Follow Us @bedelencu

16 Mart 2023 Perşembe

Avrupa’da Bir Ülke, İzlenimlerim

Mart 16, 2023 0 Yorum


 

30/ 05/ 2009                                                                           


Saat: 20.32 Stuttgart Almanya


Su an trendeyim, karşımda eğitim için Almanya ya gelmiş kız kardeşim, elimde not defterim gezip gördüğüm ve simdi geride kalan bir şehrin bende bıraktıklarını kendimce analiz ediyorum.


Bu şehir üzerimde neler bıraktı veya bana neler anlattı, kafamda oluşan resmin kritiğini yapmak istiyorum kendimce ve yine kendime.


Burasıda Almanya'nın diğer şehirleri gibi gelişmiş, ekonomisiyle, sanayisiyle, mimarisiyle, sokak ve caddelerinin düzeni, temizliği ve ile gelişmişlik nasıl olur onu gözlemliyorum.


Bunların dışında en önemlisi de insanların tavır ve davranışlarındaki rahatlık, sadelik. Genel manada baktığımda eğitim düzeyinin ileri seviyede olması, yasaların taviz vermez katiligi insanların tavır ve davranışlarına yansımış.

Bu ülke gibi bu şehrin insanları da “çarpık” değil gibi. Bu durumdan sunu çıkarıyorum: çarpık kentleşme diyoruz ya bazı şehirlere bakarken ve sonra o şehrin yöneticileri ile halkına göz atiğimiz zaman yöneticileri ve insanları da tıpkı şehirleri gibi tavır ve davranışlarıyla çarpık.


Yâda mantıklı bir nizama sahip olan bir şehirde ise hukuk, eğitim, ekonomi, adalet muhteşem bir düzen içinde, ülkenin yöneticileri de bu düzenin bir memuru gibi mutedil, halkada sirayet etmiş bu adil iklim.


Buradan su sonuca varabiliriz; bir ülkede o ülkenin şehirlerini gözlemlerken o şehir yâda ülkenin yönetenleri ve insanları hakkında da bilgi sahibi oluruz.


Çarpık bir şehirden nasıl düzgün düşünen, hareket eden yöneticiler, mimarlar, mühendisler, insanlar bekleyebiliriz ki istisnalar hariç. “Görünen köy kılavuz istemez” misali her şey ayan beyan bir şehrin siluetine serilmiş iken.


Eleştirmeden önce çarpık şehirlerdeki çarpıklaşmış insan davranışlarını,  ülkeyi, kenti o ülkenin ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, sanatsal sermayelerini öğrenmek lazım.


Bir ülkede bu sermayeler, fırsatlar halka adaletlice yayılmamışsa ve insanlar sınıfsal ayrıma tabi tutuluyor, insanlar bilinçsiz ise o ülke insanlarını suçlayamayız suçlar isek insafsızlık olur kanaatindeyim.


“İnsani yasat ki devlet yaşasın” insanın müreffeh yaşayamadığı bir ülkede devlet nasıl yasayabilir ki.


Bu anlamda Almanya” ya baktığım zaman düşünsel (felsefi) anlamda dünyaya mal olmuş birçok filozofun çıktığı bir ülke burası felsefenin adeta kalesi.


Düşünce sarraflarının yasadığı ülke burası ve bu Felsefeci -filozofların Örneğin; Marx, Kant, Hegel, Shiler, ve aklıma gelmeyen onlarca filozof ve düşünür, entelektüel bunlar sadece teori üretmekle yetinmemişler. “Ütopya” demişler, “Güneş Devleti” demişler ve ben şuan Almanya” da bu düşünürlerin ütopyalarının birçok manada gerçekleştiğini görmekteyim.


İnsanların özgür, rahat kimsenin bir başkasının en basit anlamıyla giyim tarzına, konuşmasına aldırmadan (istisnalar hariç) kendilerine sunulan yasama adeta şükür getirerek, durumu benimsemiş olarak yasadıklarını görüyorum.


Bu ekonomik refah, toplumsal düzen, sosyal devlet ilkesinin adilce dağılımı ve siyasetçilerinin dahi memur mantığıyla hareket etmesi nedeniyle; üçüncü dünya ülkeleri yâda geri kalmış veya gelişmekte olan ülke insanları bu ülkelerde yasayabilmek için her yolu deniyorlar. 


Çarpıklığa izin vermeyen, sıkı, denetimli, taviz vermez yasalarının verdiği güven nedeniyle.


Çoğu yasa tanımaz ülkeler ve onların vatandaşları ise sınırları zorlayarak bu ülkelerde yasamak için çok caba sarf ediyorlar.


Ve ben bugün bu filozoflardan birinin evine gittim. Hegel Felsefe tarihinde yer edinmiş unlu bir isim. Onun evini gezerken müthiş etkilendim. Çünkü 18 yüzyıl da yasamış bu filozofun dünyaya yayılan fikirlerinin üretildiği evini görmek beni çok etkiledi.


Ve bende onun gibi, onlar gibi aydınca bir vizyon ile düşünmek istedim.


O yeteneğe ve o sabra sahip olmak ve hatta onları bile aşmak istedim.


Ülkem adına bir ütopya yazıp, onun gerçekleşebileceği hayallerine daldım tren bizi menzilimize taşırken…