki tarihi
birlikte kazananlar yazar yazmalıdır. Eşit olarak ve adaletlice.
Sonuç olarak bu muhtevayı baz alarak ve onunla ilinti
kurarak
"Zulümle öldürülmüş hiç
kimse yoktur ki, onun kanında Âdem’in ilk oğluna bir pay düşmesin. Çünkü adam
öldürenlerin ilki odur."