Ölenler İle Birlikte Gömülen Değer : Dil
Tuba Çiçek
Kasım 04, 2017
1 Yorum
Halkın kendi kültürel
değerleriyle oluşturduğu resmi olmayan gerçekler ile devlet sisteminin resmi
bir şekilde başta eğitim kurumları aracılığı ile topluma vermeye çalıştığı
öğretiler arasında yaşanan çelişkiler,
o dönemler içinde geçen çocukluk anı belleğimizde kaydoluyordu. Bu kaydoluş yıllar sonra arka arkaya yitirilen
aile büyüklerini son yolculuklarına uğurlarken onlar ile birlikte tanık
olduğumuz, benimsediğimiz, aşina olduğumuz bir dil, kültür’ü de beraber
gömüyorduk adeta toprağa.
Bu anlamda yaşanan köy;
derin yoğunluklu Kürt kültürü, dili, yaşam biçimi ile harmanlanmış bir yerdi. ezici
çoğunluğu ve hatta hepsi Kürtçe konuşup, Kürtçe güler, Kürtçe ağlarlardı.
Kürtçe giyinip, Kürtçe evlenirlerdi. Öldüklerinde ise o dili, müziği, yaşam
biçimini folkloru an’ ane’yide birlikte mezara götüren son çınarlar olduklarını
bilmezdik taki zaman geçip çocukluk yıllarına uzaktan bakacak yaşlara gelinceye
kadar.
Bir yıl içerisinde o
köyün birden çok ferdini yaşlılık, hastalık ve insan ömrünün son periyoda
gelmesiyle yitirdiğimiz büyüklerimizi, gömünce mezara üzerine toprak atılınca o
an düşündüm bir nesli gömmüyoruz sadece toprağa bir kültürü, dili, yaşam biçimini
de beraber gömüyormuşuz. Nedeni ise; onların çocukları, torunları olarak
bizlerin o dile vakıf olmamamız, o kültürün izdüşümlerini içselleştirip
çocuklarımıza, yeni nesillere aktarama bilinci ve misyonuna sahip olmayışımızın
hengâmesidir beni bu cümleleri yazmaya iten dürtüler itkiler.
Belki başka köylerde
ölen yaşlılar ile birlikte gömülmüyordur bir dil ve onun bağlamında gelişen
kültür, yaşam biçimi. Fakat benim yazıma konu olan köy, eminim ki bu bir
emsaldir bu çerçevede yaşayan diğer birimlere. Ölen her yaşlı çınar ile
birlikte adeta dili de gömüyoruz toprağa. Çünkü yeni nesiller ne o dile sempati
gösteriyorlar nede onlarla beraber oluşturulan kültüre. Yeni nesillerin
geçmişine bu şekilde bigâne olmasının birçok nedenleri var tabi ki ve bu
nedenler için yüzyılı aşkın bir süredir her türlü oyun, dalavere ötekileme ve
hatta ölümler olmaktadır.
Doğduğumuz coğrafya
ibni Haldun’un dediği gibi kaderimizi de belirliyor. Evet, insan evladı
parselleyip otorite kurduğu, dünya düzleminde eline aldığı, sahip çıktığı belki
de gasp ettiği toprak parçasını var ettikleri devlet sitemi ve onların
militarist güçleri ile beraber insan üretimi anayasalar çerçevesinde insanın
doğduğu, büyüdüğü, dağı, taşı, toprağı, anıyı, kültürü, dili, inancı gasp edip
kendilerince yeni bir tasarım, isim, nizam getirince başladı yaşanan bu keşmekeş
ve kargaşalar. İnsanı diğer insana karşı kine iten sahip olma ve otorite kurma
güdüsü nedeni ile bugün yaşadığımız coğrafya kan deryasına dönüşmüş adeta.
Oysaki hangi kutsal
kitapta yazar insanın insana tahakkümünün meşruluğu, olabilirliliği. Yâda hangi
felsefe ve akıl kitabında yazılıdır, bir milletin diğer millete sansür koyup
ötekileştirme yapmasının doğruluğu. İnsan özgürdür, hürdür ve insan ile var
olan kültür, inanç, dilde özgürdür aydın beyinlerinde, duygularında.
İnsan üretimi anayasalar
ile yasaklanan diller, inançlar, kültürler azat edilmelidirler. Kendi
topraklarında özgürce gelişip, büyüyüp, boy versinler ve nesilden nesile devam
edip gitsinler diye. ölümleri kutsamaktan vazgeçip yaşamı kutsayınca bu kaos bitecek
ve bu topraklar hak ettiği saygıya, güvene kavuşacaktır. En üst mercilerden en
alta ki bireye saygıyı, sevgiyi, tahammülü öğreterek değiştirilebilir bu kanlı
zulüm dönemleri
Madem Birçok
kültürün, uygarlığın iç içe olduğu birçok kültürden etkilenip birçok kültür’ü
de etkileyen mozaikler bütününün adı olarak değerlendiriliyor; Anadolu olarak nitelendirilen
coğrafyamız, neden! bu özgürlük sadece sözlüklerde, sözcüklerde özgür olsun ki…